Türkiye Büyük Millet Meclisi Dönemi :(Bölüm - 1)
23.Nisan.1920
Tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin resmen açılışı yapıldıktan sonra,
ülke yönetim sistemi için yapılan çalışmalar, kanunlar, istiklal savaşlarının
galibiyetle sonuçlanması, anlaşmalar ve Cumhuriyetin kurulma aşamalarına kadar
geçen dönem.
İçindekiler :
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAşKANLIĞINA BENİ SEÇTİ
BAKANLAR KURULU'NUN KURULMASI
HIYANET-İ VATANİYE KANUNU VE İSTİKLAL
MAHKEMELERİ KURULMASI
ANZAVUR VE DÜZCE İSYANLARI
HİLAFET ORDUSU
YENİHAN, YOZGAT VE BOĞAZLIYAN İSYANLARI
GÜNEYSINIRLARIMIZDA GEÇEN OLAYLAR
KONYA İSYANI
SAVAş
CEPHELERİNİN DURUMU
İSTANBUL
ANKARA İLE TEMAS ARIYOR VE BU TEMASI NURETTİN PAşA SAĞLAMAYA ÇALIşIYOR
NURETTİN PAşA ANKARA'DA
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ HÜKÜMETİNİN
DIş İşLERİ KONULARINDA VERDİĞİ İLK KARAR:
YUNANLILAR'IN İLK GENEL TAARRUZU
YUNAN
TAARUZU KARşISINDA MİLLİ CEPHELERİN BOZULMASI ÜZERİNE MECLİS'TE şİDDETLİ HÜCUM
VE ELEşTİRİLER
CİDDİ BİR
ASKERİ TEşKİLAT KURABİLMEK VE BUNDA BAşARI SAĞLAYAİLMEK İÇİN ZAMAN şARTTIR
YEşİLORDU
ÇERKEZ ETHEM
VE KARDEşLERİNİN İLK DEFA DİKKATİ ÇEKMEYE BAşLAYAN BAZI TAVIR VE DAVRANIşLARI
CELALETTİN
ARİF, HÜSEYİN AVNİ BEYLERİN ERZURUM'A GİDİşİ VE ORADA ORTAYA ATTIKLARI
MESELELER
CELALETTİN ARİF BEY'İN GENİş YETKİYLE DOĞU
İLLERİ VALİLİĞİNE ATANMASI İSTENİYOR
CELALETTİN ARİF BEY KENDİ KENDİNE ERZURUM
VALİ VEKİLİ OLUYOR
DOĞU CEPHESİNDE ERMENİSTAN'A TAARRUZ
KARARI VERDİĞİMİZ SIRADA CELALETTİN ARİF BEY'İN ÜLTİMATOMU
KAHRAMAN ERZURUM HALKININ BANA AÇTIĞI DOST
KUCAĞINI KÖTÜYE KULLANABİLECEĞİNE ASLA İHTİMAL VEREMEDİM
DOĞU CEPHEMİZDE ERMENİLERLE SAVAş BAşLIYOR
ORDULARIMIZIN ÜSTSUBAY VE SUBAYLARI
HAKKINDA BİLİNEN BİR GERÇEK
MİLLİ HÜKÜMETİN YAPTIĞI İLK ANTLAşMA:GÜMRÜ
ANTLAşMASI
TRAKYA'DAKİ DURUM
TRAKYA'DAKİ KOLORDUMUZUN ASKERLİĞİN
GEREKLERİNİ VE VATANSEVERLİK
NAMUSUNU
YERİNE GETİREMEMESİNİN TEK SORUMLUSU CAFER TAYYAR PAşA'DIR
İKİNCİ KONYA İSYANI
"ORDUDAN FAYDA YOKTUR" SÖZLERİ
VE BATI CEPHESİ KOMUTANI'NIN TAARRUZ TEKLİFİ
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAşKANLIĞINA BENİ SEÇTİ
Saygıdeğer Efendiler, açık ve gizli
oturumlarda, bir iki gün süren konuşma ve açıklamalardan ve işaret ettiğim
ilkeleri içine alan teklifi yaptıktan sonra, yüce Meclis beni başkanlığa
seçmekle bana karşı genel güvenini gösterdi.
Burada ufak bir noktayı da
açıklamalıyım :
Hatırlarsınız ki, oluşmaya başlayan
millî birliği, milletin coşmasınave uyanmasına bağlamaktan çok, şahsî teşebbüs
eseri sayıyorlardı. Buarada benim teşebbüslerde bulunmamın engellenmesini
önemli görüyorlardı.Beni millete ve hükûmete reddettirmekten ve lânetletmekten
yararumuyorlardı. Yapılan propaganda da : "Ben reddedildiğim ve
lânetlendiğimtakdirde, millet ve devlet aleyhinde hiçbir harekette
bulunulmayacak...Bütün kötülüklerin sebebi benim şahsımdır. Bir adam için,
birmilletin pek çok tehlikeleri göze alması akla sığmaz" şeklindeydi.
Hükûmetmet
ve düşmanlar, benim şahsımı, millete
karşı bir silâh gibi kullanıyordu.Bu sebeple, 24 Nisan 1920 günü, gizli bir
oturumda, Meclis'e bu durumuaçıkladım. Başkanlık seçiminde, bunun da bir
sakınca olarak dikkatealınmasını ve yalnız millet ve memleketin selâmeti
düşünülerek oyve kararlarırıın isabetle verilmesini rica ettim.
BAKANLAR KURULU'NUN KURULMASI
Efendiler, Büyük Millet Meclisi,
Bakanlar'ın seçimi ile ilgili 2 Mayıs 1920 tarihli kanunla, Genelkurmayişlerini
de yürütmek üzere, Büyük Millet Meclisi'nde 11 bakanlı birBakanlar Kurulu
meydana getirdi.
Görülüyor ki, Meclis'in açılış
tarihi olan 23 Nisandan beri bir haftakadar zaman geçmiş bulunuyor. Bu süre
içinde memleket ve millet işlerive özellikle yıkıcı akım ve faaliyetlere karşı
tedbir alma hususu elbettebir an bile gecikemezdi ve gecikmemiştir. Yalnız,
Bakanlar Kurulu'nunseçimi ile ilgili kanun çıktığı zaman, Meclis'ce bakanlığa
seçilen kimselerden bazıları, daha önce fiilî olarak göreve başlamışlar ve bana
yardımediyorlardı. Bu arada İ s m e t P a ş a Hazretleri de Genelkurmayişlerini
üstlenmiş bulunuyordu.
Efendiler, bu münasebetle bir noktayı
belirtmeyi gerekli buluyorum:O günlerde, mevcut arkadaşların hangi işlerde
görevlendirileceklerininuygun olacağı düşünülürken, Genelkurmay Başkanlığı için
İ s m e tP a ş a'yı tercih etmiştim. Ankara'da bulunan R e f e t P a ş a , beni
özelolarak görerek bilgi vermemi istedi. Anlamak istediği, Genelkurmay
Başkanlığı'nın en yüksek askerî makam olup olmadığı noktasıydı. Benden ,söz
konusu makamın en yüksek askerî makam olduğu ve ondan daha yüksek makamın
Millet Meclisi olacağı cevabını alınca, buna itiraz etti. İ s m e t P a ş
a'nın, başkomutanlık demek olan bu durumuna razı olamayacağınısöyledi. Görevin
çok önemli ve nazik olduğunu, benim bütün arkadaşlar hakkındaki bilgi ve
tarafsızlığıma güvenmenin uygun olacağınısöyledim. Kendisinin böyle bir iddiada
bulunınasının yakışık almadığınıda ilâve ettim.
Efendiler, daha sonra Batı Cephesi
Karargâhı'nda görüştüğüm F u a t P a ş a da, İ s m e t P a ş a'nın Genelkurmay
Başkanlığı'na kesinliklekarşı çıktı. F u a t P a ş a'yı da, duruma en uygun
olan çözüm yolununkabulündeki zarurete inandırmaya çalıştım. R e f e t ve F u a
t P a ş a'ların kendilerine has bazı düşüncelerine ilâve ettikleri itiraz şuydu
:Kendileri daha önce Anadolu'da benimle birlikte çalışmışlar. Fakatİ s m e t P
a ş a sonradan katılmış. Oysa, bundan önceki konuşmalarımda,sırası ve yeri
geldiği için arz etmiştim ki, İ s m e t P a ş a , benim İstanbul'dan
ayrılmamdan önce benimle işbirliği yapmıştı. Daha sonra Anadolu'ya gelmiş ve
birlikte çalışmıştık. Fakat F e v z i P a ş aH a z r e t l e r i'nin Harbiye
Nazırlığı'na gelmesi üzerine bazı önemlidüşüncelerle ve özel görevle tekrar
İstanbul'a gönderilmişti.Bu bakımdan düşünce ve işbirliğinde kıdem söz konusu
olamazdı.
Genelkurmay işlerinin ilk defa İ s m
e t P a ş a'ya verilmesinde isabetsizlik olsaydı, bu konuda F e v z i P a ş a
Hazretleri'nin de beni uyarmaları bir vatan görevi olurdu. Oysa, Paşa
Hazretleri, aksine bu görevlendirmeyi pek yerinde bulmuş ve kendileri, teklif
edilen Millî
SavunmaBakanlığı'nı çok samimî bir
duyguyla derhal kabul buyurmuştur. İ s m e tP a ş a'nın, gerek Genelkurmay
Başkanlığı'nda gerek daha sonraki Cephe Komutanlığı'nda gösterdiği liyakat ve
üstün gayret, kendisine görevvermekte doğru hareket ettiğimi fülî olarak ispat
etmiş bulunduğu için,millete karşı, orduya karşı ve tarihe karşı tam bir iç
huzuru içindeyim.
HIYANET-İ VATANİYE KANUNU VE İSTİKLAL
MAHKEMELERİ KURULMASI
Efendiler, Meclis, 29 Nisan 1920
tarihinde Hıyanet-i Vataniya Kanunu'nu ve sonraki aylarda
İstiklâl Mahkemeleri Kanunları'nı da
çıkarmakla, inkılâbın tabiî gereklerini yerine getirmiş oldu.
Efendiler, İstanbul'un işgalinden
sonra başlayan birtakım yıkıcıakımlara, olaylara, isyanlara dokunmuştuk. Bunlar
hızla memleketin hertarafından biribiri ardınca ortaya çıktı ve sürüp gitti.
İstanbul'da D a m a t F e r i t P a
ş a , derhal yeniden iktidar mevkiine getirildi. Damat Ferit Paşa Kabinesi,
İstanbul'daki bütün yıkıcı vehain kuruluşların meydana getirdiği blok, bu
blokun Anadolu içindekibütün isyan teşkilâtı, bütün düşmanlar ve Yunan ordusu
elbirliği ile aleyhimizde faaliyete geçtiler. Bu ortak saldırı politikasının
talimatı da,Padişah ve Halife'nin, düşman uçakları da dahil olduğu halde, her
türlü vasıtayla memlekete yağdırdığı "Padişah'a karşı ayaklanma"
fetvasıydı.
Bu genel, çeşitli ve haince
saldırılara karşı, biz de, daha Meclis açılmadan önce,
Afyonkarahisarı'nda,
Eskişehir'de ve bütün demiryolu boyunda bulunan düşman birliklerini Anadolu'dan
çıkarmak, Geyve, Lefke , Carablus köprülerini yıkmak ve Meclis toplanır
toplanmazAnadolu ulemâsının fetvasını almak suretiyle karşı tedbirlere
giriştik. İÇ İSYANLAR
Efendiler,1919 yılı içinde, millî
teşebbüslerimize karşı başlayan iç isyanlar, sür'atle memleketin her tarafına
yayıldı.
Bandırma, Gönen, Susurluk, Kirmastı,
Karacabey, Biga ve dolaylarında; İzmit, Adapazarı, Düzce,
Hendek, Bolu, Gerede, Nallıhan,
Beypazarıdolaylarında; Bozkır'da; Konya, Ilgın, Kadınhan,
Karaman, Çivril, Seydişehir,
Beyşehir, Koçhisar dolaylarında; Yozgat, Yenihan, Boğazlıyan, Zile,Erbaa, Çorum
dolaylarında; İmranlı, Refahiye, Zara, Hafik ve Viranşehir dolaylarında
alevlenen karışıklık ateşleri, bütün memleketi yakıyor,hainlik, cehalet, kin ve
bağnazlık dumanlan bütün vatan göklerini yoğun karanlıklar içinde bırakıyordu.
İsyan dalgaları, Ankara'da karargâhımızın duvarlarına kadar çarptı.
Karargâhımızla şehir arasındaki telefon ve telgraf hatlarını kesmeye kadar
varan kudurmuşcasına kasıtlar karşısında kaldık. Batı Anadolu'nun, İzmir'den
sonra, yeniden önemli bölgeleride, Yunan ordusunun taarruzlarıyla çiğnenmeye
başlandı.
Dikkatle üzerinde durulmaya değer
bir husustur ki, sekiz ay önce,millet, Hey'et-i Temsiliye etrafında toplanarak,
Damat Ferit Hükûmeti ile ilişki ve haberleşmelerini kesmiş iken, Ali Galip 'in
teşebbüsü gibi tek tük olaylardan başka, böyle genel bir ayaklanma olmamıştı.
Bu seferki yaygın ve genel ayaklanmalar, sekiz ay zarfında, memleket içinde çok
hazırlık yapıldığını gösteriyordu. Damat Ferit Hükûmetinden sonraki
hükûmetlerle, millî şuurun korunması ve güçlendirilmesi için yaptığımız
mücadelelerin ne kadar haklı sebeplere dayandığı, acı bir şekilde bir daha
anlaşılmış oluyordu. Millî Mücadele'ye kuvvet vermek için cephelerle ve ordu
ile ilgilenme bakımından İstanbul'daki hükûmetlerin gösterdiği başka türlü
ihtimallerin acı sonuçları da ayrıca görülecektir.
ANZAVUR VE DÜZCE İSYANLARI
Efendiler, önce, iç isyanlar
hakkında açık bir fikirverebilmek için, müsaade buyurursanız, iç isyan
olaylarına yeri geldikçe dokunmak üzere, anlatılan safhaları özet olarak arz
edeyim :
21 Eylül 1919 tarihinde,
Balıkesir'in kuzey bölgesinde başlayan birinci Anzavur isyanı,16 İubat l920'de
yine aynı bölgede ikinci defa başgösterdi. Bu iki isyan, askerî birliklerimiz
ve millî müfrezelerimizle bastırıldı. 13 Nisan 1920 tarihlerinde Bolu, Düzce
dolaylarında da isyan çıktı. Bu isyan, 19 Nisan 1920 tarihinde Beypazarı'na
kadar yayıldı. Bu sırada Anzavur, 11 Mayıs 1920'de top ve makineli tüfeklerle
donatılmış beş yüz kişilik bir kuvvetle, üçüncü defa olarak Adapazarı ve Geyve
dolaylarında, zayıf bir millî müfrezemize saldırmak suretiyle yine ortaya
çıktı.Anzavur, gönderdiğimiz millî müfrezelerimize, düzenli ordu birliklerimize
durmadan saldırdı. 20 Mayıs 1920 tarihinde, Geyve Boğazı yakınlarında yenildi
ve kaçmak zorunda kaldı.
Düzce dolaylarındaki isyan olayı
önemliydi. Abaza ve Çerkezlerden meydana gelen dört bin kişilik büyük bir
kalabalık, Düzce'yi basarak hapishaneleri boşalttılar ve çarpışma ile oradaki
süvari müfrezemizin silâhlarını aldılar. Hükûmet memurlarını ve subayları
hapsettiler.
Her taraftan, âsîler üzerine kuvvet
gönderdik. Bu arada, Geyve'de bulunan 24' üncü Tümen de, Komutanı Yarbay Mahmut
Bey başta olduğu halde, Düzce'ye hareket etti. Mahmut Bey , Meclis'in açıldığı
gün, yani 23 Nisan 1920'de, Hendek'ten Düzce'ye geçerken, Hendek de isyan etti.
Adapazarı da âsîler tarafından elde edildi. Mahmut Bey,25 Nisan 1920'de, Hendek
- Düzce yolu üzerinde âsîler tarafından aldatılarak pusuya düşürülmüş ve ilk
ateşte şehit edilmiştir. Kurmay Başkanı Sami Bey , yaveri ve daha birkaç subay
da aynı zamanda şehit düştüler. Bunun üzerine, 24' üncü Tümen muharebe edemeden
âsîler tarafından tamamiyle esir edildi. Bütün tüfekleri, topları alındı.
Ağırlıkları yağma edildi. Bu sırada İzmit Mutasarrıfı Çerkez İbrahim ,
İstanbul'dan Adapazarı'na geldi. Halka Padişah'ın selâmını bildirdi ve yüz elli
lira maaşla gönüllü toplamaya başladı. Toplanan âsî kuvvetler bütün o yöreye
hâkim olduktan sonra, Geyve Boğazı'ndaki kuvvetlerimize taarruza
başladılar.
Bizim, bu isyan alanına
gönderdiğimiz kuvvetler şunlardı:
1- Salihli ve Balıkesir Kuva-yı
Milliye'sinin oluşturduğu Çerkez Ethem Bey müfrezesi;
2
- İki tabur düzenli ordu birliği,
dört dağ topu, beş makineli tüfek ve üç yüz efe süvarisinden kurulmuş Binbaşı
Nazım Bey müfrezesi;
3
- İki tabur piyade, sekiz makineli
tüfek, iki sahra ve iki dağ topundan kurulu, Yarbay Arif Bey müfrezesi;
4
- 'Üç yüz kişilik millî kuvvet ve
iki makineli tüfek ve iki havan topundan ibaret Binbaşı İbrahim Bey(Çolak)
müfrezesi.
Komutan olarak da Ali Fuat Paşa ,
Geyve Boğazı yakınlarından Adapazaın'na uzanan kesimde, Refet Paşa da
Ankara'dan Beypazarı yoluyla Bolu'va uzanan kesimde görevlendirildiler.
HİLAFET ORDUSU
Efendiler, İzmit'te de Süleyman
İefik Paşakomutasında, Hilâfet Ordusu adını taşıyan bir hain kuvvet yığınak
yapıyordu. Bunun bir kısım kuweti de, Bolu yakınlarında hurmay BinbaşıHayri Bey
komutasında âsîleri desteklemişti. Btz kuvvetle birlikteİstanbul'dan
gönderilmiş birçok subay da vardı.
Hilâfet Ordusu'nun, Süleyman İefik
Paşa'dan sonra, bellibaşlı komutanları, Süvari Tümgenerali Suphi Paşa ve Topçu
Yarbaylarından Senaî Bey'di. İstanbul'da da özel olarak kurulmuş birkurmay
hey'eti vardı. Bu hey'etin başlıca komutanları da, Kurmay AlbayRefik ve Kurmay
Yarbay Hayrettin Bey'lerdi.
Suphi Paşa ile ilgili küçük bir
hâtıramı anlatayım : SuphiPaşa'yı Selânik'ten tanırdım. Ben yüzbaşı (kolağası)
iken, o daha o zaman tümgeneral ve süvari tümeni komutanı idi. Aradaki rütbe
farkına rağrrıen, çok yakın arkadaşlığımız vardı. Meşrutiyet'in ilânında, ilk
defa İştipdolaylarında Cumalı adında bir yerde süvari manevraları yaptırmıştı.
Diğer bazı kurmaylar arasında beni de tatbikat ve manevrada bulunmaküzere davet
etmişti. Kendisi Almanya'da yetişmiş çok usta bir biniciydi.Fakat askerlik
sanatını anlamış bir komutan değildi. Manevranın sonunda, ben, yetkim ve rütbem
elvermediği halde, Paşa'yı bütün subaylarınıönünde acı bir şekilde
eleştirmiştim. Daha sonra "Osmanlı Ordugâhı" adlıküçük bir eser de
yazmıştım.Suphi Paşa , gerek açıkça yaptığım üueleştirilerden ve gerek
yayınlanan bu eserimden dolayı pek üzüldü. Kendisinin itirafına göre,
maneviyatı kırıldı. Fakat, şahsen bana gücenmedi.Arkadaşlığımız devam etti.
İşte Hilâfet Ordusu'na buldukları komutanbu Suphi Paşa'dır. Paşa, sonradan
Ankara'ya geldi. Geziye çıkıyordum. İstasyonda büyük bir kalabalık içinde
biribirimizle karşılaştık. Kendisine ilk sorum şu oldu : "Paşam niçin
Hilâfet Ordusu Komutanlığınıkabul ettin?" Suphi Paşa, bir an bile
duraklamadan : "Size yenilmek için" cevabını verdi.
Bu cevabı ile anlatmak istiyordu ki,
bu görevi özel bir maksatla kabul etmişti. Suphi Paşa , öyle bir duygu içinde
bulunabilir. Fakat,gerçekte, komutayı üstüne aldığı zaman kuvvetleri zaten
yenilmiş bulunuyordu.
Bolu, IZüzce, Adapazarı ve İzmit
dolaylarındaki bu isyan, bu defa Haziran 1920 tarihine kadar üç aydan fazla
sürdü. Fakat bundan sonra,29 Temınuzda yeniden bir isyan oldu. Ancak, bundan
sonra da, bu bölgede tamamen sakin kalınmış değildir. Bununla birlikte, sonuç
olarak âsîlertamamiyle bozguna uğratılmış ve elebaşları, Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nin kanunlarına teslim edilmiştir. Hilâfet Ordusu'nun Bolu yakınlarında
bulunan kısmı da bozguna uğratıldı. Komutanı Binbaşı Hayrive sı ıbayları
Yüzbagı A 1 i, 'Üsteğmen İerefettin, Üsteğmen Hay rettin,
Makineli Tüfek Subayı Mehmet Hayri ,
Tabur KâtibiHasan Lütfi , Cerrah İbrahim Ethem Efendiler'e de ötekiâsî
elebaşılarına yapılan işlem uygulandı. Hilâfet Ordusu da, İzmit'tenİstanbul'a
kaçmaya mecbur edildi.
YENİHAN, YOZGAT VE BOĞAZLIYAN
İSYANLARI
Efendiler, memleketin kuzeybatı
bölgesinde âsîlerle uğraşırken, memleketin ortasında Yenihan, Yozgat ve
Boğazlıyan dolaylarında da isyan başlıyor. Bu isyanhareketleri de hatırlanmaya
değer.
14 Mayıs 1920 tarihinde Postacı
Nazım ve Çerkez Kara Mustafa adında birtakım adamlar, otuz kırk kişi ile
Yenihan'abağlı Kaman köyünde isyan ettiler. Bu hareket gittikçe artan bir
şiddetlegenişledi. Âsîler, 27/28
Mayıs I920 gecesi Çamlıbel'de bulunan bir müfrezemizi basarak esir ettiler. 28
Mayıs 1920'de diğer bir kısım âsîler de Tokat yakınında yürüyüş halinde bulunan
bir taburumuza hücum ederekdağıttılar ve bir kısmını esir ettiler. Cür'etlerini
artıran âsîler, 6/7 Haziran 1920 gecesi Zile'yi işgal ettiler. Oralardaki
askerlerimiz Zile kalesineçekilerek kendilerini savundı.ılar. Askerin erzak ve
cephanesi tükendikien üç gün sonra âsîlere teslim oldular. Asîler 23/24 Haziran
1920'de deBoğazlıyan'a baskın yaptılar. Orada bulunan bir müfrezemizi
dağıttılar.Amasya'da bulunan Cemil Cahit Bey' in komutasındaki 5'inci Kafkas
Tümeni, âsîler aleyhine harekete geçirildi. Antep bölgesinde bulunanKılıç Ali
Bey de, bir millî müfreze ile bu bölgeye gönderildi. Erzurum'dan Ankara'ya
gelmekte olan bir Erzurum Millî Müfrezesi de, obölgede bırakıldı.1920 yılı
Temmuzunun ortalarına kadar, bu âsîlerin takip ve tepelenmeleriyle uğraşıldı.
Yenihan isyanı, Orta Anadolu,nun ötekibölgelerindeki fesatçıları da harekete
geçirdi. Çapanoğullarından Celâl,Edip, Salih ve Hâlit Bey'ler;Aynacıoğulları ve
DeliÖmer çeteleri gibi birtakım eşkıvayı başlarına toplayarak 13
HazirandaYozgat civarında Köhne bucak merkezini, 14 Haziranda da Yozgatşehrini
işgal ederek büyük bir bölgeye hâkim oldular. Merkezi Sıvas'taolan 3' üncü
Kolordu kuvvetleri ve o bölgede bıraktığımız millî lcuvvetleryeterli değildi.
Eskişehir'deki Ethem Bey müfrezesi ile Bolu dolaylarındaki İbrahim Bey müfrezesi
de Yozgat bölgesine gönderildiler.
Yozgat ve dolaylarında âsîler yok
edildikten sonra, oraya gönderilen müfrezelere öteki bölgelerde görev verildi.
Fakat bu yörelerde genellikle güvenlik kurulamadı.
7 Eylül 1920'de Küçük Ağa, Deli
Hacı, Aynacıoğulları denilen birtakım serseriler Zile yakınlarında, Kara
Nazım,Çopur Yusuf adında birtakım adamlar da Erbaa yakınlarında yeniden
faaliyete geçtiler. Bunlardan Aynacı oğulları üç yüz atlı kadar toplayabilmişlerdi.
Bu durum karşısında, İkinci Kuvve-i Sevyareadını alan İbrahim Bey müfrezesi,
tekrar, bulunduğu Eskişehir bölgesinden
Yozgat'a giderek, oradaki millî
müfrezeler ve jandarma kuvvetleriyle birlikte Maden, Alaca, Karamağara,
Mecidözü bölgelerinde, çeşitligruplar halinde, karışıklık çıkaran ve eşkıyalık
eden âsîleri takip ederekortadan kaldırdı.İbrahim Bey , âsîllerin ortadan
kaldırılmasını ancak üç aydan fazla bir zamanda başarabildi.
GÜNEYSINIRLARIMIZDA GEÇEN OLAYLAR
Efendiler, bu tarihlerde güney
bölgelerimizde de bizi ciddî bir şekilde uğraştıran önemli isyanlar çıktı :
Milli aşiretinin beyleri olan Mahmut, İsmail,HaIil Bahur, Abdurrahman Bey'ler,
güneyde, düşmanlarla gizlice ilişki ve bağlantı kurduktan sonra, Sürt'ten
Dersim dolaylarınakad:ır uzanan bütün aşiretlerin beyleri sıfatını takınarak o
bölge boş olmal: ve bölgeyi baskı altına alnıak davasına kalkıştılar.
Fransızlar,1920 yılı Haziranının
başlarında, Urfa'yı ikinci defa zaptetmek için hareket ettikleri zaman, Milli
aşireti de Siverek'e doğru ilerledi buna karşı, o bölgede bulunan 5' inci
Tümenimiz görevlendirildi. Butümen o bölgedeki millî kuvvetlerimizle de
desteklendi.19 Haziran 1920tarihinde, birliklerimizin takibi altında, güneydoğu
yöniinde düşman bölgesine kaçmaya mecbur edildi. Bu aşiret, bir süre düşman
bölgesinde hazırlandıktan sonra, 24 Ağustos 1920'de üç bin atlı ve develi ve
bin kadarda piyadeden ibaret bir kuvvetle yeniden bizim topraklarımıza geçti.
Viranşehir yakınlarına geldi.Âsîler, aman dilemek maksadıyla
geldiklerinisöyleyerek o bölgedeki komutanlarımızı aldatıp, tedbir almakta
ihmaledüşürdüler. Bu sırada, o yakınlarda dağınık halde bulunan müfrezelerimize
saldırarak onları yendiler ve 26 Ağustos 1920'de Viranşehir'i işgalettiler.
Haberleşmelerimize ve bağlantımıza engel olmak üzere de, o bölgedeki bütün
telgraf hatlarını kestiler.
Ancak, on beş gün sonra, 5 inci
Tümen in Siverek, Urfa, Resulayin ve Diyarbakır'da bulunan birliklerinden
gönderilen kuvvetlerlebize bağlı aşiret kuvvetleri âsîleri yenebilmişlerdir.
Takip edilen Milli yeniden güneye, çöle kaçtı.
Efendiler, güneyde Milli aşiretinin
isyanını bastırmaya çalışırken,Afyonkarahisar bölgesinde Çopur Musa adında bir
adam da, başına topladığı kuvvetle askerleri ordudan kaçmak için ayartıyor ve
milleteaskere gitmemeyi telkin ediyor. Çopur Musa , 21 Haziran 1920 tarihinde
Çivril'i bastı. Gönderilen kuvvetler karşısında kaçtı ve Yunan ordusuna
katıldı.
KONYA İSYANI
Efendiler, Çopur Musa olayından önce
birayaklanma olayı da Konya'da oldu. 5 Mayıs 1920 tarihinde, Konya'da birfesat
derneği keşfedildi. Bu dernek üyelerinin ileri gelenleri tutuklanmaya başladı.
Bir gün sonra, tutuklanmakta olan bu ileri gelenler, halkı dakışkırtarak Konya
içinde sİlâhlı bir toplantı yapmaya giriştiler. Bir kısım halk da silâhlı
olarak dışarıdan gelerek hep birlikte isyan ettiler. Konya'da bulunan komutan,
elindeki kuvvetlerle cesurca hareket ederek âsîleri dağıtmayı ve önayak
olanları tutuklayıp takip etmeyi başardı.
SAVAş CEPHELERİNİN DURUMU
Efendiler, Meclis'in açıldığı ilk
günlerde, çeşitli cep helerin ne durumda olduklarını da hep birlikte birdefa
daha hatırlayalım :
l. İzmir Yunan Cephesi :
Yüksek hey'etinizce de bilinmektedir
ki, Yunanlılar İzınir'e çıktıkları zaman, orada,17' nci Kolordu
Komutanı olarak ,karargâhıyla
birlikteNadir Paşa bulunuyrordu. Kuvvet olarak, Yarbay Hurrem Bey komutasında
56' ncı Tümen'in iki alayı vardı. Bu kuvvet, özellikle, kolordukomutanının
emriyle, düşmana karşı koydurulmaksızın, büyülü hakaretler altında, Yunanlılara
teslim edilmiştir.
Bu tümenin bir alayı ( 172' ncialay)
Ayvalık'ta bulunuyordu. Komutanı Yarbay Ali Bey (Afyonkarahisar Milletvekili
Albay Ali Bey) idi.
Yunan ordusu işgal alanını
genişletirken, Ayvalık'a da asker çıkardı.Ali Bey, bu Yunan kuvvetine karşı 28
Mayıs 1919'da savaşa giriş ti. Butarihe kadar, Yunan birlikleri hiç bir yerde
ateşle karşılık görmemişti.Aksine, bazı şehir ve kasabalar halkı korkutulmuş,
İstanbul 1-IÜkûmeti'nin emirlerine uyarak idare âmirleri başta olmak üzere,
Yunan birliklerini özel hey'etlerle karşılamışlardı. Ali Bey'in Ayvalık
bölgesinde muharbe cephesi kurması üzerine, yavaş yavaş Soma'da, Akhisar'da,
Salihl:'de millî cepheler oluşmaya başlamıştı.
1919 yılının 5 Haziranından
başlayarak, Albay Kâzım Bey (Meclis Başkanı Kâzım Paşa hazret1eri),
Balıkesir'deki 61' inci Tümer'in komutasını, vekâleten üzerine almıştı. Daha
sonra Ayvalık, Soma,Akhisar kesimlerini içine alan Kuzey Cephesi Komutanlığı'nı
yaptı. FuatPaşa 'nın
Batı Cephesi Komutanlığı'na tayin
edilmesinden sonra, Kâzım Bey 'e, Kuzey Kolordusu Komutanlığı makam ve yetkisi
verildi.Aydın dolaylarında, İzmir'in işgalinden sonra, asker ve halktan bazı
vatanseverler, Yunanlılara karşı savunma, halkı cesaretlendirme ve silâhlımillî
teşkilât kurma gayretleriyle çalışıyorlardı. Bu arada İzmir'den adve kıyafet
değiştirerek o bölgeye gitmiş olan Ce1â1 Bey ( İzmir Milletvekili Ce1â1
Bey'dir)'in gayret ve fedakârlığı anılmaya değer. 15/16Haziran 1919 gecesi, A1i
Bey 'in Ayvalık'tan gönderdiği kuvvetler, Bergama'daki Yunan işgal kuvvetlerini
bir baskınla perişan etmişlerdi. Bubaskına, kısmen, Balıkesir ve Bandırma'dan
gönderilen kuvvetler de katılmıştı. Bu olay üzerine, Yunanlılar, dağınık ve
zayıf müfrezelerini geriçekip toplamak gereğini duydular. Bu arada Nazilli'yi
de boşalttılar. Busebeple, Aydın'da hazırlıkta bulunurken, çevreden toplanan
halk kuvvetleri bunları sıkıştırmaya başladı. Yunanlılarla halk arasında
şiddetli birçarpışma oldu. Sonunda, Yunanlılar, Aydın'ı da boşaltıp çekildiler.
Böylece, 1919 yılının Haziran nyı
ortalarında Aydın cephesi de kuruldu. Bu bölgede bulunan 57' nci Tümen'in
Komutanı Albay M e h m e tİefik Bey ve Tümen Topçu Komutanı Binbaşı Hakkı
Bey'di. Alaykomutanlarından Binbaşı Haci İükrü Bey, millî kuvvetlerin başındaYürük
Ali Efe ve
Demirci Mehmet Efe vardı. Sonunda
Demirci Mhmet Efe, duruma hâkim olarak Aydın Cephesi Komutanlığı'nıkendi
üzerine aldı. Daha önce dolayısıyla arz etmiştim ki, sonradan orayagönderdiğim
Albay Refet Bey (Refet Paşa) bile Demirci Mehmet Efe'nin komutanlığını kabul
etmiştir.
Efendiler, İzmir'in çeşirli
cephelerinde kurulan ve yavaş yavaş subaylar ve askerî birliklerle
desteklenmeye çalışılan millî cephelerin beslenmeleri, daha çok, doğrudan
doğruya o bölgeler halkı tarafından sağlanıyordu. Bunun için de geri bölgelerde
millî teşkilât kurulmuştu. Bu görevin, halktan hükûmete geçişi, Büyük Millet
Meclisi Hükûmetı nin kuruluşundan sonra sağlanabilmiştir.
2. Güneyde Fransız Cephesi:
a)
Fransız birliklerine karşı doğrudan
cio5rııya Adana bölgesindeMersin, Tarsus, Islahiye bölgelerinde ve Silifke
dolaylarında millî kuvvetler kurulmuş ve çok cesurca işe girişmişlerdi.
Adana'nın doğu bölgesinde, Tufan Bey adıyla hareket eden Yüzbaşı Osman Bey 'in
kahramanlıkları kayda değer. Millî müfrezeler, Mersin, Tarsus, Adana
şehirleririn girişlerine kadar sokulup hâkim oldular. Pozantı'da
Fransızlarıkuşatarak geri çekilmeye mecbur ettiler.
b)
Maraş'ta, Antep'te, Urfa'da önemli
muharebe ve çarpışmalaroldu. Sonunda işgal kuvvetleri buradan çekilmeye mecbur
edildiler. Bubaşarıların kazanılmasında büyük rolleri olan Kılıç A1i ve Ali
SaipBey'lerin adlarını anmayı bir görev sayarım.
Fransız işgal bölgelerinde ve
cephelerinde millî kuvvetler, her gündaha esaslı bir şekilde
teşkilâtlanıyorlardı. Millî kuvvetler, ordu birlikleri ile desteklenmeye
başlanmıştı. İşgal kuvvetleri, her tarafta sıkı veşiddetli bir şekilde
zorlanıyordu.
Efendiler, bu durum üzerine
Fransızlar, 1920 Mayısından başlayarak bizimle temas ve görüşme imkânları
aradılar. Önce Ankara'ya İstanbul'dan bir binbaşı ile bir sivil geldi. Bu
şahıslar,
İstanbul'dan önce Beyrut'a
gitmişler. Eski Van Milletvekili Haydar Bey bunlara aracılık ediyordu.
Bu buluşma ve görüşmelerimizden elle
tutulur bir sonuç çıkmadı.Fakat, Mayıs sonlarına doğru
Suriye Fevkalade Komiseri adına
hareketeden Mösyö Duquest adında bir zatın başkanlığında bir Fransız Hey eti
Ankara'ya geldi. Bu hey'etle yirmi günlük bir ateşkes anlaşması yaptık. Bu
geçici anlaşma ile, biz, Adana bölgesinin boşaltılmasına bir başlangıç
hazırlama hedefini güdüyorduk.
Efendiler, bu Fransız hey'etiyle
yaptığım yirmi günlük ateşkes anlaşması, Büyük Millet Meclisi'nde bazılarının
itirazlarına uğradı. Oysa,benim bu anlaşmayı kabul etmekle sağlamak istediğim
yararlar şunlardı :
Önce, Adana bölge ve cephelerinde
bulunan ve kısmen askerle detakviye edilen millî kuvvetleri, sükûnetle yeniden
düzenlemek istiyordum. Millî kuvvetlerin bu çarpışma aralığında
dağılabileceklerini de dikkate alarak, ateşkes tebliği yanında bazı tedbirlerin
alınmasını da emrettim. Bundan başka, Efendiler, önemli saydığım siyasî bir
yararlanmayıda hesaba katıyordum. Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti, daha
İtilâfDevletleri'nce elbette ki tanınmamıştı. Aksine, memleket ve milletin
kaderiyle ilgili konularda, İstanbul'da Ferit Paşa Hükûmeti ile ilişki ve
işlemlerde bulunmakta idiler. Bu bakımdan, Fransızların İstanbul Hükûmeti'ni
bir tarafa bıralcıp Ankara'da bizimle 5örüşmeleri ve herhangi birkonuda
uyuşmaları, ogün için sağlanması yararlı önemli siyasî bir nokta idi. Bu
ateşkes görüşmesinde, millî sınırlarımız içinde olup da Fransızlar tarafından
işgal altına alınmış bulunan bölgelerin tamamı ile boşaltılmasını açık ve kesin
bir dille istedim. Fransız delegeleri, bu konııda yetkialmak üzere Paris'e
gitmek mecburiyetini ileri sürdüler. Yirmi günlükateşkes anlaşması, bir bakıma
daha esaslı bir anla$ma yapmak için yetkialmaya zaman bırakmak gibi kabul
edildi. Efendiler, bu görüşme ve konuşmalarımızdan bende uyanan izlenim, Fransızların
Adana ve dolaylarınıboşaltacakları merkezinde idi. Bu düşünce ve inancımı,
Meclis'e ifade etmiştim. Gerçi Fransızlar, ateşkes süresi sona ermeden
Zonguldak'ı işgaletmek suretiyle anlaşmanın yalnız Adana bölgesine ait olduğunu
göstermek istemişlerse de, biz, bu hareketin ateşkesi hükümsüz bıraktığı
sonucuna vardık. Fransızlarla anlaşmamız bir süre gecikti.
İSTANBUL ANKARA İLE TEMAS ARIYOR VE BU
TEMASI NURETTİN PAşA SAĞLAMAYA
ÇALIşIYOR
Saygıdeğer Efendiler, 9 Mayıs 1920
günü Meclis'in gizli oturumunda açıklama yaparken ve Fransız me murları ile
hey'etleri tarafından bizimle temas ve bağlantı kurma yolları arandığını
bildirirken, mil letvekillerinden biri (yanlış hatırlamıyorsam ÇorumMilletvekili
rahmetli F u a t B e
y), "birkaç günden beri gûya
İstanbul, bizimle anlaşmak istiyormuş, bu konuda bilgi verir misiniz?"
diye bir soruyöneltti.
Gerçekten, o tarihten dört beş gün
önce, İstanbul'da Leon adındabir Çanakkale üzerinden bizi aramıştı. Ankara'yı
bulduktan ve bizim burada bulunduğumuzu anladıktan sonra, dediler ki :
"Söyleyeceğimiz şeyler pek önemlidir. Onun için haberleşmeyi geceye
bırakalım. Ordu merkezleri de aradan çekilsinler. O gece görüşmediler. Fakat
bir iki gecesonra yeniden aradılar. Bu defa karşımıza çıkan kimse eski İzmir
ValisiNurettin Paşa imzasıyla bir telgraf yazdırdı. Bu telgrafın
içindekilerşöyleydi : "Ben, iki arkadaşımla birlikte, İstanbul'un sizinle
anlaşmasınaaracılık etmeyi vatan için yararlı bir görev sayarım. Buradaki
hükûmetve İngilizler buna razı oldular. Sizin de olumlu cevabınızı bekleriz.
Nurettin Paşa , telgrafını Hey'et-i Temsiliye Başkanlığı'na yazıyordu. Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin ve Hükûmeti'nin kuruluşundan, çalışmayabaşladığından
ve Büyük Millet Meclisi'nin varlığını ve meşruluğunu doğrulayan Hıyanet-i
Vataniye Kanunu'ndan habersiz görünüyor. Nurettin Pa şa'nın telgrafını, Millî
Savunma Bakanı olan Fevzi
PaşaHazretleri'negönderdim.Fevzi
Paşa, Nurettin Paşa'ya cevap verdi. Bu cevabında dedi ki : Telgrafınızı
Hey'et-i TemsiliyeBaşkanlıgı na ekmekle daha er ek durumdan haberdar olmadı
ınızanlaşılıyor. Ve durumu açıkladıktan sonra K İstanbul da hangi
makamAnkara'da hangi makamla görüşmek istiyor?" dedi. Bu telgrafa imzasız
olarak gelen cevapta : "Telgrafı yazan kimseler şimdi burada değillerdir.
Bunu bırakıp gittiler. Yarın saat 10.00'da size bilgi veririz."
deniliyordu. Bundan sonra Nurettin Paşa ikinci defa olarak yine aradı.Bu defa.
Telgraf haberleşmeleriyle anlaşma imkânı olmadığından, sizyetkili bir hey'eti
İstanbul'a gönderin, görüşelim ve anlaşalım diyordu.
Efendiler, biz de cevap olarak dedik
ki : " Pek doğrudur, gerçektentelgrafla anlaşmak mümkün değildir. Fakat
siz Mudanya'ya geliniz ve nevakit gelebileceğinizi de bildiriniz. Bizim tarafımızdan
da orada yetkilikimseler hazır bulunur. Bursa'ya da gereken talimat
verildi." Ondan sonra bir daha arayan olmadı. Hoca Müfit Efendi (Kırşehir)
: "Acabagerçekten Nurettin Paşa mıydı? diye sordu. Ben de : " Evet,
gerçektenNurettin Paşa'ydı, karşılığını verdim.
Efendiler, İstanbul Hükûmeti'nin
Nurettin Paşa vasıtasıylayaptığı bu müracaatın Anzavur'un Balıkesir bölgesinde
yenilgiye uğratıldığı ve Bolu'da başarı kazanmaya başladığımız günlere
rastladıgınıda belirtmeliyim.
NURETTİN PAşA ANKARA'DA
Efendiler, Nurettin Paşa'dan bir
daha telgraf almadık. Fakat, kendisi Diyarbakır'lı Kâzım Paşaile birlikte, 1920
yılının Haziran ayı ortalarında Ankara'ya geldi. Bizimleişbirliği etmeden önce,
bazı konularda görüşümüzü anlamak istediğinisöyledi.
Birincisi, Hilâfet ve saltanat
makamı üzerindeki düşünce ve görüşümüz;
İkincisi, bolşeviklik konusundaki
görüşümüz;
Üçüncüsü, İtilâf Devletleri'ne
karşı, özellikle İngilizlere karşı da,savaşa karar verip vermediğimiz,
konularıydı.
Görüşme, Ziraat Okulu'ndaki
karargâhımızın bir odasında, gece yapıldı. Bu görüşme'de, Nurettin Paşa ile
birlikte gelen Kâzım Paşa 'dan başka Fevzi ve İsmet Paşa 'lar da hazır
bulunuyorlardı. Nurettin Paşa, birinci, ikinci sorulara aldığı cevapları pek
doyurucu bulmadı. Fakat, özellikle üçüncü sorunun cevabı, uzun ve hararetli
tartışmalara yol açtı. Çünkü biz demiştik ki, gayemiz, millî sınırlarımız
içinde toprak bütünlüğümüzü ve milletin bağımsızlığını tam olarak sağlamaktır.
Bunaengel olmak üzere karşımıza çıkacak kuvvet, kim ve ne olursa olsun,mutlaka
çarpışır ve başarı kazanırız. Bu konudaki karar ve inancımızkesindir. İşte
Nurettin Paşa, bir türlü buna inanamıyor ve razı olamıyordu. Nihayet kendisine
dedik ki : "Bu konuda görüşmeyi kabul etmekle, yeni görüşlere varmak ve
kararlar almak söz konusu değildir. Sen,bugüne kadar milletin iyice belirmiş ve
kesinleşmiş olan inançlarına uyacaksın! "Ondan sonra, kendisine
verebileceğimiz uygun bir görev üzerinde duruldu. Kendisinin, Konya valisi
sivil görevi ve Konya Yöresi Komutanı ünvanıyla Yunan cephesinin güneyindeki
bölgenin komutanı olmasını uygun gördük. Asıl Batı Cephesi için, komutan olarak
18 Haziran1920'de Ali Fuat Paşa'yı görevlendirdik.
Efendiler, o günlerde Yunan
Cephesi'nde düşmanın bazı hazırlıklaryaptığı hissedildiğinden, cephede duyarlık
arttı. Bu yüzden NurettinPaşa'nın görevi kesinleşmeden ve kendisini görev
yerine göndermeden,acele olarak Batı Cephesi'ne hareketim gerekti. Nurettin
Paşa 'nıngörevlendirme işleminin tamamlanmasını Genel Kurmay Başkanı bulunan
İsmet Paşa'ya bıraktım. Gerçekten düşman, bütün cephe üzerinde taarruza
geçmişti. Bizim birliklerimiz geri çekiliyordu. Nurettin Paşa, cephedeki
elverişsiz durumu anlayınca İsmet Paşa'ya görev kabuledebilmek için birtakım
şartların, hükûmetçe karar altına alınması gereğinden söz etmiş. O şartlara
göre, hükûmet memleketin yönetiminde veönemli konularında esaslı ve kesin karar
almadan önce Nurettin Paşa'nın düşünce ve onayını almak zorunda kalacaktır.
Çünkü, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nde yer alan üyeler, Tevfik Paşa ve
benzerlerigibi, olgun yaşta ve tecrübeli kimseler olmayıp, genç birtakım
kimselermiş. İsmet Paşa, pek yadırgadığı bu zihniyet ve teklifi, derhal
şifreylebana bildirdi. Ben de Nurettin Paşa'nın, kendisine görev teklif ettiğim
zaman söylemediği bu düşünceyi, genel durumda bunalım başgöstermesi üzerine
ortaya atmış olmasını anlamlı buldum ve İsmet Paşa'ya verdiğim cevapta,
kendisine görev verilmemesini emrettim.
Nurettin Paşa'nın, Yunan taaruzu
başladıktan iki gi.in sonra bana gönderdiğibir yazıda yazdıklarını dikkate
değer bulmuştum. Arzu buyurursanız, buyazıyı yüksek hey'etinize olduğu gibi
okuyayım :
Ankara İstasyonu, 24.6.1920
Büyük Millet Meclisi Yüksek Başkanlığı'na
Efendim Hazretleri,
Atanmış olduğum komutanlıktan ve
valilikten uzaklaştınlma şekli ilegörevden alınma durumunun bildiriliş şeklini
hakaret saydım. Bir devlet adamı tarafindan ileri sürülen vatanla ilgili bir
düşünce ve görüşün tartışılmasına değil,dinlenilmesine bile değer ve önem
verilmemesini ve ilgili Büyük Millet Meclisi'ninve Hükûmeti'nin oylannı
alıncaya kadar bile beklenmeyerek ve taharnmül edilmeyerek veyahut belki de
buna gerek görülmeyerek iki veya üç kişi gibi pek azüyenin düşünce ve
istekleriyle bu yolda işlem yapılmasında bir sakınea görülmemesini ve bundan
dolayı da memleketin, eber yanılmıyorsam böyle bir anlayışlayönetilmesini
millet ve memleket için tehlikeli saymakta olduğumun arzına, Başkanlık yüksek
makamının müsaadelerini rica ederim.
Bugünkü şartlar içinde, görev
kabulünü sakıncalı bulduğum ve işbirliğiniyararlı göremediğim için, memleketim
olan Bursa'da oturmak üzere, ilk trenle Ankara'dan aynlacağımı bilginize sunar,
veda ederim, Efendim Hazretleri.
Nurettin İbrahim
Efendiler, benim bu yazıya verdiğim
cevap da aynen şuydu :
25.6.1920
Tümgeneral Nurettin Faşa'ya
İlgi : 24 Haziran 1920 tarihli
yüksek tezkereleri.
Söz konusu edilen komutanlık ve
valilik görevi, daha Millî Savunma ve İçişleri Bakanlıkları'nca resınen
zatıalilerine verilmenıiş ve tebliğ edilmemişti. Bubakımdan ne atanmanız ne de
ayrılmanız söz konusu değildir. Yalnız, zâtıâlînizegörev verilmesi ditşünülmüş,
bu konuda düşünce ve karannız sorulmuştu, Atamadurumu daha kesinleşmemiş olduğu
bir sırada, Genelkurmay vasıtasıyla öğrenilendûşünce ve kanaatınızdaki
kararsızlıklar üzerine, Hükûmet'çe, atanmanızdan vazgeçilmesine karar verildi.
Böyle bir karan vermek için, zan buyurduğunuz gibi, durumun Büyük Millet
Meclisi'nin Genel Kurulu'na sunulması, mevcut ve yürürlükteki kanunların
gereklerinden değildir. Bursa'ya giderek orada oturmanıza gelince, bağlı
bulunduğunuz askerlik mesleği dolayısıyla, bu konuda Millî SavunmaBakanlığı
yüksek katına usulünce başvurmanız gereği tebliğ olunur, efendim.
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal
Nurettin Paşa, Bursa'ya değil
Taşköprü'ye gitmiş ve uzun zaman orada kalmıştır. Bundan sonra da kendisine,
yeniden birkaç durumdolayısıyla dokunacağız. O durumları da yeri geldikçe
gerektiği kadaraçıklayacağım.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
HÜKÜMETİNİN DIş İşLERİ KONULARINDA VERDİĞİ İLK KARAR:
Efendiler, kurulan Türkiye Büyük
Millet Meclisi Hükûmeti'nin, dışişleri konularında verdiği ilk ka rar, Moskova
ya bir hey'et gönderilmesi olmuştur. Heyet, Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey'in
başkanlığında idi. İktisat Vekili Yusuf Kemal Bey üye bulunuyordu.11 Mayıs
1920'de Ankara'dan hareket eden hey'etin asıl görevi, Rusya ile ilişki
kurmaktı. Rusya'nın, hükûmetimizle yapacağı anlaşmanın bazı hükümleri, 24
Ağustos 1920'de parafe edilmiş olmakla birliktedurumun gereği olarak uzlaşmaya
bağlanamayan bazı noktalardan dolayıgecikmiştir. Moskova Antlaşması ('3') diye
anılan diplomatik belgeninimzası, ancak 16 Mart 1921'de mümkün
olabilmiştir.
Saygıdeğer Efendiler, memleket
içinde yer yer kendini gösteren içisyanları takip etmekte gecikmeyen ilk genel
Yunan taarruzu, bakışlarımızı yeniden batıya çevirecektir.
YUNANLILAR'IN İLK GENEL TAARRUZU
Yunanlılar, 22 Haziran 1920'de Milne
(Miln) hat tından genel taarruza geçtiler. Kuvvetleri altı tümene çıkmış
bulunuyordu. Üç tümenle iki koldan, Akhisar - Soma yönünden;iki tümenle Salihli
yönünden; bir tümenle de Aydın cephesinden taarruzettiler. Düşmanın kuzey kolu,
30 Haziran 1920'de Balıkesir'e girdi ve süvarileri 2 Temmuz 1920'de Kirmastı ve
Karacabey'i işgal etti. Bu düşmankarşısında bulunan 61' nci ve 56' ncı
Tümenlerimiz, Ulubat köprüsünü tahrip ederek Bursa'ya doğru çekildi. Düşman
takibe devam ederek Bursa'yıda işgal etti ve ileri hatlarını Dünboz - Aksu
hattına kadar sürdü. Bununkarşısındaki kuvvetlerimiz fazla sarsıldı.
Eskişehir'e kadar çekildi. Busavaşlar sırasında İngilizler, 25 Haziran 1920'de
Mudanya'ya ve 2 Temmuz 1920'de de Bandırma'ya birer müfreze çıkardılar.
Salihli yönünde doğuya ilerleyen iki
Yunan tümeni de, 24 Haziranda Alaşehir'e girdi. Daha sonra ilerleyerek 29
Ağustosta Uşak'ı zaptettive Dumlupınar sırtları elimizde kalmak üzere, bu
bölgeye kadar ilerledi.Bu düşman karşısında bulunan 23' üncü Tümen ve millî
kuvvetlerimizçok kayıp verdi ve zayıfladı. Aydın'dan ilerleyen bir Yunan kolu
da, Nazilli'ye kadar geldi.
Bu harekât sırasında, tümenlerimizin
kuru birer kadro halinde olduklarını, harp malzemelerinin bulunmadığını ve
henüz takviyelerine deimkân olmadığını bilirsiniz.
Efendiler, bizzat Eskişehir'e ve
oradan da ileri bölgelere gittim. Gerek orada gerek başka bölgelerde bulunan
kuvvetlerimizin düzene sokulmasını emrettim. Yeniden, düşman karşısında,
düzenli komutaya bağlıcepheler kurulmasını sağladım.
YUNAN TAARUZU KARşISINDA MİLLİ
CEPHELERİN BOZULMASI ÜZERİNE MECLİS'TE
şİDDETLİ HÜCUM VE ELEşTİRİLER
Efendiler, Yunan taaruzu ve millî
cephelerin bozulması, Meclis'te büyük bir sıkıntıya, şiddetli hücum ve
eleştirilere yol açtı. Büyük Millet Meclisi'nin 13 Temmuz 1920 günü, 41' inci
toplantısında kusurlarından ve idaresizliklerinden dolayı, Bursa Komutanı Bekir
Sami ve Valisi Hâcim Muhittin Bey'lerin ve Alaşehir Komutanı Âşir Bey'in ne
için harp divanına verilmedikleridendolayı, Genelkurmay Başkanlığı ve İçişleri
Bakanlığı hakkında gensoru önergeleri okundu.
Bu önergenin sahibi, Afyonkarahisar
Milletvekili Mehmet İükrüBey'di. Sinop Milletvekili Hakkı Hâmi Bey'in de derhal
cezalandırma konusundakiısrarı "bravo" sesleriyle karşılanıyordu.
Önerge sahibi olan Mehmet İükrü Bey'in,Biz sorumlu tutulduklarını görmek
istiyoruz!"feryadı üzerine, gensoru kabul ediliyor. Soruşturma günü olarak
tespit edilen 14 Ağustos 1920'de, Genel Kurmay
Başkanı cevap verdi. Fakat bir türlü
inandırmak ve yatıştırmak mümkün olamıyordu. Karahisar Milletvekili İükrü Bey
"Anket" (ls) istiyor. Diğer bir milletvekili bazısubay ve
komutanların cezalandırılmalarının tabiî olduğundan söz ederek birçok örnekler
sıralıyor. Başka bir milletvekili, asker geri çekilirkenbir komutanın otuz altı
deve eşya götürmüş olduğunu söylüyor. Başkabir milletvekili de Yunan ordusunun
kısa bir zaman içinde Akhisar'danMarmara sahillerine varıncaya kadar, bütün
şehir ve köyleri yıldırım hızıyla istilâ ettiğinden söz ederek, Bursa felâketi
dolayısıyla uğramış olduğumuz korkunç zarar, dünyanın gözünde, Anadolu'da
savunma denilen şeyin bir göz korkuluğu olduğuna genel bir kanaat
uyandırmıştır" diyor ve bu büyük bozgunun sorumlularının
cezalandırılmalarını istiyordu.
Efendiler, uzun ve ateşli olarak
devam eden tartışmalara, benim dekarışmam gerekti. Ortaya çıkan bu çok acı
durumda, Meclis'in üzüntü veilgisini takdir ettikten sonra, düşünce ve
duyguları yatıştırmak maksadıyla konuşma ve açıklamalar yaptım. Benim sözlerime
karşı da yapılanufak tefek hücumlara cevap verdikten sonra, genel açıklamalar
yeterligörüldü.
Efendiler, ayrıntılarını Meclis
tutanaklarında okuduğunuz bu ateşligörüşmelerden önce, 26 Temmuz 1920 günü de,
gizli bir oturumda bunabenzer bir görüşme olmuştu. Orada da uzun açıklamalar
yapmaya mecburolmuştum. Çünkü, üzüntü ve ıztırap sonucu yapılmakta olan tenkit
vetekliflerde bu yenilgiyi doğuran gerçek sebepler sanki unutulmuş gibiydi.
Bütün felâketin sebebi olmak üzere, daha kurulalı ve üzerine görevyükleneli iki
ay bile geçmemiş olan Bakanlar Kurulu'nu sorumlu tutmakgayesi güdülüyordu. Bir
yılı aşkın bir zamandan beri, Yunan ondusununİzmir bölgesinde yerleşmiş ve
durmadan hazırlanmakta bulunmuş olduğu, buna karşılık İstanbul Hükûmeti'nin
ordumuzu sürekli olarak felceuğratacak şartlar hazırlamakla meşgul olduğu ve
milletin kendiliğindenkurabildiği millî kuvvetleri dağıtıp yok ettirmeye
çalışmaktan başka birşey yapmadığı asla düşünülmüyordu. Eğer bu bir yıl
içirisinde Yunan kuvvetleri karşısında, azçok bir varlık gösterilmiş idiyse,
bunun da beş onfedakârın kendiliğinden gösterilmiş bulunan azim ve gayretlerinin
ürünüolduğunu insafla görmek istemiyorlardı. Askerî harekâtı, gerçek
durumukavrayarak ve askerliğin gereklerini göz önünde tutarak düşünen ve
inceleyen yoktu. Söylenilen sözler, ya vatanseverlik duygusunun sürüklediği
coşkunlukla veyahut aşırı uluyarlık sonucu olarak feryad ve figan halinde dile
getiriliyordu. Söz söyleyenler içinde, ender olmakla birliktemillî inancı ve
vatana bağlılığı şüpheli olanlar bile vardı.
Söz konusu ettiğimiz bu gizli
oturumda, uzun açıklamalarım sırasında özellikle demiştim ki :
"Felâket başa gelmeden önce,
onu önlemeve ona karşı savunma çarelerini düşünmek gerekir." Geldikten
sonra üzülmenin yararı yoktur. Yunan taaruzu yapılmadan önce yapılacağı
kuvvetli bir ihtimalle biliniyordu. Eğer bunu önleyecek çare ve tedbirler
bulunamamışsa, bunun sorumluluğu Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne veonun
Hükûmeti'ne ait olamaz. Büyük Millet Meclisi'nin sorumluluk mevkiine geldikten
sonra almaya başladığı tedbirler, bir yıl öncesinden beriİstanbul Hükûmetleri
tarafından, bütün milletle birlikte ve ciddiyetlealınmaya başlanmak gerekti.
Bazı kuvvetlerin cepheden alınıp iç isyanların bastırılmasına memur edilmesi,
Yunan kuvvetleri karşısında bulundurulmasındaki yarardan daha önemli ve zarurî
idi. Yine de öyledir. Gerçi Bursa'da bırakılması zarurî olan bir tümen,
Adapazarı isyan bölgesinegönderilen iki tümen, Hendek'te dağılan bir tümen,
yani dört tümen; Zile, Yenihan bölgesinde âsîlerle uğraşan bir tümen ve bütün
bu düzenliordu kuvvetlerine yardım eden millî müfrezeler, cephede bulundurulabilseydiler,
belki de düşman taarruzu bu kadar gelişemezdi. Fakat, memleketin huzuru ve
milletin kurtuluş gayesi noktasında birleşip dayanışmasağlanamadıkça, bir dış
düşmanın istilâ adımlarını durdurmaya çalışmakne mümkündür ne de bundan köklü
bir yarar ve sonuç alınabilir. Ancak,memleket ve milletçe dediğim durum
korunabilirse, düşmanın herhangibir zamandaki başarısı ve bunun sonucu olarak
fazla toprak ele geçirmişolması, geçici olmak niteliğinden kurtulamaz. Birlikte
ve amaçta azimliolan ve ısrar eden millet, gururlu ve saldırgan her düşmanı
eninde sonunda bu gurur ve saldırganlığından pişman kılabilir. Onun için iç
isyanları bastırmak, elbette Yunan taarruzunu durdurmaktan daha
önemlidir.Zaten, cepheden iç isyanlara karşı kuvvet ayrılmamış olsaydı, sonucunbaşka
türlü olabileceğini farzetmek güçtür. Söz gelişi, düşman kuzey cephesine üç
tümenle saldırdı. Bizim orada cepheye yetebilecek kuvvetimizyoktu.Filân
noktada, filân derede, filân köydeki kuvvetimiz yahut daoralardaki subay veya
komutanımız, düşmanın geçmesine müsaade etmeseydi, bu felâket başımıza
gelmezdi" şeklinde feryat etmekte anlam yoktur. Tarihte yarılmamış ve
yarılmayan cephe yoktur. Özellikle, söz konusu olan cephe, savunmaya ayrılan
kuvvetle orantılı dar bir cephe olmayıpda, böyle yüzlerce kilometre
genişliğinde ise, bu cephenin şurasında veburasında bulunan zayıf bir kuvvetin,
sonuna kadar savunmasını kabuletmek, bütün tasavvur ve muhakemeleri yanılgıya
sürükler. Cepheler delinebilir, buna karşı tedbir, delinen kısmı derhal
kapamaktan ibaretti. Buise, cephe üzerindeki kuvvetlerden başka, geride,
yedekte, kuvvetli detekler bulundurmakla mümkündür. Oysa, Yunan ordusu
karşısındakimillî cephemiz bu durumda ve bu kuvvette miydi? Bütün Batı
Anadoluillerimizde, Ankara ve dolaylarında, daha doğrusu bütün
memlekette,kuvvet denilecek bir askerî birlik bırakılmış mıydı?
CİDDİ BİR ASKERİ TEşKİLAT KURABİLMEK
VE BUNDA BAşARI SAĞLAYAİLMEK İÇİN
ZAMAN şARTTIR
Savaş hatlarına yakın köyler
halkının yapabileceğini sanmadan, hayalî sonuçlar beklemek akıllıca birbekleyiş
olamaz.Memleketin bütün kuvvet kaynak larından yararlanma şartlarına ve
yetkilerine sahipolduktan sonra bile, ciddî bir askerî teşkilât kurabilmek ve
bundan başarı sağlayabilmekiçin zaman şarttır. Bursa'da Bekir Sami Bey'in
emrine verilen kuvvetin esası,İzmir'de tüfek attırılmaksızın Yunanlılara teslim
edilen ve Yunan gemileriyleMudanya'ya çıkarılan iki alay kadrosu değil miydi?Bu
kuvvetin moralini düzeltmekiçin istanbul Hükûmetleri herhangi bir tedbir
almışlar mıydı? İstanbulHükûmetleri değil miydi ki, Yunan taaruzundan önce,
Balıkesir'de savunmaya çalışan kuvvetlerimizin arkalarında Anzavur'u
saldırttı?Yine İstanbul Hükûmeti, Halife ve Padişah değil miydi ki, Yunan
Cephesi'nde kullanılacak oldukça kuvvetli bir tümeni, 24' üncü Tümeni Hendek -
Düzce yolunda, Hilâfet Ordusu ve âsîlerin grupları tarafındanaldatılarak
dağıttırmış ve komutanlarını şehit ettirmişti.
Memleketin alınyazısının sorumluluğunu
yeni üzerine almış olanHükûmet, bu tarihteki şartlar içinde acaba seferberlik
yapabilmeyi düşünebilir miydi? Memleketin neredeyse baştan başa Halife'nin
fetvasıhükmünü yerine getirmeye sürüklenip zorlandığı bir sırada, milleti
askereçağırarak doğru ve mümkün görülebilir miydi? Bundan başka, bütünmilleti
silâh altına çağırmadan önce, silâh sayısının, eldeki silâhı kullanılır durumda
tutabilmek için cephane ve para miktarları ile kaynakların düşünülmesi zarurî
değil miydi? Durumu incelerken ve tedbir düşünürken, acı daolsa gerçeği
görmekten bir an olsun uzak kalmamak gerekir. Kelimizi ve birbirimizialdatmak
için lüzum ve mecburiyet yoktur.Biz durumun ve cephelerin ihtiyacındanhabersiz
değiliz. Her taraftan adıma sayısız telgraflar gelmektedir :"Büyük çapta düzenli
kuvvetler gönderiniz, şu kadar cephane gönderiniz,bunlar gelmezse burada
yeniliriz denilmekte,tehlike ve ateş içinde bulunmanızın verdiği heyecan
dolayısıyla, durum acı bir dille anlatılmaktakdır. Bizim görevimiz ve
durumumuz, onların üzüntü ve heyecanına katılarak halkın maneviyatını kırmak
değildir. Alcsine, acılara direnme gücü, sebat ve ümit verecek şekildehareket
etmektir.
Bundan sonra, elbette durumlar
değişecek, bütün memleket ve millete gerçekten ümit ve güven verecek tedbirler
uygulanacaktır. Artık bunaengel kalmamıştır. Hükûmet bir kısım doğumluları da
silâh altına alabilecektir.
YEşİLORDU
Saygıdeğer Efendiler; Bazı bulanık
meselelerin kolaylıkla aydınlanmasınayardımcı olacağını sandığım için yüksek
heyetinize, bir Yesilordu dansöz edeceğim :
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ve
Hükûmeti'nin kuruluşundansonra, Ankara'da, Yeşilordu adı altında bir dernek
kuruldu. Bu derneğinilk kurucuları, pek yakın ve bilinen arkadaşlardı. Kuruluş
amacınıaçıklamak için, iç isyanları ve bu isyanlara karşı gönderilen ordu
kuvvetlerinin ve millî müfrezelerin gösterdikleri bazı durum ve
manzaralarıhatırlamak gerekir. Âsîlerin, ordunun erlerine Halife'nin
fetvasından, Padişah'ın askerliği affettiğinden, Ankara'daki hükûmetin meşru
olmadığındanbahsederek, onları kolaylıkla kandırdıkları defalarca görüldü.
Gerçekten de, birçok yerde, bazı ordu erleri âsîlerle çarpışacak yerde,
aksinesilâhlarını bırakarak köylerine, memleketlerine savuşuyorlardı. Millî
müfrezelerin inkılâbın gayesini daha kolay anladıkları ve âsîlerin
aldatmacalarına kapılmadıkları anlaşılmıştı. Bu sebeple, Osmanlı ordusunun
artıkları denebilecek olan, o tarihlerdeki yorgur, bezgin ve yeni inkılâp
ülküsüne göre yetiştirilmemiş birliklerle inkılâbı başarma
konusundakigüçlükler, hissedilir bir derecedeydi. Orduyu yeni bir zihniyetle
şuurlubir duruma getirmenin, o günlerin şartları içinde pek güç olacağı
sanılıyordu. Bu bakımdan aranılan vasıfları taşıyan, şuurlu kimselerden
seçilmiş ve inkılâp için güvenilir bir teşkilât kurma düşüncesi, bazı
kimselerin kafasında yer etmeye başlamıştı. Biribirini kovalayan, kanlı ve
tehlikeli durumlar gösteren iç karışıklıklar karşısında, bu belirttiğim
düşünceve eğilim kuvvetlendi.Nihayet, bazı kimseler, böyle bir kuruluş
vücudagetirmek üzere fiilen teşebbüse geçtiler. Ben, bir yandan ordumuzu
canlandırmak ve güçlendirmek için çareler ararken, bir yandan da her
türlüsakıncalarına rağmen, her yerde, ister istemez kurulmuş olan millî
müfrezelerden yararlanmaya çalışıyordum. Fakat, ciddî bir disiplin, kayıtsızşartsız
ve tereddütsüz itaat isteyen önemli askerlik görevlerinin ancak düzenli bir
ordu ile yerine getirilebileceği gerçeğini unutmaya elbette imkanyoktu. Millî
müfrezelerden yararlanma, zaman kazanma maksadına dayanabilirdi. İüphesiz,
kullanılmaları zarurî olan millî müfrezelerin, seçkinve şuurlu kimselerden
kurulabilmesi arzu edilirdi.
Yeşilordu teşkilâtının ilk
kurucuları arasında bulunan yakın arkadaşlar, sırf bana yardım maksadıyla ve
beni ayrıca yormamak düşüncesiyle, kendileri teşebbüse geçerek çalışmayı uygun
görmüşler. Bana, yalnız, yararlı bir iş yapacaklarını söyleyerek, kısaca bu
teşebbüslerindensöz etmişlerdi. Ben, gerçekten pek meşgul olduğum için,
arkadaşların buteşebüsleri ile uzunca bir süre ilgilenemedim. Yeşilordu
teşkilâtı bir bakıma gizli bir teşkilât olarak kurulmuş ve oldukça genişlemiş.
Genel Sekreteri Hakkı Behiç Bey ve Ankara'daki yönetim kurulu önemli veesaslı
çalışmalar yapmışlar. Basılı tüzükleri ve görevli memurları hertarafa
gönderilmiş. Yalnız, bir noktayı da işaret etmeliyim ki, Yeşilorduteşkilâtı ile
meşgul olanlar, benim bu işi bildiğimi, uygun olduğumu veistediğimi
söylediklerinden, her tarafta benim adıma teşkilâtı genişletmeye ve
güçlendirmeye çalışanlar çoğalmış. Faaliyete geçmiş olan teşkilât,yalnızca
millî müfrezeler oluşturmak gibi sınırlı bir alandan çıkmış veçok genel bir
amaca da yönelmiş.
Teşkilâtın kurucuları arasına,
milletvekili olan Çerkez ReşitB e y ve Ankara üzerinden Yozgat'a gidip gelir
ken olacak, Çerkez Ethem ve kardeşi Tevfik Bey'ler girmişler. Bundan başka
Ethemve Tevfik Bey müfrezelerinin bütün adamları Yeşilordu'nun âdeta temelini
oluşturmuşlar.
ÇERKEZ ETHEM VE KARDEşLERİNİN İLK DEFA
DİKKATİ ÇEKMEYE BAşLAYAN BAZI
TAVIR VE DAVRANIşLARI
Efendiler, bu girişten sonra, Çerkez
Ethem Beyve kardeşlerinin, ilk defa dikkati çekmeye başlayanbazı tavır ve
davranışları hakkında yüksek hey'etinizi aydınlatmak isterim. Çerkez Ethem Bey
millî bir müfreze ile önce A n z a v u r' un takibinde ve sonra da Düzce
isyanında, başarılı bazı hizmetleryapmış olduğu için, Yozgat'a gitmek üzere
Ankara'ya çağrıldığı zaman ,hemen herkesten iltifat ve takdirler gördü.
İüphesiz, kendisini abartmalıbir tarzda beğenenler ve övenler de bulunmuştur.
Ethem Bey ve kardeşlerinindaha sonraki davranışları, gördükleri övücü
muameledenmağrur olduklarını ve bazı hayallere kapıldıklarını gösteriyor.
EthemBey ve kardeşlerinden Tevfik Bey, Yozgat'ta, isyanı bastırmaklameşgul
oldukları sırada, kendilerine yakın uzak ne kadar askerî ve millîkomutanlarımız
varsa, bunların rütbe ve mevkilerine değer vermeksizinhepsine birer birer
aşağılayıcı ve saldırgan davranışlarda bulunmaktahiçbir sakınca görmemeye
başladı. Ethem Bey'in şahsını, niteliğinive değerini tanımayan komutanların
çoğu, memleketin ateş içinde bulunduğunu ve Ethem Bey'in abartmalı olarak
işittikleri hizmetinidüşünerek, mümkün olduğu kadar kendisiyle fazla çekişmeden
kaçınmışlardı.
Bundan cür'et alan Ethem ve kardeşi
Tevfik Bey'ler, Türk ordusunda değerli hiçbir subay ve komutan bulunmadığı ve
kendilerininherkesten üstün birer kahraman oldukları zannına kapılmışlar ve bu
zanlarını açıktan açığa pervasızca herkese söylemekten çekinmemeye
başlamışlardı.Doğrudan doğruya valilere ve herkese emirler veriyorlar
veemirlerinin yerine getirilmemesi halinde idam edilecekleri gözdağını
daekliyorlardı. Ethem Bey, Ankara ve Ankara'daki hükûmet üzerinde bile otorite
kurma denemesinde bulunmuştur. Sözde, Yozgat isyanı, Yozgat'ın bağlı bulunduğu
Ankara valisinin kötü idaresinden çıkmış; bundan dolayı isyana sebep olanlar
için uyguladığı cezayı, ki o ceza asılarakidamdı, Ankara valisi için de olay
yerinde doğrudan doğruya kendisi uygulamaya karar vermişti. Yozgat'a
gönderilmesini istediği Ankara valisi Millî Mücadele'de fevkalâde hizmet etmiş,
yararlık göstermiş ve göstermekte olan Yahya Galip Bey'di.Yahya Galip Bey'in,
hizmetiözellikle bizce takdir edilmiş pek gerekli ve yararlı bir zat olduğu
biliniyordu. İşte böyle bir zatı, kendi eline, idam sehpasına vermeye bizi
mecbur etmekle en büyük otorite ve etkiyi kazanabileceğini düşünmüştü. Elbette
Yahya Galip Bey'i veremezdik ve vermedik. Ethem ve kardeşleri bu konu üzerinde
fazla ısrar edemediler. Fakat Yozgat'ta,
özelliklemilletvekillerine:"Ankara'ya dönüşümde Büyük Millet Meclisi
BaşkanınıMeclis önünde asacağım"yollu boşboğazlıkları duyulmuştur.
Yozgatmilletvekili Süleyman Sırrı Bey'de bu boşboğazlığı işitenlerdendir.Biz,
bütün duyup öğrendiklerimize rağmen bu kardeşleri daima yararlanabileceğimiz
bir durumda bulundurmak yolunu tercih ettik. Bu sebeple kendilerini idare
ettik. Yozgat'tan sonra Ankara üzerinden Kütahya bölgesine gönderdik. Bu konuya
tekrar dönmek üzere, sözü asıl konumuz olan Yeşilordu'ya getireceğim.
Bilginize sunmuştum ki, her yerde,
Yeşilordu teşkilâtını benim adımakuruyorlardı. İahsen tanıdığım kimselerden
birinin, ErzurumluNazım Nazmi Bey'in, görevli bulunduğu Malatya'dan
gönderdiğibir mektupta, Yeşilordu teşkilâtının beni sevindirecek biçimde
genişletilmesineçalışıldığı bildiriliyordu. Bu haberden uyanarak, bu gizli
dernekhakkında araştırmalar yaptım. Bu derneğin nitelik bakımından zararlı
birşekil aldığı görüşüne vardım. Hemen kapatılması gerektiğini düşündüm.Bu
konuda tanıdığım arkadaşları aydınlattım.
Görüşümü söyledim. Onlarda gereğini
yerine getirdiler. Fakat, Genel Sekreter olan Hakkı BehiçBey, derneğin
kapatılması ile ilgili teklifimin yerine getirilmesinin mümkün olmadığını
söyledi. Ben, kapattırırım, dedim. Bunun da imkânsızolduğunu, çünkü, durumun
tahminden daha büyük ve daha güçlü olduğunuve bu derneği kurmuş olanların
sonuna kadar maksatlarından ayrılmayacakları hususunda birbirlerine söz vermiş
olduklarını kendine has bir tavırla söyledi. Olaylar gösterdi ki, biz bu gizli
derneğin faaliyetine son vermeye çalıştığımız halde, tam olarak başaramadık.
Reşit,Ethem veTevfik kardeşler başta olmak üzere, dernek ileri gelenlerinden
bir kısmı bu defa faaliyetlerine yıkıcı yönde ve bize karşı olarak devam
etmişlerdir.Eskişehir'de çıkarttıkları Yeni Dünya gazetesi ile de, düşünce
vemaksatlarını saldırgan bir şekilde yayınlatıyorlardı.
CELALETTİN ARİF, HÜSEYİN AVNİ BEYLERİN
ERZURUM'A GİDİşİ VE ORADA ORTAYA
ATTIKLARI MESELELER
Saygıdeğer Efendiler, takibini
düşündüğüm sıraya göre, yüksek hey'etinizi biraz Doğu Cephemizle meşgul
edeceğim. Ancak, üzerinde duracağım durumdan evvelki bir safha vardır ki, önce
onu açıklamak gerekiyor.
Birinci Büyük Millet Meclisi'nde İkinci
Başkan olan Erzurum MilletvekiliCelâlettin Arif Bey 15 Ağustos 1920 tarihli bir
dilekçeyleMeclis'ten iki ay süreyle izin aldı. İleri sürdüğü mazeret, zihin
yorgunluğundan ileri gelen sürekli baş ağrısı idi. Aynı
zamanda, çoktan beri görmediği seçim
bölgesinde de incelemeler yapmak istiyordu.
Celâlettin Arif Bey, Erzurum
milletvekillerinden Hüseyin Avni Bey'in, kendisiyle birlikte gönderilmesini benden
özel olarakrica etti. Hüseyin Avni Bey'in, Meclis'ten izin isteyebilmesi için
belirli bir mazereti yoktu. Ben, kendisini özel bir görevle gönderecektim.Bu
hususu, 18 Ağustos 1920'de Meclis'ten rica ettim. Kabul edildi.
Celâlettin Arif ve Hüseyin Avni
Bey'lerin, Erzurum'avarışlarından sonra,Celâlettin Arif Bey 'den 10, 15 / 16 ve
16 Eylül1920 tarihlerinde üç şifreli telgraf aldım. Bu telgraflara göre,
Erzurumhalkında gerginlik ve kaynaşma varmış... Fakat, Celâlettin Arif Bey'in
Ankara'dan Erzurum'a hareketini haber alınca, halk beklemeyitercih etmiş...
Kaynaşmanın sebebi de, ordu ambarları, tüfek ve cephanekaybı ve süt dağıtımıyla
ilgiliymiş.
Celâlettin Arif Bey, bazı memurların
değiştirilmesi ve cezalandırılması gibi işlerde çabukluk istiyordu. Söz konusu
memurların değiştirilme vecezalandırılmalarında, Erzurum Vali Vekilliği'nde
bulunanAlbay Kazım Bey (İzmir Valisi Kazım Paşa) başta bulunuyordu.Celâlettin
Arif Bey, halkla görüşülerek, eski Adana Valisi Kazım Bey'inErzurum valiliğine
atanmasına karar verildiğinden, Trabzon yoluyla tebligat yapılmasından ve Kazım
Bey gelinceye kadar halk oylamasına başvurularak bir vali vekili seçilmesinden
söz ettikten sonra,verilecek olumlu cevapla halkın gittikçe artan kaynaşması hemen
yatıştırılmazsa, tehlikeli sonuçlar doğacağından korkulmakta
olduğunubildiriyordu. Sonuncu telgrafında : Ankara, şikâyeti dikkate
almadığından, mesele, Ankara'ya güvenin sarsılması şekline dönüşebilecektir
denilmekteydi.
Efendiler, Doğudaki kolordumuzda
dehşetli bozulma ve yolsuzluklar varmış... Bozulmanın derecesi o kadar artmış
ki, halkın vatanseverlikduygusuna dokunmuş... şiddetle kaynaşmasına yol
açmış... Fakat, bu kadargenel ve yatıştırılması mümkün olmayan kaynaşmayı
Erzurum'da nevali vekili ne kolordu komutanı anlamış! . . Hiçbir görevli,
hiçbir ilgiliböyle bir kaynaşmanın farkına varamamış, Hükûmeti haberdar eden
hiçbirkimse bulunmamış... Bununla birlikte halk, Celâlettin Arif Bey'inzihin
yorgunluğundan dolayı izinli, Hüseyin Avni Bey' in de benimtarafımdan
görevlendirilerek Erzurum'a hareket ettiklerini haber aldıklarından, gerginlik
ve kaynaşmalarını frenlemişler... Milletvekili Beylerinoraya varmalarıyla
birlikte açığa vuruyorlar.
Doğrusu Efendiler, ben bu bilgilere
asla inanamadım.Celâlettin Arif Beyve Hüseyin Avni Bey'lerin birer bahane
bularak Erzurum'agitmelerini anlamlı buldum ve hayret ettim. Hele, halkın genel
oyuna başvurarak vali atanmasıyla ilgili teklifin, hukuk profesörlüğü yapmış,
kanun adamı olarak tanınmış, Meclis-i Meb'usan Başkanlığı'ndan TürkiyeBüyük
Millet Meclisi İkinci Başkanlığı'na gelmiş, Celâlettin Arif Bey'den geldiğini
görmek hayretimi büsbütün artırdı.
Erzurum'daki Büyük Millet Meclisi
İkinci Paşkanı'na, 16/ 17 Eylül1920 tarihinde : Telgraflarının Bakanlar Kurulu'nda
okunduğunu,bu konuda Cephe Komutanlığı ile haberleşme yapılmakta
olduğunu bildirdim. Doğu Cephesi
Komutanlığı'ndan da,Celâlettin Arif Bey 'in telgraflarınıözetledikten sonra,
bilgi istedim ve görüşünü sordum.
CELALETTİN ARİF BEY'İN GENİş YETKİYLE
DOĞU İLLERİ VALİLİĞİNE ATANMASI
İSTENİYOR
Doğu Cephesi Komutanı Kâzım
Karabekir Paşa'nın da,14 Eylül 1920'de benim telgrafımdan önce yazılmış şifreli
bir telgrafını 19 Eylülde aldım. Bu telgrafta:" Celâlettin Arif Bey'in
Rize, Trabzon, Erzurum, Erzincan, Van, Bayazıt illerini veyüce Meclis'çe uygun
görülecek başka bölgeleri de içine almak üzere Doğu İlleri ve Valiliği'ne
atanmasını arz ve teklif ederim "denildikten sonraşu düşünceler
ekleniyordu: "Bu teklifin kabul edilip uygulanması halinde,askerî ve sivil
her iki görevin gereken önem ve titizlikle yapılmasındansağlanacak yarar
dışında, yeri gelince, önemli işleri görüşmek ve gereğinisüratle yerine
getirmek için milletvekili olarak bir zat daha bulunmuşolur. Yukarıda arz
edilen hususun Büyük Millet Meclisi'nce lâyık olduğuönemle dikkate alınarak
kabul edilip onaylanacağını umar, bu konudayüksek şahsiyetlerinin yardım ve
himmetlerini istirham ederim." Durum,ana çizgileriyle Celalettin Arif
Beyefendi ile görüşülmüş ve kendilerince de uygun bulunmuş ise de, bu konudaki
kararın Millet Meclisi'nin uygun bulmasına ve onayına bağlı olduğu
tabiîdir.
Efendiler, ordudaki yolsuzluktan,
halktaki kaynaşmadan, Erzurum'ahalkın oyu ile vali seçiminden ve acele olarak
olumlu cevap verilmezseAnkara'ya karşı güvensizlik doğacağından söz eden
Celalettin Arif Bey,ordununkomutanı ile görüşüyor ve kendisini geniş yetkiyle
Doğuİlleri Valiliği'ne teklif ettiriyor. Ordu Komutanı da, Celalettin Arif
Bey'in, sonuç olarak kendi aleyhindeki şikâyetinden habersiz görünüyor. Durumu,
özel maksatla düzenlenmiş bir oyun ve aynı zamanda birgaflet manzarası gibi
kabul etmemek mümkün değildi.
Kâzım Karabekir Paşa 'nın 16/17
Eylül tarihli telgrafıma, 18Eylülde verdiği cevapta:" Celalettin Arif
Bey'in bildirdikleri, birkaç kişinin, Vali Vekili Albay Kâzım Bey'i sırf
Erzurum'dan uzaklaştırmak için yaptıkları dedikoduya dayanmaktadır.Halktaki
kaynaşma vehalkın oyları ile vali seçimi hususları, ne yazık ki, Celalettin
Arif Bey'in yanlış bir yol tutmalarından başka bir şey değildir sanırım.
Küçüklerinden büyüklerine bütün Doğu'nun pek çok saygı ve güvenini kazanan
bendenize,söz konusu şikâyetlerin yapılmaması, iş çevirmek isteyenlerin
başarılı olamayacaklarını bilmeleri sonucudur..."
Celâlettin Arif Bey, Albay Kâzım
Bey'in, Vali Vekilliğinden ve Kolordu Komutanlığı Vekilliğinden alınarak
Erzurum'danuzaklaştırılmasını bendenize teklif etti. Vali Vekilliğinden
alınmasınınİçişleri Bakanlığı'nın emriyle ve Vali Vekilliğini kendilerinin yani
Celalettin Arif Bey 'in üzerine almasıyla mümkün olabileceğini bildirdim.
Celalettin Arif Bey'in, Erzurum'daki
gayri resmî durumunun,nüfuzunu kırabileceğini zannederim. Başladıkları işin
sükûnetle ve başarıyla sona erdirilmesi için, derhal Erzurum Vali Vekilliğini
üzerine almasışarttır. Uygun görülürse, daha sonra Doğu İlleri Müfettişliği'ne
veyavaliliğine atanır. Herhalde bahis buyurdukları kaynaşma ve gerginliğinkendi
teşrifleri üzerine şimdilik yatıştığını kabul etmiyorum. Böyle birsözü,
kendisine pek önem verildiğini gören bir kimsenin cür'etli ifadeleridiye kabul
ediyorum...
CELALETTİN ARİF BEY KENDİ KENDİNE
ERZURUM VALİ VEKİLİ OLUYOR
Kazım Karabekir Paşa'nın 14 ve 18
Eylültarihli telgraflarına, 20 Eylülde verdiğim cevapta,Büyük Millet Meclisi
üyeliği ile memurluk görevinin bir şahıs üzerinde aynı zamanda bulunamayacağı
ile ilgili 8 Eylül 1920 tarihli kanunun ilgili maddesini aynen yazdıktan sonra,
Celâlettin Arif Bey'in Erzurum Valiliği'ne atanmasımümkün değildir.
Milletvekilliğinden ayrıldığı takdirde, söz konusu ileVali olarak getirilmesi
Hükûmet'e teklif edilebilir dedim.
Oysa, Efendiler, Kâzım Karabekir
Paşa 'nın, son telgraf tarihiolan 18 Eylül günü, bizim 20 Eylülde
bildirdiğimiz, kanunun hükmüne aykırı olan durum Erzurum'da alınmış
imiş...
Bu kanuna aykırı durumdan, aynı
zamanda yeni Türkiye'nin AdaletBakanı olan Celâlettin Arif
Bey'in, 18 Eylülde yazılıp da
21Eylülde aldığım telgrafı ile haberim oldu. Kendi kendine Erzurum
ValiVekili olan, Adalet Bakanı'nın
telgrafı aynen şöyledir : Erzurum, 18.9.1920
Ankara'da Büyük Millet Meclisi
Başkanı Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Kazım Karabekir Paşa'ya gönderilen şeref
verici yüksek telgraflarınız üzerine, arz edilen meseleler üzerinde kendisiyle
enine boyuna görüştük. Paşa, durumun dehşetini anlamak istemiyorlar ve
maiyetinde bulunan kimseler her bakımdan himaye ediliyor. Kamuoyundaki
kaynaşmanın bir an önce yatıştırılması için silâh, askerî malzeme ve diğer
malzemelerle, Kilise'de çıkan yolsuzluk söylentilerini iyice inceleyebilmek ve
bu işlere yeltenenleri kanunun pençesine teslim edebilmek için, halkın
saygısını kazanmış olan 4ncü Tümen KomutanıHalit Bey'in görevlendirilmesini
istirham ederim. Ordu hesaplarının denetlenmesi de gerektiğinden, derhal bir
maliye müfettişinin gönderilmesiyüksek kararlarınıza sunulur. Kazım Paşa'dan
şimdi aldığım bir yazıda, daha öncevali vekilliğinden kayıtsız şartsız
çekilmeye karar veren AIbay KâzımBey, o kararından vazgeçerek vekilliği
bendenize veya İçişleri Bakanlığı'ndantayin edilecek bir vekile devredeceğini
yazılı olarak bildirmiştir. Kendisininvekilliğinin devamı da sakıncalı ve
tehlikeli görülmüş olduğundan, şu bir iki güniçinde durumun nezaketi
dolayısıyla ve memlekette çıkabilecek bu karışıklığameydan verilmemek üzere,
İçişlerinden gelecek emri bekleyerek vekilliği kendi üzerime almak
mecburiyetinde kaldım. Erzurum halkınca, vekilliği arzu edilen arkadaşlardan
Hüseyin Avni Bey'in vali vekilliğine atanması istirhamolunur. İleri sürdüğüm bu
teklifler sayesinde, kamuoyu yatıştırılabileceğinden, gereğinin yerine
getirilmesi zatıdevletlerinin kararına bağlıdır. Adalet Bakanı Celâlettin
Arif
Efendiler, Büyük Millet Meclisi Başkanı
ve Adalet Bakanı Celâlettin Arif Bey'in bu tutumu ve telgrafları, bizim için
anlaşılmazbir bilmece halini aldı. Durum çok önemli ve nazikti. Bu önem
içindenezaketin sebebi, bence, Celâlettin Arif Bey'in ve işbirliği
yaptığıarkadaşlarının gerçekleştirmeyi hayal ettikleri gizli niyetler ve bu
maksatla aldıkları tavır veyahut yaptıklarını zannettikleri oldubitti
değildi.Hayatının önemli bir kısmını savaş meydanlarında geçirmiş, ihtilâller
veinkılâplar içinde yoğrulmuş insanlar için, bu gibi ufak tefek beklenmedikolayların
karşı tedbirlerini bulup uygulamakta kararsızlık gösterileceğinive
gecikileceğini sananların aldanacaklarına şüphe yoktur.
DOĞU CEPHESİNDE ERMENİSTAN'A TAARRUZ
KARARI VERDİĞİMİZ SIRADA
Gerçekten durum çok önemli ve çok
nazikti. Çünkü,bu günlerde Doğu Cephesi'nde Ermenilere karşı artık taarruza
karar vermiştik. Bunun için hazırlanmakta ve tedbirler almaktaydık. Doğu
Cephesi Komutanı'na da gereken emirler ve talimat verilmişti. Doğu'da, ileri
sürülenordunun arkasından, Hükûmet'in Adalet Bakanı, sözde o
ordununhırsızlığını, mensuplarının yolsuzluk yaptıklarını ortaya koymak
için,kanuna aykırı olarak o ilin vali vekili kimliğine bürünmeyi bir çare vetek
çıkar yol olarak buluyor.
Erzurum'dan cephedeki karargâhına
gitmiş bulunan Cephe Komutanı, nihayet 22 Eylül tarihinde diyor ki :
Celâlettin Arif Beyefendi 'nin Doğu
İlleri Genel Valiliği'neatanması için, zâtıdevletlerine daha önce yapmış
olduğum teklif, bendenize hissettirilmiş ve. tarafımdan içtenlikle karşılanmış
bir düşüncenin sonucuydu. Celâlettin Arif Bey'in, Erzurum'la ilgili teşebbüs ve
müracaatları ile gerçeklersu yüzüne çıkmış olduğundan, kendisinin Genel
Valiliğe atanmasındaki
teklifimdenelbette vazgeçmiş olduğum
bilgilerinize arz olunur. Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir
CELALETTİN ARİF BEY'İN ÜLTİMATOMU
Erzurum Vali Vekilliğini üzerine
alan Büyük MilletMeclisi İkinci Başkanı'ndan da aynı tarihli,yani22 Eylül 1920
tarihli bir telgraf aldım. Bu telgrafta deniliyor ki :"Silâhve cephaneler,
erzak ve terkedilmiş mallarda yapılmış olan yolsuzluklar,kanuna aykırı ve
sınırsız vergi toplama, kanunsuz baskı ve zorbalık halkın duygularını büsbütün
incitmiş... Erzurum halkının güvensiz ve ümitsiz bir duruma düşerek, artık
kendi elleriyle idare edilme gereğini tekkurtuluş çaresi saydığı bir zamanda
buraya geldik.Karabekir Paşa'nın da hareketi memleket çıkarlarına uygun
değildi. Bu sebeple,açıktan açığa yapılan kötülük ve yolsuzluklara hemen son
vermek ve yapanları cezalandırma gereğinde halk topluca ısrar etti. Güvenilir
tedbirlerin hemen alınması isteği ve Vali Vekilliğini bizzat kabul
etmekliğimPaşa da dahil olduğu halde halk tarafından istirham edildi.
VekilliğiHüseyin Avni Bey'e vermek gereğini yazmıştım. Erzurum halkının kendilerinden
sayarak güven gösterdikleri Hüseyin AvniBey'in yirmi dört saate kadar
görevlendirildiğinin bildirilmesi. . . Celâlettin Arif" (Belge :
258).
Saygıdeğer Efendiler, halkın kendi
eliyle kendini idare etmesi ilkesini ortaya koyan bizdik. Fakat bununla, asla
her ilin veya her bölgenin ayrı ayrı birer yönetim birliği kurmasını
kastetmedik. Maksadımızı,Büyük Millet Meclisi'nin ilk günlerinde açıkça ifade
ettik.
Meclis'in de kabul ettiği maksat ve
gayemiz, millî iradenin kendinigösterdiği tek yer olan Millet Meclisi'nin bütün
vatanın mukadderatınıeline aldığı şeklinde ifade edildi.
Bu Meclis'in başkanlarından biri
olan ve Hükûmet'te bakan hem deAdalet Bakanı olarak yer alan bir zatın, orduda
veya herhangi bir yerdekanuna aykırı bir hareketi ortaya çıkartmak ve
sorumlularını kanununpençesine teslim etmek için başvuracağı yol, birtakım
beyinsizlere uyarak, çok yakından tanıdığım, gerçekten vatansever Erzurumlu
hemşehrilerimin asla razı olamayacakları isyankâr bir durum almak mı olacaktı?
Hüseyin Avni Bey 'in 24 saate kadar
Vali Vekilliğine tayinini istiyor. Bu ültimatomun anlamı var mıydı?
Celâlettin Arif Bey, bu teklifini
Kâzım KarabekirPaşa' ya da yapmış. . .Kâzım Karabekir Paşa,ona demiş
ki"Hüseyin Avni Bey,yedek teğmen olarak sahnelerde
subaylarıeğlendiren,hiçbir resmî görevde bulunmamış sıradan bir adamdır. Bunu
vali vekili yapmak Hükûmet'i oyuncak etmeyi istemek olur."
Efendiler, Celâlettin Arif Bey'in
ültimatomuna verdiğimcevap aynen şöyleydi : şifre Geciktirelemez Sayı : 388
Ankara, 23.9.1920
Erzurum'da Adalet Bakanı Celâlettin
Arif Beyefendi'ye
İlgi : 22.9.1920 tarihli şifre : İlk
telgrafınızı önemle dikkate almış ve bukonuda Doğu Cephesi Komutanlığı ile
haberleşilmekte olduğunu yazmıştım. Adıgeçen komutanlıkça gereğinin yerine
getirileceği pek tabiî idi. Buna rağmen, biribiri ardınca yapılan kanunsuz ve
isabetsiz teklif ve teşebbüsleriniz Hükûmet tarafından hayretle karşılanmıştır.
İçişleri ve Millî Savunma
Bakanlıklarınca ilgilimakamlara
gerekli tebligatta bulunulmuştur. Zâtıâlilerinin Hükümet'in lüzum gördüğü
açıklamaları yapmak ve gerekirse Meclis huzurunda da açıklamalarda bulunmak
üzere Ankara'ya hemen dönmeniz gerekmektedir. Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal
Efendiler, Kâzım Karabekir Paşa, 22
Eylül 1920 tarihli bir şifresinde, şu bilgileri veriyordu :
İimdi anlıyorum ki, Celâlettin Arif
Bey, daha Ankara'da iken,kendisiyle bazı külâh kapmak isteyenler, güzel bir
program yapmışlardır. Söz gelişi, Hüseyin Avni Bey, Erzurum valisi
olacak...CelâlettinArif Bey Doğu İllerinin Genel Valisi olacak...
Celâlettin Arif Bey, ya oyuncu
olarak oynatılıyor veyahutdaha karar vermedim, pek zekidir, kendisi bir iş
yapmak istiyor. Çünkü, HalitBey'i bendenize sormadan yazması ve Hüseyin Avni
Bey üzerinde direnmesi başka bir anlam taşımıyor. Halit Bey'in Albay Kâzım
Bey'learası pek iyi olmadığından, kendisine Kâzım Bey aleyhinde bir karar
verdirilebilir.Hüseyin Avni Bey de vali adı altında güzel bir
oyuncakolur.Hüseyin Avni Bey'in vali vekilliğine teklif edildiğini
işitenlerümitsizliğe dünüyorlar ve öğreniyorlar. Özet olarak arz edeyim ki,
Erzurum Milletvekili Necati Bey'in kardeşi olup son zamanlarda Millî Eğitim
Müdürlüğüne getirilen Mithat Bey, halkın, bolşevikliği, iş beceremeyenlerin
mevkikapması şeklinde anladığını zannediyor. Bu zat, çıkarına düşkün
olduğundançoğunluk tarafından pek sevilmez. Halk hükümeti kurma konusunda
bendenizi müsait bulamadığından, Celâlettin Arif ve Hüseyin Avni Bey'lerle
haberleşelerek işin daha önceden hazırlandığını ve kararlaştırıldığını
sanıyorum.
Efendiler, Celalettin Arif Bey'i
Ankara'ya davet eden23 Eylül tarihli telgrafım, 24 Eylül tarihli çok sert bir
telgrafla karşılandı. Bu telgraf Meclis Başkanlığı'na hitaben
yazılmıştı."Bakanlar Kurulu'nda ve Büyük Millet Meclisi'nde
okunacaktır" notunu da taşıyordu.Benim telgrafımdaki iki kelimeyi,
"kanunsuz" ve "isabetsiz" kelimelerinialarak, Celalettin
Arif Bey, Erzurum'daki teşebbüs ve tekliflerini birer birer bu iki kelime ile
tartıyordu."Bu mu kanunsuzdur?" "Bumu isabetsizdir?"
diyerek kendini savunuyordu. Yaptığı işlerin ne olduğu, dolayısıyla verilen
bilgilerden anlaşıldığı için, hangisinin kanunsuzolmadığını ve hangisinin
isabetsiz bulunmadığını takdir etmek güç olmayacaktır. Celâlettin Arif Bey,
kanunsuz ve isabetsiz teklifin benden gelmeyeceğine Bakanlar Kurulu'nun
inanmasını beklerdim"dedikten sonra :Aranızda iddialarımı takdir edecek
arkadaşların bulunacağına inanıyorum sözleriyle, kendisini takdir edebilmenin,
ancakkendisinin eşi ve arkadaşı olmak durumunda bulunmakla mümkün olabileceğini
ortaya koyuyordu.Celâlettin Arif Bey, seçim bölgesinde incelemelerde
bulunmaksızın Ankara'ya dönemeyeceğini de bildiriyordu.
KAHRAMAN ERZURUM HALKININ BANA AÇTIĞI
DOST KUCAĞINI KÖTÜYE
KULLANABİLECEĞİNE ASLA İHTİMAL
VEREMEDİM
Efendiler, ben de İstanbul'a
dönemeyeceğimi İstanbul Hükûmeti'ne Erzurum'dan bildirmiştim. Eğer davet yeri
ve davet sahibi aynı olsaydı, insanın neredeyse, garip bir nazire yapıldığına
hükmedeceği gelebilirdi. Fakat, şartlar büsbütün başka olduğuna göre, İstanbul'un
davetine karşı bana vefa ve fedakârlık kucağını açmış olan kahraman Erzurum
halkının, bu samimiyetkucağını kötüye kullanabileceğine asla ihtimal
vermedim.
Hattâ Efendiler, 28 Eylül 1920
tarihinde, Erzurum halk temsilcileriadıyla, memur ve halktan aldığım elli
imzalı telgraf bile, bu inancımı sarsmadı. Gerçi, telgraf çok kaba ve
isyankârdı. Fakat, imzaların çoğu, Celâletin Arif Bey'in vali vekilliği ettiği
vilâyet memurlarına aitti.Özellikle İstinaf Mahkemesi üyelerinden olup
Celalettin ArifBey tarafından Polis Müdürü vekilliğine tayin edilen zatın
imzası, butelgrafın nasıl çirkin bir zihniyetin ürünü olabileceğine delil
sayılamazmıydı? Bu telgrafın, Maarif Müdürü Mithat Bey'in evinde toplanan
birtakım kimseler tarafından hazırlandığını anlamak da gecikmedi.
Efendiler, Celalettin Arif Bey,
tekliflerini bir yandan Erzurum Merkez Hey'eti Başkanı Tevfik imzasıyla
CelalettinArif Beyefendi'nin bildirdiği şekilde işlem yapılmasını
kesinlikleisteriz diye destekletirken, bir yandan da, Ankara ile şifreli
haberleşmelerde bulunularak, sözde birtakım işler yapılmak ve teşebbüsün
nasılbir etki yarattığı anlaşılmak isteniyordu. Erzurum 21/22.9.1920
Milli Eğitim Bakanlığı'na
Ankara
Erzurum Milletvekili Necati Bey'e
:
Mümkünse, Sağlık Müdürlüğü'ne Merkez
Tabibi Doktor Salim Bey'inatanmasına himmet olunması uygundur. Bundan önceki
atanmaların ciddiyettenuzak bulunduğu,. . ödeneklerimizi mutlaka alarak Ziraat
Bankası'ndan havale veriniz. Meclis'e yazılmıştır (Hüseyin Avni) Maarif Müdürü
Mithat
Bundan sonra : Erzurum
22.9.1920
Milli Eğitim Bakanlığı'na
Ankara
Rıza Nur Beyefendi'ye özel:
İimdiye kadar yazdığım işlerden
nasıl bir sonuç elde edildi? BakanlarKurulu'nda bu konu üzerinde ne geçti?
Lûtfen bana bilgi vermenizi rica eder, gözlerinizden öperim. (Celâlettin Arif)
Maarif Müdürü Mithat Daha sonra da : Çok ivedi Erzurum 25.9.l920
Milll Eğitim Bakanlığı'na
Ankara
Rıza Nur ve Necati Bey'lere
özel:
Ermenileri yola getirmek maksadıyla
Haziran'da seferberlik ilan edilereküç yüz beş (1305/1889) doğumlulara kadar
silâh altına çağrılmış dokuz bini savaşgörmüş ve on üç bini de savaş görmemiş
olmak üzere toplam yirmi iki bin askerle subay ailesinin beslenmeleri hemen
hemen Erzurum ili halkına yükletilerek, şuzamanda savaş vergileri toplanmak
suretiyle bir buçuk milyon liralık yiyecek, hayvan ve araçları alınmıştır.
Halk, maksadın yüceliğini takdir ederek bu kadar fedakârlık ettikten sonra,
Yiçerin'in bilinen mektubunun askerî harekâtı sonuçsuz bırakması, Ermenilerin
bundan cesaret alarak Müslüman halkı, zülümler yaparken, ordunun Ermeni
Bolşevik birleşmesini ileri sürerek cesaretsizlik göstermesi ve Kızıllar ile
istenildiği derecede anlaşılması, bunların yanında Celalettin Arif Bey'in
yazdığı yolsuzluklara meydan verilmesi pek kötü bir etkiyapmış, halkı
ayaklanmaya ve densizliğe sürûklemiştir.Kâzım Paşa'da Doğu'daki işIeri idare
edebilme kudreti olmadığından, buradaki siyasî ve askerî durumu Ermenilere
karşı koyabilecek şekilde iyi idare edebilecek dirayetli ve aynızamanda
olağanüstü yetkiye sahip bir hey'etin varlığı şarttır. İimdiye kadar değerli
zamanlar, Ankara'da dosyası bulunan gereksiz yazışmalarla geçmiş, belki
debirçok fırsatlar kaybolmuştur. Öte yandan, Erzurum'un mevsim bakımından
güçzamanları geldi. Ordunun korunması zarureti olduğu halde, elbise ve beslenme
konusunda pek çok sıkıntı çekilmektedir. Askerî ve sivil memurlar dört aydan
berimaaş alamamaktadırlar. Askeri giderler için yeni vergiler koymayı
düşünüyorlarsada halkın gücünü bilmiyorlar. Durumları asla elverişli değildir.
İstanbul Hükûmetipek kayıtsız. Yakın iller, özellikle Harput ili büsbütün
kayıtsız, hiç ilgi göstermemektedir. Bu gibi konularda Hükûmet'ten, gerekirse
benim adıma Meclis'inizdende gensoru önergesi vererek araştırma isteyiniz ve
ordunun ihtiyaçlarını oraca kesinlikle sağlandıktan sonra geliniz. Doğu illeri
ile ilgili haberlere pek inanmadım.İmza : Hüseyin Avni. Maarif Müdürü
Mithat
Görülüyor ki, Celalettin Arif
Bey'in, Hükümet üyeleriarasındaki, iddialarını takdir edeceğini sandığı ve
makamının şifresinden yararlanmaya kalkıştığı zat da kendisinin sırdaşı olmak
istememişve Meclis Başkanlığı'nı haberdar etmiştir.
Efendiler, kırk elli kişinin, bütün
Erzurum halkı adına telgraf çekmek suretiyle oynanmak istenen oyunun iç yüzü,
yine Erzurum halkındangelen ve halkın Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'ne karşı
bağlılık ve fedakârlık duygusuyla dolu olduğunu gösteren telgrafla
anlaşıldı.
Celalettin Arif Bey, Ermenistan
seferinde, en sonundaBüyük Millet Meclisi Ordusunun zafer kazandığını
gözleriyle gördüktensonra, yani geri dönmesi için yapılan tebligatı aldıktan
tam kırk yedigün sonra, Erzurum'dan ayrılmaya karar vermek mecburiyetinde
kalmıştır. Buna rağmen, hareketini Meclis'e şu telgrafla müjdeliyordu :
Erzurum, 27.11.1920
Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı'na
Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı
ve Adalet Bakanı CelalettinArif Beyefendi'nin, milletvekilimiz Hüseyin Avni
Bey'le birlikte, dünkü gün, kışın şiddetine rağmen, Erzurum halkının büyük ve
parlak uğurlama töreniyle Ankara'ya hareket ettiklerini arz eder, bu vesileyle
Meclis'e karşısonsuz saygılarımızı sunarız. Müdafaa-i Hukuk Merkez Hey'eti
Başkan Tevfik
Hüseyin Avni ve Celâlettin Arif
Bey'lerin Erzurum'dan döndükten sonra, Meclis'teki muhalif tutumları ve Kâzım
Karabekir Paşa'ya karşı yaptıkları hücum ve eleştirilerle Meclis'içok işgal
ettikleri görülmüştür.
DOĞU CEPHEMİZDE ERMENİLERLE SAVAş
BAşLIYOR
Saygıdeğer Efendiler, doğu
sınırlarımızda acele olan işimiz, C el â l e t t i n A r i f B e y 'in,
Erzurum'un inkılâp tarihinde bıraktığı izi daha fazla ele alıp incelemeye
elverişli değildir. Arzu buyurursanız o günlerin doğusınırlarımızdaki ciddî
işlerine geçelim :
Yüksek hey'etinizce de bilinmektedir
ki, Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan beri Ermeniler, gerek Ermenistan içinde,
gerek sınıra yakınyerlerde, Türkleri toplu olarak öldürmekten bir an geri
durmuyorlardı.1920 yılının Sonbaharında Ermenilerce yapılan zulümler dayanılmaz
birkerteye geldi ve Ermenistan seferine karar verdik. 9 Haziran 1920 tarihinde,
Doğu bölgesinde geçici seferberlik ilân ettik. 15' inci Kolordu Komutanı K â z
ı m K a r a b e k i r P a ş a 'yı Doğu Cephesi Komutanıyaptık. 1920
Haziranında, Ermeniler, Oltu'da kurulan, mahallî Türk yönetimine karşı
hareketle, o bölgeyi ele geçirdiler. Dışişleri Bakanlığı'mıztarafından
Ermenilere 7 Temmuz 1920'de bir ültimatom verildi. Ermeniler aynı şekilde
hareketlerine devam ettiler. Sonunda, seferberlikten üçbuçuk dört ay kadar
sonra, Ermenilerin Kötek, Bardiz bölgelerinde toplanankuvvetlerimize taarruzu
ile savaşa başlandı.
Ermeniler, 24 Eylül 1920 sabahı
Bardiz cephesinden baskın şeklinde yaptıkları genel bir taarruz ile başarıya
ulaştılar. Efendiler; DoğuCephesi'nin bu can sıkıcı bilgiler veren raporunu
okurken, C e l â l e t t i n A r i f B e y 'in de, Ermenilerin taarruz günü
olan 24 Eylülde yazılmış, bildiğimiz ültimatomunu alıyordum (Belge : 259).
Ermeniler geri püskürtülüp girdikleri bölgelerden atıldılar. Ordumuz 28 Eylül
sabahı ileriharekete geçti. Aynı günde Erzurum'un elli imzası da Ankara'ya
taarruza geçiyor. Ne kötü tesadüf ! . . . Sanki, bu Efendiler, Ermenilerle
aleyhimizde harekete sözleşmiş gibiler...
Ordu, 29 Eylülde Sarıkamış'a girdi,
30 Eylülde Merdenek işgaledildi. Fakat bazı sebepler ve düşüncelerle 28 Ekim
1920 tarihine kadar,bir ay, Sarıkamış - Lâloğlu hattında kaldı.
Bu sebeplerden birinin de,
Erzurum'da bulunan C e l â I e t t i nA r i f B e y ve arkadaşlarının
yarattıkları durum olduğunu tahmin buyurursunuz. Gerçekten de, K â z ı m K a r
a b e k i r P a ş a 'nın 29 Eylül 1920 tarihinde Sarıkamış'tan çekilen
telgrafında : 30 Eylülde cepheyi gezip gereken talimatı verdikten sonra
Erzurum'a giderek, oradageçen olayın sonuçlandırılacağı arz olunur...
deniliyordu.
K â z ı m K a r a b e k i r P a ş a,
30 Eylül 1920 tarihinde, Sarıkamış'tan C e l â l e t t i n A r i f B e y 'e
yazdığı bir şifrede :"Erzurum halkı adına kırk elli imza ile çekilen açık
telgraf, dış düşmanların milyonlarsarf ederek elde edemeyeceği bir belgedir.
Olayın kendisinden daha önemlive tehlikeli olan bu açık telgrafı dış
düşmanların tehlike ve tehdidinden.daha yıkıcı ve doğuracağı ağır sonuçları
cephe durumundan daha önemligördüğümden yarın Erzurum'a geleceğimi
bildiririm" diyordu.
C e l â l e t t i n A r i f B e y,
5/6 Ekim 1920 tarihli telgrafıyIa özellikle vatansever ordu içinde değerli ve
halkın güvenini kazanmışpek çok subay ve üstsubay bulunduğundan, yolsuzluk şikâyetleri
elbetteordunun dayanma gücünü ve disiplin esaslarını etkileyecek kadar
büyümemiştir şeklinde bilgi veriyordu.
ORDULARIMIZIN ÜSTSUBAY VE SUBAYLARI
HAKKINDA BİLİNEN BİR GERÇEK
Yıllarca vatanın çeşitli savaş
alanlarında komuta ettiğim ordularımızın üstsubay ve subayları ile ilgili
gizli, zaten bildiğim bir gerçeği yüz sekseninci defa da olsa işitmiş olmaktan
elbette pek memnun olmuştum.
Efendiler, savaş alanında verilecek
emri bekleyen Doğu Ordumuz,28 Ekim l920 günü Kars üzerine harekete başladı.
Düşman, direnmeksizin Kars'ı terketti. Kars 30 Ekimde tarafımızdan işgal
edildi. 7 Kasımtarihinde birliklerimiz, Arpaçay'ına kadar olan bölgeyi ve
Gümrü'yü elegeçirdi.
Ermeniler, 6 Kasımda ateşkes ve
barış için müracaat etmişlerdir.Biz de ateşkes anlaşmasının maddelerini,
Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla ,8 Kasımda Ermeni ordusuna bildirdik. 26
Kasımda başlayan barış görüşmeleri 2 Ocakta son buldu ve 2/3 Ocak gecesi Gümrü
Antlaşması imzalandı.
MİLLİ HÜKÜMETİN YAPTIĞI İLK
ANTLAşMA:GÜMRÜ ANTLAşMASI
Efendiler, Gümrü Antlaşması, Millî
Hükûmet'in yaptığı ilk antlasmadır. Bu antlaşma ile, düşmanlarımızın
hayallerinde ta Harşit vadisine kadar uzanan Türk ülkelerini kendisine
bağışlamış oldukları Ermenistan, Osmanlı Devleti'nin l877 seferiyle kaybetmiş
oldu ve bu yerleri,bize, Millî Hükumet'e terkederek aradan çıkarılmıştır.
Dünyadaki durumlarda önemli değişiklikler olması yüzünden, bu antlaşma yerine,
dahasonra yapılan 16 Mart 1921 tarihli Moskova ve 13 Kasım 1921 tarihliKars
Antlaşmaları geçerli olmuştur.
Efendiler, o bölgenin genel durumu
ve sınırlarımız bakımından temas halinde bulunduğumuz Gürcistan ile olan
ilişkilerimiz ve aramızdageçen olaylar hakkında da kısaca bilgi vereyim : l920 yılının Temmuzunda, Batum, İngilizler
tarafından boşaltılınca,Gürcüler hemen işgal ettiler. Bu durum Brest - Litowsk
ve Trabzon Antlaşmalarına aykırı olduğundan, 25 Temmuz 1920'de tarafımızdan
protesto edilmişti.
8 İubat 1921'de Ankara'da
itimatnamesini sunmuş olan Gürcü elçisiyle de, Türkiye - Gürcistan antlaşması
için görüşmeler başlamıştı. Nihayet 23 İubat 1921'de verdiğimiz kesin bir
ültimatom üzerine ArdahanArtvin ve Batum'un bize bırakılmasına razı olundu. Batum'un
işgali butarihten on beş gün sonra gerçekleşmiştir. Bu yerlere, Türkiye'ye
katılmayı sabırsızlıkla bekleyen halkın alkışları içinde girildi.
Daha sonra, Moskova Antlaşması
gereğince Batum boşaltıldı; fakat işgal etmiş olduğumuz öteki yerlerin anavatan
sınırları içinde kalması pekiştirildi.
TRAKYA'DAKİ DURUM
Efendiler, içinde bulunduğumuz
tarihlerde Trakya'nın durumuna da hep birlikte göz gezdirelim :
Doğu Trakya'da, Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ninTrakya - Paşaeli Merkez Hey'eti bir kongre yaptı.
Bu kongre, Trakya'nınidaresini, Trakya - Paşaeli Merkez Hey'eti'ne verdi.
Trakya'da KolorduKomutanı olarak bulunan C a f e r T a y y a r (C a f e r T a y
y a r P a ş a), bu Merkez Hey'etinde olmakla birlikte, Edirne milletvekili
olarak da Meclis'imize üye seçilmiştir. Trakya Merkez Hey'eti'ne ve Kolordu
Komutanı'na verdiğimiz talimat, Trakya'nın kaderinin bütün memleketinkaderiyle
birlikte çözülebileceği esasına dayanıyordu. Askerî harekâtbakımından da
verdiğimiz direktif şuydu :
Üstün kuvvetlerin taarruzuna
uğranılırsa sonuna kadar direnilecekve Trakya tamamiyle zapt ve işgal edilmiş
olsa bile, teklif edilecek herhangi bir çözüm şekli tek başına kabul
edilmeyecektir. Zaten Trakya'daki komutanın da kararının böyle olduğu ifade
edilmekteydi. Fakat sonzamanlarda,
Komutan C a f e r T a y y a r B e y,
yabancıların verdiğiteminat üzerine yapılan davete uyarılsa
İstanbul'a gitmiş, bize durumuancak
dönüşünden sonra bildirmişti. Anlaşıldığına göre, Doğu Trakya'nınyalnız başına
varlığını koruyamayacağı ancak Batı Trakya ile birleşerekbir yabancı devletin
idaresi sayesinde yaşayabileceği yolunda fikirler telkin edilmiş. . . Her halde
manevî gücü kıracak birtakım propagandalar yapılmış. . .
Cafer Tayyar Bey İstanbul'da iken
Tümen komutanlarından Muhittin Bey, İstanbul'dan Kolordu
Komutanlığına atanmışCafer Tayyar
Bey'in Trakya'ya dönmesine izin verilmiş. Cafer Tayyar Bey,İstanbul
çevreleriyle görüştükten sonra, Muhittin Bey'in teklifine rağmen, artık
kolordunun komutanlığını üzerinealmamış, Muhittin Bey'in üzerinde bırakmış.
Böylece Trakya'nınkaderi, İstanbul siyasî çevrelerinin etkisine terk edilmiş..
.
Efendiler, Büyük Millet Meclisi
açıldığı zaman, Trakya'da, 1' inciKolordu'nun savaş düzeni İöyleydi :
Kolordu karargâhı Edirne'de
60' ıncı Tümen : Keşan, Edirne,
Uzunköprü dolaylarında;
55' inci Tümen : Tekirdağ
bölgesinde;
49' uncu Tümen : Kırklareli
bölgesinde.
Yunan ordusu, Anadolu'da, Batı
Cephesinde yaptığı genel taaarruzda başarı sağladıktan sonra,
20 Temmuz 1920'de Tekirdağ'a bir
tümençıkardı. Tekirdağ bölgesinde pek dağınık bir durumda bulunan 55'
inciTümen, toplanmaya vakit bulamadan, Yunan tümeni, Edirne'ye doğruyürümeye
başladı.
Batı Trakya'dan Meriç'i geçerek
taarruz etmek isteyen Yunan kuvvetleri, o bölgedcki 60' ıncı Tümen'e komuta
eden C e m i l B e y' in ( İçişleri Bakanı C e m i l B e y'dir) ve 15 Haziranda
kuvvetleriyle Edirne'yegelmiş bulunan ve Edirne - Karaağaç istasyonu arasında
ciddî savaşlarvermiş olan İükrü Naili Bey'in (İükrü Naili Paşa) dikkat ve
direnmeleri sayesinde durduruldu ve ilerlemeleri önlendi.
TRAKYA'DAKİ KOLORDUMUZUN ASKERLİĞİN
GEREKLERİNİ VE VATANSEVERLİK
NAMUSUNU YERİNE GETİREMEMESİNİN TEK
SORUMLUSU CAFER TAYYAR PAşA'DIR
Edirne'ye doğru serbestçe
ilerlemekte olan düşman trenine karşı, bütün 1' inci Kolordu kuvvetlerini
toplayıp tedbir alacak komutanın, Kolordu Komutanı M u h i t t i n B e y in ne
yaptıgını bilmiyorum. Yalnız elde ettiğim bilgilere göre, C a f e r T a y y a r
B e y, kendi kuvvetleri ile temas kuramadan, Havza yakınlarında atla dolaşırken
düşman tarafından esir edilmiştir. Ondan sonra sevk ve idareden mahrum kalan 1'
inci Kolordu'muz tamamiyle dağıldı. Birliklerininbir kısmı esir oldu, bir kısmı
da Bulgaristan'a sığındı. Sonuç olarak,Trakya'nın tamamı Yunanlıların eline
geçti. Ne yazık ki, 1' inci KolorduKomutanı'nca, milletin istediği ve beklediği
ileri görüşlülüğün, uyanıklıkve fedakârlığın gösterildiğine şahit
olamadık.
Efendiler, Trakya'nın özel ve güç
durum ve şartlar içinde bulunduğuna şüphe yoktu. Fakat bu özellik ve güçlük,
hiçbir zaman Trakya'dakikolordunun askerliğin gereklerini yerine getirmesine ve
vatanperverliknamusunu göstermesine engel olamazdı. Eğer, bu yapılamamış ise,
millet ve tarih karşısında bulunan tek sorumlusu C a f e r T a y y a r P a ş a
'dır. Tarihte bütün bir vatanı, çok üstün düşman kuvvetleri karşısında, son bir
avuç toprağına kadar karış karış kahramanca ve namuslucasavunmuş ve yine
varlığını koruyabilmiş ordular görülmüştür. Türk ordusu o cevherde bir ordudur.
Yeter ki ona komuta edenler, komuta edebilme vasıflarına sahip olabilsinler!
Efendiler, komutanlar, askerliğin
görev ve gereklerini düşünür veuygularken, beyinlerini siyasî görüşlerin etkisi
altında bulundurmaktankaçınmalıdırlar. Siyasetin gereklerini düşünen başka
görevliler bulunduğunu unutmamalıdırlar.
Komutanların, emirleri altına
verilen millet evlâdını, memleket vasıtalarını, düşmana ve ölüme doğru
sürerken, düşündükleri tek nokta,milletin kendilerinden beklediği vatan
görevini ateşle, süngüyle ve ölümle yerine getirerek sonuç almaktır. Askerî
görev, ancak bu anlayış veinançla yerine getirilebilir. Lâfla, politika ile,
düşmanın aldatıcı vaadlerine kulak vermekle askerlik görevi yapılamaz.
Omuzlarında ve özellikle kafalarında askerlik sorumluluğunu yüklenecek kadar
kuvvet bulunmayanların feci sonuçlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.
Efendiler, bir komutanın esir olması
da mazur görülebilir. O zaman ki, askerliğin görev ve gereklerini yerine
getirip uygulamakta, elindeki kuvveti sonununa kadar, son süngü ve son nefese
kadar kullandıktan sonra, kanını akıtmak fırsatını bulamaksızın düşman eline
düşerse. . .
Efendiler, bütün ordusu, üstün
düşman karşısında yenilip de kendiliğinden geri çekilirken, kılıcını çekip tek
başına atını, düşman başkomutanının çadırına doğru sürerek ölüm arayan Türk
komutanları görülmüştür.
Bir Türk komutanının, ordusunu
kullanmaksızın, herhangi bir kötütesadüf ve kötü şans eseri bile olsa, düşmana
esir düşmesini biz mazurgörsek de, tarih, bunu asla affetmez ve affetmemelidir.
Türk inkılâp tarihinin gelecek nesillere hitap ve uyarısı işte budur.
İKİNCİ KONYA İSYANI
Saygıdeğer Efendiler, Anadolu
ortasında çıkarılaniç isyanların, Yunan ordusu karşısında bulunan kuvvetlerimiz
ve yaptığımız düzenlemeler üzerindeki kötü etkileri, düşmanlarca umulan
sonuçları vermedi. Savunma kuvvetlerimiz üzerinde doğrudan doğruya tesirini
göstererek, cephemizi yıkma hedefine yönelmiş bulunan herakâtla birlikte,
cepheye yakın bölgelerde de halkı ayaklandırmak, düşmanların önem verdikleri
bir mesele idi. İstanbul, bu konudaöteden beri çalışmaktaydı. Zeynelâbidin
Partisi'nin Konya ve dolaylarında çıkmasına vasıta olduğu isyan hareketleri,
nihayet 1920 yılı Ekimininbaşında patlak verdi.
D e l i b a ş adında bir eşkıya, beş
yüz kadar asker kaçağını topladı.2/3 Ekim 1920 gecesi Çumra'yı bastı. 3 Ekim
sabahı da Konya'ya girdive idareyi ele geçirdi. Konya valisi bulunan H a y d a
r B e y ve Komutan A v n i B e y (Milletvekili A v n i P a ş a 'dır) Konya'da
bulunan az sayıdaki asker ve jandarma ile, Alâettin tepesinde, âsîlere
karşıanılmaya değer bir kahramanlıkla savunmada bulundular. Fakat âsîlerin
çokluğu ve her taraftan saldırmaları karşısında âsîlere esir düştüler.
Aynı günlerde Beyşehir ve Akşehir
ilçelerinde de görevli olarak dolaşan askerî hey'etlerimiz, oralardaki âsîler
tarafından görev yapmaktanalıkondular. Ilgın ilçesinin Çekil köyü yakınlarında
toplanan üç yüz kadar âsî de, nasihat için giden hey'ete ateş etti. Konya'nın
güneyinde Karaman ilçesinde de âsîler toplanmaya başladı. Sultaniye âsîlerin
eline düştü.
Efendiler, bu ayaklanmalara karşı,
Afyonkarahisar'dan ve Kütahya'dan sevkettiğimiz D e r v i ş B e y (Kolordu
Komutanı D e r v i şP a ş a) komutasındaki kuvvetler, Konya'nın kuzeyindeki
Meydan istasyonu yakınlarında âsîlerle karşılaştı. Ankara'dan da bir süvari
alayı ve birdağ topu ile, o zaman İçişleri Bakanı olan R e f e t B e y
komutasındasevkedilen kuvvet, Meydan istasyonundan ilerleyen D e r v i ş B e
ykuvvetiyle birleşti. Adana Cephesinden de bir kuvvet Karaman'a doğruyola
çıkarıldı.
Konya üzerine hareket eden
kuvvetler, âsîlerle yaptıkları bir kaççatışmadan sonra, 6 Ekim 1920'de Konya'yı
âsîlerden kurtardı. Oradankaçan âsîler Koçhisar, Akseki, Bozkır ve Manavgat'a
doğru gittiler. Diğer bir kısım âsîler de Afyonkarahisar'la Konya arasındaki
Kadınhan ve Ilgın'ı işgal ettiler. Bu bölgeye de Batı Cephesi'nden Yarbay O s m
a n B e y komutasında bir kuvvet gönderildi. O s m a n B e y müfrezesi Ilgın,
Kadınhan, Çekil ve Yalvaç'taki isyanları bastırdı. Güneyden gelen kuvvetimiz
Karaman'ı kurtardı.
İsyan bölgesinde âsîleri tepelemeyi
başaran kuvvetlerimiz Bozkır,Seydişehir ve Beyşehir'i de isyancılardan
temizledi. Her tarafta, âsîlerindöküntülerinden bir kısmı bize katıldılar. Bir
kısmı da Antalya ve Mersinyönlerine doğru kaçtılar. D e l i b a ş, Mersin
bölgesinde Fransızlarasığındı.
Saygıdeğer efendiler, Yeşilordu teşkilâtından
sözederken açıklamıştım ki, düşmana karşı oluşturulacak kuvvetler konusunda iki
zıt görüşçarpışmaya başlamıştı. Bizim benimsediğimiz düzenli ordu kurma
görüşüne karşı çıkılarak milis diyebileceğimiz bir çeşit teşkilât kurma
gürüşüne ağırlık kazandırılmak isteniyordu. R e ş i t, E t h e m ve T e v f i
kkardeşler, Kütahya yakınlarında, Kuva-yı seyyare adı altında ve elleri altında
bulunan kuvvete dayanarak bu görüşün başını çekiyorlar veateşli bir şekilde
çalışıyorlardı.
"ORDUDAN FAYDA YOKTUR"
SÖZLERİ VE BATI CEPHESİ KOMUTANI'NIN TAARRUZ TEKLİFİ
Batı Cephesi'nde, orduda ve halk
arasında bu yaygın görüş etrafında yapılan propaganda o kadar güçlü ve etkili
bir duruma geldi ki, ordudan fayda yoktur dağılsın! Hepimiz Kuva-yı Milliye
olalım... sözleri her tarafta kulakları doldurmaya başladı.
Batı Cephesi birlikleri arasında,
Kuva-yı Milliye halinde, bir bölgeve bir cepheye sahip bulunan E t h e m B e y
müfrezesinin adamları,âdeta müstesna, ordu erlerinden daha üstün, imtiyazlı ve
gıpta edilecek durumda sayılmaya başladı. E t h e m B e y ve kardeşleri de,
herkes üzerinde bir çeşit otorite ve üstünlük kurmaya başladılar...
İşte bu sıralarda idi ki, Batı
Cephesi Komutanı, Genel Kurmay Başkanlığı'na, E t h e m ve T e v f i k
kardeşlerin etkisiyle olduğu sanılan bir teklifte bulundu: "Yunan
ordusunun Gediz yakınında bulunan müstakil bir tümenine taarruz etmek!. .
"
Batı Cephesi Komutanı, düşman
kuvvetlerinin uzun bir cephe üzerinde dağılmış olarak bulunduğu, Gediz
yakınındaki kuvvetinin zayıf ve tek başına bırakıldığını ileri sürerken, düşman
moralinin bozuk olduğunu da kabul ediyordu.
O tarihlerde, Yunan ordusu üç
tümenle Bursa bölgesinde; bir tümenle Aydın dolaylarında; bir tümenle Uşak'ta
ve bir tümenle Gediz'de bulunuyordu.
Batı Cephesi Komutanı, iki piyade
tümenini ve Ethem Bey'in Kuva-yı Seyyâresi'ni Gediz'deki Yunan tümeni üzerine
harekete geçirebilecekti. Bu hareketten parlak bir sonuç almayı umuyordu.
Genelkurmay Başkanlığı, Batı Cephesi
Komutanlığı'nın bu teklifini kabul etmedi. Çünkü düşman ordusu genel durumu
itibariyle bizim ordumuzdan daha kuvvetli idi. Biz, daha ordumuzu kurmuş ve
düzene sokabilmiş değildik. Cephanemiz miktarı da ağırdan almamızı gerektiriyordu.
Bütün cephe kuvvetlerimize müracaat ederek ve azçok üstün bir kuvvet
toplayarak, Gediz'de düşmana karşı sür'atle bir başarı kazanmak belki mümkün
olabilirdi. Fakat kuvvetlerimiz ve hazırlığımız, böyle bir başarıyı genel ve
sonuç aldırıcı bir başarıya götürmeye elverişli değildi. O halde, bütün işe
yarayan kuvvetlerimizi, sınırlı ve geçici bir başarı elde etmek için kullanmış
ve yıpratmış olacaktık. Bu takdirde, düşman bütün kuvvetleri ile bir karşı
taarruza geçerse, her tarafta yenilgi kaçınılmaz olurdu. Bundan dolayı da
cephenin ve Hükûmet'in şimdilik ordu teşkilâtını genişletmek ve mevcudunu
artırarak cepheyi kuvvetlendirmeye çalışmak gerekiyordu. Memleketin ölüm kalım
meselesi demek olan Batı Cephesi'nde özel ve sınırlı düşüncelere kapılmak doğru
bulunmuyordu.
Genelkurmay Başkanı bu Gediz
taarruzunun yapılmamasında ısrar etti. Batı Cephesi Komutanlığı ile, haberleşme
yoluyla anlaşamadı. Bizzat Ankara'dan Eskişehir'deki Batı Cephesi Karargâhı'na
gitti. Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa ile Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa'
nın bu görüşmeleri sonunda, Ali Fuat Paşa durumu yerinde bir daha inceledikten
sonra karar vermek üzere, hareketi ertelemiştir. Fakat, birkaç gün sonra, Cephe
Komutanlığı'nca gönderilen rapordan taarruza karar verildiği anlaşılmıştır.
Efendiler, o günlerde bu taarruz
lehinde, her tarafta ve Meclis'te müthiş bir propaganda yapılıyordu.
"Düşman Gediz'de tek başınadır.
Biz onu orada yok ederiz. Parlak bir durum ortaya çıkar. Zaten Yunan ordusu
kaçmaya hazırdır" sözleriyle, Gediz taarruzunun gerekli olduğu, neredeyse
genel bir kanaat haline getirilmek isteniyordu.
Sonunda, Batı Cephesi Komutanı, 61'
inci ve 11' inci Tümenler ve Kuvve-i Seyyareler'le 24 Ekim 1920'de Gediz'deki
düşmana taarruz etti.
Efendiler, dalgalı, disiplinsiz,
emir ve komutasız bazı hareketlerden sonra, bildiğiniz üzere, Gediz'de
yenildik.
Yunan ordusu bu harekete cevap oimak
üzere, 25 Ekim 1920 günü Bursa Cephesinden taarruza
geçti. Yenişehir'i ve İnegöl'ü işgal
etti. Uşak'tan, Dumlupınar sırtları ilerisinde bulunan birliklerimize saldırdı.
Birliklerimiz, Dumlupınar sırtlarına kadar çekildi.
Böylece Efendiler, cephenin her
tarafında yeniden genel bir yenilgiye uğradık.
Batı Cephesi Komutanı'nın, taarruza
geçmesinden dört gün sonra Bakanlar Kurulu'nda şu telgrafı okundu :
Genel Kurmay Başkanlığı'na,
Çandarhisar 27/28.10.1920
1- Birliklerin savaş kayıplarını
sür'atle telâfi ihtiyacındayız. Gediz savaşı, üç yüz savaşçıdan kurulu
birliğin, bir taburun savaş görevini yapmasına yeterli olmadığını
gösterdiğinden, tabur mevcutlarını dörder yi.iz savaşçıya çıkarmak
mecburiyetindeyiz. Bu savaşlar dolayısıyla, bütün depo birlikleri bile cepheye
sürüldüğünden yetişmiş, silâhlı ve teçhizatlı bin ikmal erinin, özellikle
Ankara'daki birliklerinden, bu mümkün değilse en yakın bir yerden acele olarak
gönderilmesini, 2 - Askerî manevralar ve
savaşlar giydirilebilen erlerin bile elbiselerini, ayakkabılarını parçalamış,
dünden beri kar yağan dağlarda asker çıplak ve yalınayak ayak kalmıştır.
"Cephe Komutanlığı Vekilliği" emrinde hiçbir şey olmadığından,
özellikle kaput, ayapkabı, pamuklu, elbise, yelek, kuşak; kısacası, hava
şartlarından korunmak için ne verilmek gerekiyorsa, on beş bin hesabıyla acele
olarak gönderilmesini arz ve rica ederim.
3 - Millî Savunma Bakanlığı'na,
Genelkurmay Başkanlığı'na ve bilgi edinilmesi için Cephe
Komutanlığı Vekilliği'ne
yazılmıştır. ( Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat)
Efendiler, Batı Cephesi Komutanı Ali
Fuat Paşa'nın, daha Gediz savaşının yapılmakta olduğu bir sırada okuduğumuz bu
telgrafında yazılmış olanlarla, bunlarda sezilen anlam ve zihniyetin pek
dikkate değer görülmesi tabiîdir, sanırım. Askerin durumu, kuvvetimizin
miktarı, hazırlığımızın derecesi, bütün memlekette her bakımdan muhtaç
olduğumuz muz kaynakların kudret ve kabiliyeti, elbette bu telgraf tarihinden
üç gün önce Batı Cephesi Komutanlığı'nca biliniyordu. Her şey tamam olup da,
bunlar Gediz Muharebesi'nin yapıldığı üç beş gün içinde mi mahvolmuştu?
Bilinmekte olan bütün gerçeklere rağmen, Batı Cephesi, Genelkurmay kurmay
Başkanlığı tarafından mı taarruza zorlanmıştı?
Söz konusu telgraf, Bakanlar
Kurulu'nda okunduktan sonra altına şu not yazılmıştı :
Bakanlar Kurulu'nca okundu. İleri
sürülen sebepler ve olaylar akla yatkın bulunmadı. Gerekli yardımın yapılacağı
tabiidir. 3' ncü Alay'dan beklenen kuvvet gönderilecektir.(İsmet).
BÖLÜMLER - LİNKLER
1. Kuva-i Milliye (Ulusal Güçler) Dönemi :
Atatürk'ün 19.Mayıs.1919 tarihinde Samsun'a çıkışından başlayan ve Anadolu'ya hareketi ile devam eden, kongreler, ön çalışmalar, ordu müfettişliği zamanı, geri çağrılması, idam fermanı, sivil yaşama geçişi, tarihi belge niteliğini taşılan telgraf teatileri, ortu kumandanları ile vilayet mutasarraflarının durumları, görüşleri, payitahtın ne pahasına olursa olsun yeni bir devlet kuruluşunu engelleme çalışmaları, meclisin toplanma aşamasına kadar geçen dönem.
Bölümleri :
1.Bölüm : Ata'mızın Samsun'a çıkışından itibaren, Kavak, Havza üzerinden Amasya, ardından Tokat üzerinden Sivas ve kongre için hazırlıklar. Sayfaya Git
2.Bölüm : Erzurum Kogresi hazırlıkları ve yapılması, arkasından önemli kararların alınacağı Sivas Kongresi. 1 ve 2 nci Bölümler Atamızın en tehlikeli günleridir, görevinden ayrılmış, her an yakalanma durumu, valiler ve askeri komutanların bazıları tereddüt içinde ve telgraflar-Mektuplar... Sayfaya Git
3.Bölüm : Sivas kogresi karşıtları, manda yönetimi tartışmaları, Ali Galip diye birisi ve telgraflar. Nutuk okunmaya devam edildikçe, özellikle TCDD da benim bulunduğum görev olduğu için değinmek isterim: Posta İdaresinin Telgraf sistemleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasında en önemli yeri işgal eden bu sistem aynen demiryollarında da mevcuttu ve sistemin devamlı faal durumda olması, Telgraf hatlarından alın, makina ve enerji kaynaklarına bakan teknik elemanları ile telgraf makina operatörlerine kadar tüm personelin gece-gündüz, bayram-tatil demeden fedakarlıkla görev başında bulunmasına bağlıdır. Sayfaya Git
4.Bölüm : İstanbul ile tamamen iplerin kopması, İst. hükümet değişiklikleri, Konya eski valisinin ihaneti ve telgraflar...Sayfaya Git
5.Bölüm : Milli teşkilak genişliyor, halk tarafından benimseniyor, Atamızın önemli paşalarla bizzat veya tlegrafla görüşmesi.Sayfaya Git
6.Bölüm : Yeni seçilen milletvekillerine verilen direktif, İst.Meclis-i mebusanın İst. dışında toplanması gerektiği, mevcut hükümetin resmen işgal kuvvetleri emrine girmesi ve telgraflar...Sayfaya Git
7.Bölüm : Sivas'dan Ankara'ya hareket, Bayburt'ta yalancı peygamber, Genç subaylara cephe alan Dahiliye Nazırı, Ankara'ya gelen yeni milletvekilleri, Misak-ı milli hazırlıkları ve telgraflar...
Sayfaya Git
8.Bölüm : Anadolu'daki yabancı subayların tutuklanma girişimi, İst. hükümetinin düşürülmesi gerektiği, Atamızın millete yayınladığı bildiri, Büyük Millet Meclisinin toplanması, Ankara Hükümetinin kurulma çalışmaları.Sayfaya Git
M.Kemal Paşa Samsun'da Bandırma Vapurundan inmiş, sandalda.
2. Türkiye Büyük millet Meclisi Dönemi :
23.Nisan.1920 Tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin resmen açılışı yapıldıktan sonra, ülke yönetim sistemi için yapılan çalışmalar, kanunlar, istiklal savaşlarının galibiyetle sonuçlanması, anlaşmalar ve Cumhuriyetin kurulma aşamalarına kadar geçen dönem.
Bölümleri :
1.Bölüm : Atamızın TBMM başkanlığına seçilmesi ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
2.Bölüm : Çerkez Etem olayları ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
3.Bölüm : Hilafet konusu, Londra konferansı ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
4.Bölüm : Anadolu'da çıkan isyanlar, Merkez Ordusu kurulması ve diğerleri İçindekilerde.
Sayfaya Git
5.Bölüm : Saltanatın kaldırılması kararı, Vahdettin'in kaçırılması ve diğerleri İçindekilerde.
Sayfaya Git
6.Bölüm : Lozan -Mondros, İsmet Paşa ile bazı paşaların anlaşmazlığı ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
TBMM nin açılış töreni
3. Cumhuriyet Dönemi :
29.Ekim.1923 Taürihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin resmen ilan edilmesinin ardından, Nutuk söylevinin mecliste okunduğu tarih olan 15.Ekim.1927 e kadar geçen dönemde yapılan köklü çalışmalar, alınan kararlar, çıkartılan kanunlar ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin geri dönülmez biçimde dünyaya duyurulması ile tanınması.
Bölümleri :
1.Bölüm : Atamızın C.Başkanı seçilmesi, Halifelik yorumları ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
2.Bölüm : Kazım Karabekir olayı, Rauf Bey ve Cumhuriyet ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
Ana Sayfaya Git
1. Kuva-i Milliye (Ulusal Güçler) Dönemi :
Atatürk'ün 19.Mayıs.1919 tarihinde Samsun'a çıkışından başlayan ve Anadolu'ya hareketi ile devam eden, kongreler, ön çalışmalar, ordu müfettişliği zamanı, geri çağrılması, idam fermanı, sivil yaşama geçişi, tarihi belge niteliğini taşılan telgraf teatileri, ortu kumandanları ile vilayet mutasarraflarının durumları, görüşleri, payitahtın ne pahasına olursa olsun yeni bir devlet kuruluşunu engelleme çalışmaları, meclisin toplanma aşamasına kadar geçen dönem.
Bölümleri :
1.Bölüm : Ata'mızın Samsun'a çıkışından itibaren, Kavak, Havza üzerinden Amasya, ardından Tokat üzerinden Sivas ve kongre için hazırlıklar. Sayfaya Git
2.Bölüm : Erzurum Kogresi hazırlıkları ve yapılması, arkasından önemli kararların alınacağı Sivas Kongresi. 1 ve 2 nci Bölümler Atamızın en tehlikeli günleridir, görevinden ayrılmış, her an yakalanma durumu, valiler ve askeri komutanların bazıları tereddüt içinde ve telgraflar-Mektuplar... Sayfaya Git
3.Bölüm : Sivas kogresi karşıtları, manda yönetimi tartışmaları, Ali Galip diye birisi ve telgraflar. Nutuk okunmaya devam edildikçe, özellikle TCDD da benim bulunduğum görev olduğu için değinmek isterim: Posta İdaresinin Telgraf sistemleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasında en önemli yeri işgal eden bu sistem aynen demiryollarında da mevcuttu ve sistemin devamlı faal durumda olması, Telgraf hatlarından alın, makina ve enerji kaynaklarına bakan teknik elemanları ile telgraf makina operatörlerine kadar tüm personelin gece-gündüz, bayram-tatil demeden fedakarlıkla görev başında bulunmasına bağlıdır. Sayfaya Git
4.Bölüm : İstanbul ile tamamen iplerin kopması, İst. hükümet değişiklikleri, Konya eski valisinin ihaneti ve telgraflar...Sayfaya Git
5.Bölüm : Milli teşkilak genişliyor, halk tarafından benimseniyor, Atamızın önemli paşalarla bizzat veya tlegrafla görüşmesi.Sayfaya Git
6.Bölüm : Yeni seçilen milletvekillerine verilen direktif, İst.Meclis-i mebusanın İst. dışında toplanması gerektiği, mevcut hükümetin resmen işgal kuvvetleri emrine girmesi ve telgraflar...Sayfaya Git
7.Bölüm : Sivas'dan Ankara'ya hareket, Bayburt'ta yalancı peygamber, Genç subaylara cephe alan Dahiliye Nazırı, Ankara'ya gelen yeni milletvekilleri, Misak-ı milli hazırlıkları ve telgraflar...
Sayfaya Git
8.Bölüm : Anadolu'daki yabancı subayların tutuklanma girişimi, İst. hükümetinin düşürülmesi gerektiği, Atamızın millete yayınladığı bildiri, Büyük Millet Meclisinin toplanması, Ankara Hükümetinin kurulma çalışmaları.Sayfaya Git
M.Kemal Paşa Samsun'da Bandırma Vapurundan inmiş, sandalda.
2. Türkiye Büyük millet Meclisi Dönemi :
23.Nisan.1920 Tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin resmen açılışı yapıldıktan sonra, ülke yönetim sistemi için yapılan çalışmalar, kanunlar, istiklal savaşlarının galibiyetle sonuçlanması, anlaşmalar ve Cumhuriyetin kurulma aşamalarına kadar geçen dönem.
Bölümleri :
1.Bölüm : Atamızın TBMM başkanlığına seçilmesi ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
2.Bölüm : Çerkez Etem olayları ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
3.Bölüm : Hilafet konusu, Londra konferansı ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
4.Bölüm : Anadolu'da çıkan isyanlar, Merkez Ordusu kurulması ve diğerleri İçindekilerde.
Sayfaya Git
5.Bölüm : Saltanatın kaldırılması kararı, Vahdettin'in kaçırılması ve diğerleri İçindekilerde.
Sayfaya Git
6.Bölüm : Lozan -Mondros, İsmet Paşa ile bazı paşaların anlaşmazlığı ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
TBMM nin açılış töreni
3. Cumhuriyet Dönemi :
29.Ekim.1923 Taürihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin resmen ilan edilmesinin ardından, Nutuk söylevinin mecliste okunduğu tarih olan 15.Ekim.1927 e kadar geçen dönemde yapılan köklü çalışmalar, alınan kararlar, çıkartılan kanunlar ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin geri dönülmez biçimde dünyaya duyurulması ile tanınması.
Bölümleri :
1.Bölüm : Atamızın C.Başkanı seçilmesi, Halifelik yorumları ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
2.Bölüm : Kazım Karabekir olayı, Rauf Bey ve Cumhuriyet ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
Ana Sayfaya Git
Follow @AlpWebSite
Bizi Takip Edin
Tweetle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder