Türkiye Büyük Millet Meclisi Dönemi :(Bölüm - 4)
23.Nisan.1920 Tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin resmen açılışı yapıldıktan sonra, ülke yönetim sistemi için yapılan çalışmalar, kanunlar, istiklal savaşlarının galibiyetle sonuçlanması, anlaşmalar ve Cumhuriyetin kurulma aşamalarına kadar geçen dönem.
İçindekiler :
ANADOLU'NUN ORTASINDA YENİDEN ÇIKAN BİRAKIM İÇİSYANLAR
ANADOLU'NUN ORTASINDA YENİDEN ÇIKAN BİRAKIM İÇİSYANLAR
MERKEZ
ORDUSUNUN KURULMASI VE NURETTİN PAşANIN KOMUTANLIĞA GEÇMESİ
MALTA'DAN YENİ DÖNEN BAYINDIRLIK BAKANI
RAUF BEY'LE KARA VASIF BEY GÜDÜLEN ASKERİ SİYASETİ ÖĞRENMEK İSTİYORLARDI
BENİM şAHSEN ANKARA'DAN UZAKLAşMAM
İSTENİYORDU
İKİNCİ GRUP KURULUYOR
ORDU SAFLARINA KADAR YAYILAN BOZGUNCULUK
TELKİNLERİ
ORDUMUZUN KARARI TAARRUZDUR
YETERİNCE HAZIRLANMIş OLMASI GEREKEN ÜÇ
VASITA, İÇ VE DIş CEPHELERİMİZ
DOĞU CEPHESİ KOMUTANI'NIN BİR GÖRÜşÜ
ÇEşİTLİ DEVLETLERLE YAPILAN RESMİ VE ÖZEL
TEMASLAR
DÜNYA ÖNÜNDE VERECEGİMİZ İMTİHANA
HAZIRLANIRKEN
22 MART 1922 TARİHLİ ATEşKES ANLAşMASI
TEKLİFİ
ATEşKES ANLAşMASI TEKLİFİNE CEVAP VERMEYE
HAZIRLANIRKEN ALINAN BARIş TEKLİFİ
BAşKOMUTANLIK KANUNUN TARİHÇESİ
MEMLEKETİN YÜKSEK ÇIKARLARI UĞRUNA
BAşKOMUTANLIK GÖREVİNE DEVAM KARARI VERDİM
ORDUNUN KIPIRDANAMAYACAĞINI İDDİA EDEN BİR
GAFİLİ ALKIşLAYANLAR
ORDUNUN MADDİ VE MANEVİ GÜCÜ, MİLLİ GAYEYİ
TAM BİR GÜVENLE GERÇEKLEşTİRECEK DÜZEYE YÜKSELMİşTİ
MUHALİF GURUBUN MECLİSTE'Kİ FAALİYETİ
RAUF BEY BAKANLAR KURULU BAşKANI OLDU
TAARRUZ KARARI
1'İNCİ ORDU KOMUTANI ALİ İHSAN PAşA'NIN
YARATTIĞI DURUM
TAARRUZ PLANIMIZIN ANA ÇİZGİLERİ
TAARRUZA HAZIRLIK EMRİ
26 AĞUSTOS 1922 TAARRUZ EMRİ
BAşKOMUTAN SAVAşI
ATEşKES TEKLİFİ
ORDULARIMIZ İZMİR RIHTIMINDA İLK VERDİĞİM
HEDEFE, AKDENİZ'E ULAşTILAR
İTİLAF DEVLETLERİNİN 23 EYLÜL 1922 TARİHLİ
ATEşKES TEKLİFİ
MUDANYA KONFERANSI
BARIş KONFERANSI'NA GÖNDERDİĞİMİZ
DELEGELER
İSMET PAşA'NIN DIşİşLERİ BAKANLIĞI'NAVE
DELEGELER HEY'ETİ BAşKANLIĞINA SEÇİLMESİ
LOZAN ( LAUSANNE ) BARIş KONFERANSI'NA
DAVET
SALTANATIN KALDIRILMASI
RAUF BEY'İN SALTANAT VE HİLAFET
KONUSUNDAKİ DÜşÜNCESİ
MECLİS'TE
SALTANATIN KALDIRILAMSI GÖRÜşÜLÜRKEN RAUF BEY'E VERDİĞİM ROL
LOZAN BARIş KONFERANSI'NA TEVFİK PAşA VE
ARKADAşLARI DA KATILMAK İSTİYORDU
ANADOLU'NUN ORTASINDA YENİDEN ÇIKAN
BİRAKIM İÇİSYANLAR
Efendiler, Sıvas'ın kuzeyinde ve
Yozgat'ta çıkan ve Sizlerce de bilinen iç isyan olaylarından başka,1920 yılı
sonlarında, yeniden Anadolu'nun ortasında, Ziletaraflarında, Küçük Ağa, Deli
Hacı Aynacı oğulları,Erbaa yakınlarında Kara Nâzım, Çopur Yusuf; başka
yerlerdeDeli Hasan, Küçük Hasan gibi birtakım serserilerle YozgatÇayözü
Çerkezlerinden kurulu çeteler;1921 yılı başlarında da Koçkiri aşiretinin
beylerinden Haydar Bey; İstanbul'da Seyit Abdülkadir'den aldığı talimat üzerine
Alişan ve akrabasından Naki, Alişir ve daha başkaları ile birlikte isyan
hareketlerine başladılar. Birçokkuvvetimiz bir taraftan Pontusçuları diğer
taraftan da bu âsîleri izleyiportadan kaldırmakla uğraşıyorlardı.
MERKEZ ORDUSUNUN KURULMASI VE NURETTİN
PAşANIN KOMUTANLIĞA GEÇMESİ
Efendiler, hatırlarsınız ki,
Nurettin Paşa, Yunan ordusunun ilk defa taarruz eder gibi görünmesi karşısında,
birtakım boş ve ıaıantıksız düşünceler ileri sürdüğü için, kendisine görev
verilmemiş olduğundan, bir mektupla, bizimle çalışamayacağını bildirerek ve
izin alarâk Taşköprü'ye gitmişti. O tarihten beş ay sonra,
bazıkimseler,Nurettin Paşa adına gerek Fevzi Paşa Hazretleri'ne gerek bana,
kendisine bir görev verilirse, bunu ciddiyet ve samimiyetle yapacağını
söyleyerek aracılık ettiler. Biz de Anadolu'nun orta kesiminde güvenliği
sağIamakla görevli bulunan kuvvetlerimizi büyücek bir komuta altında
birleştirmekte yarar gördüğümüzden, 9 Aralık 1920'de, Sıvas'taki .3' üncü
Kolordu'vu kaldırarak, onun görevirıi yeni kurdugumuz Merkez Ordusu'na verdik.
Bu ordunun komııtanlığına da Nurettin Paşa'yıgetirdik.
Nurettin Paşa, merkez bölgesinde bir
yıla yakın görev yaptı. Fakat milletvekillerinin, kendi yetkisi dışına taşarak
bazı yurttaşların haklarına el uzattığı yolundaki şikâyetleri ve İçişleri
Bakanlığı'na soru önergeleri vermeleri, Bakanlığın da şikâyetleri haklı bulması
üzerine Meclis'in isteği ile Kasım 1921 başlarında görevden alındı. Meclis,
Nurettin Paşa'nın yargılanmasına karar verdi. Bu durum benimle Bakanlar Kurulu
arasında da bir anlaşmazlığın çıkmasına yol açtı. Fen, Nurettin Paşa için
uygulanması istenen işleme katılmadım. Fevzi Paşa Hazretleri de benim görüşüme
katıldı. İkimizle Bakanlar Kurulu arasında doğan anlaşmazlık Meclis'çe çözüldü.
Meclis'te Nurettin Paşa'yı savundum. Kendisi için ağır bir işlem uygulanmasını
önledim.
Nurettin Paşa'yı bundan sekiz ay
kadar sonra, 1' inci Ordu Komutanlığı'nda göreceğiz
MALTA'DAN YENİ DÖNEN BAYINDIRLIK
BAKANI RAUF BEY'LE KARA VASIF BEY GÜDÜLEN ASKERİ SİYASETİ ÖĞRENMEK İSTİYORLARDI
Rauf Bey, 15 Kasım 1921'de Ankara'ya
gelmişti. Rauf Bey'i, 17 Kasım 1921'de, boşalan Bayındırlık Bakanlığı na
seçtirdik.
Rauf Bey 'den sonra Ankara'ya gelen
Kara Vasıf Bey'i de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu'nun Yönetim Kurulu
üyeliğine seçtirdim. Bu iki zatın birinden hükûmette diğerinden grupta
yararlanmayı düşünmüştüm. Çok geçmedi, bir gün RaufBey'in Bakanlar Kurulu'nda
bir konunun açıklanrrıasını istediği haberverildi. lıynı günde, Kara Vasıf
Bey'in de grup hey'etinde aynı konuyu öğrenmek istediği bildirildi. Bu iki
zatın aralarında önceden kararlaştırdıkları anlaşılan konu şuydu :
"Güdülen askerî politika nedir?" Busorudan nasıl bir anlam
çıkarılabilirdi? Neyi anlamak istiyorlardı? Bizimyürütmekte olduğumuz siyasî ve
askerî politika belli olmuştu. İstiklâlimiz tam olarak sağlanıncaya kadar,
düşmanlarla vuruşmak ve onları yeneceğimize olan kesin bir inançla savaşa devam
etmek... İşte ortaya atılan soru ile demek isteniliyordu ki, ne olursa olsun
muharebeye devametmekle sonuç almak mümkün müdür? Mümkün olmadığı ihtimalini
hesaba katarak daha şimdiden daha başka tedbir ve çarelere
anlatmakistediklerine göre siyasî çarelerdir başvurarak içinde
bulunduğumuztehlikeli duruma son vermek yerinde olmaz mı?
Elbette, ne Bakanlar Kurulu'nda ne
de Grup Yönetim Kurulu'ndaböyle bir konunun görüşme ve tartışma konusu
edilmesine müsaade etmedim. Bunun üzerine Rauf Bey Bakanlıktan, Kara Vasıf
Beyde Grup Yönetim Kurulu'ndan çekildiler. 13 Ocak 1921 tarihınde Meclis'te
Rauf Bey'in Istifası okunurken, aynı tarihli bir istifa yazısı daha okunmuştu.
Bu istifa yazısı, Milli Savunma Bakanı olan Refet Paşa'nındı.
Efendiler, Refet Paşa'nın istifa
sebebini birkaç kelime ile açıklayayım : 4 Ocak 1922 günü,
Meclis'in bu gizli oturumunda şöyle
bir konunun tartışması yapılmıştı. Başkomutanlık ve Genelkurmay
BaşkanlığıAnkara'da oturuyormuş. Cepheden uzak bulunuyormuş. Bundan şu
sonuççıkarılmış ki, benim hem Başkomutan hem de Meclis Başkanı olmam sakıncalı
imiş. Ordu işleri iyi gitmiyormuş. Meclis bir savaş komisyonu kurarak, ardunun
durumunu incelemeliymiş. Genelkurmay Başkanı, aynızamanda Bakanlar Kurulu
Başkanı olduğundan, Genelkurmay işleri deiyi gitmiyormuş. Fevzi Paşa Hazretleri
yalnız Bakanlar Kurulu Başkanlığı'nda kalsın, Genelkurmay Başkanlığı iIe Millî
Savunma Bakanlığıbirleştirilsinmiş.
Millî Savunma Bakanı olan Refet
Paşa, bu tezi kürsüden bizzat savunuyordu. Bu görüşlere şu yolda cevap verdim :
BENİM şAHSEN ANKARA'DAN UZAKLAşMAM
İSTENİYORDU
Başkomutanlık ve Genelkurmay
Başkanlığı pek yerinde olarak Ankara'yı karargâh edinmiştir. Görevini en iyi
bir şekilde buradan yürütmektedir. Gerektiğinde ne vakit nereye gideceğine
kendisi karar verir. Cephe ile bizzat uğraşan cephe komutanı vardır. Gereksiz
yere, benim şahsen
Ankara'danuzaklaşmamı istemenin
anlamı yoktur. Genelkurmay Başkanlığı ile MillîSavunma Bakanlığı, Başkomutanın
emri altında, Başkomutanlık Karargâhı'nı oluşturur. Ayn avrı değildir.
Genelkurmay Başkanı olan FevziPaşa
Hazretleri'nin, Ankara'da bulundukça Bakanlar Kurulu Başkanlığını da yapması,
bugün için bir zarurettir. Çünkü, onun yokluğunda,Refet Paşa ona vekâleten,
Bakanlar Kurulu Başkanlığı görevini deyapmıştı. Başaramamıştı. Bakanlar
Kurulu'nda karışıklık başladı. Bakanlar toplanmaz oldular. Fevzi Paşa
Hazretleri'nin dönüşü, bakanların şikâyeti üzerine oldu. Ordu ile ilgili olarak
yaptığımız işlerin denetlenmesi için, Meclis'in bir komisyon kurmasını
sakıncalı görmem. Ancakbu komisyon benim başkanlığım altında olur.
Gerçekten, bu komisyon, dediğim
şekilde kuruldu. Eski HarbiyeNâzın Cemal Paşa da komisyona üye olarak seçildi.
Öteki hususlarda Refet Paşa ve diğerlerinin görüşleri benimsenmişti. İşte
bundan dolayı istifaya hazırlanan Refet Paşa istifasını Rauf Bey'inistifasıyla
aynı günde vermiş oluyor.
İKİNCİ GRUP KURULUYOR
Efendiler, yeri düşünce bilginize
sunmuştum ki, Meclis'te kurduğumuz Müdafaa-i Hukuk Grubu,Meclis görüşmelerinin
iyi gitmesini ve Bakanlar Kurulu çalışmalarınınaksamadan yol almasını sağlama
bakımından sonuna kadar yardımcı oIdu. Fakat bir taraftan da muhalif duygu ve
düşüncede olanlar, her günbiraz daha taraftar buldukça, Grup'un çalışmasını
güçleştirmeye başladılar. Muhalefet düşüncesinin ana kaynağı, Müdafa-i Hukuk Grubu
tüzüğünün temel maddesindeki ikinci noktaydı. Yani hükumet
kuruluşununTeşkilât-ı Esasiye Kanunu'na uygun olarak yapılması meselesi...
Programın ilk maddesinin son
fıkrası, duygu ve düşüncelerde tambir uvuşma sağlanmasına sürekli bir engel
olarak kaldı. Bu sebeple grupiçinde de görüİ aynlıkları ve disiplinsizlik
başgösterdi. Birtakım kimseler gruptan ayrıldı. Aynlanlar dışarıdakilerle
birleşerek grubu yıkmayaçok çalıştılar. Alınarı tedbirler buna engel oldu.
Sonunda İkinci Grupadıyla yeni bir grup oluştu. Bu grubu oluşturanlar,
memleketteki Anadoluve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden ayrılmadıklarını,
onun kongrelerde tespit edilen gayelerinin takipçisi bulunduklarını iddia
ediyorlardı.İkinci Gruba önayak olanlar görünüşte Salâhattin ve HüseyinAvni Bey'lerdi.
Birinci derecede faaliyet gösteren ve kışkırtanların iseRauf ve Kara Vasıf
Bey'ler olduğu anlaşılıyordu.
Bu grubun faal ve inatçı üyelerinden
olan Samsun milletvekiliEmin Bey, son zamanlarda bir vesileyle Ankara'ya
gelmişti. Bütüngerçekleri anlamıştı; kışkırtıcı ve bozguncuları lânetliyordu.
Bu zat banaşunu anlattı : Rauf Bey, İkinci Grubu kışkırtıyor ve aşırı
davranışlarasürüklüyormuş... Emin Bey, Rauf Bey'e demiş ki : Rauf Bey, şu
cevabı vermiş :
Efendiler, bildiğiniz üzere, o zaman
yürürlükte olan kanuna göre,Bakanlıklar için, ben Meclis'e aday gösterirdim.
Milletvekilleri gösterdiğim adaya olumlu veya olumsuz oy verirler yahut da
çekimser kalırlardı.İkinci Grup, benim adaylarımı dikkate almadan, kendi
grupları adına ortaya attıkları adaylara, kanuna aykırı olarak oy vermek
suretiyle, hükûmetin kurulmasını engellemeye başladılar.
Efendiler, Meclis'te ordu aleyhine
de bir hareket yaratılmıştı. Diyorlardı ki, Sakarya Muharebesi'nden sonra aylar
geçtiği halde, ordu niçintaarruza geçmiyor? Mutlaka taarruz etmelidir. Hiç
olmazsa sınırlı, belirlibir cephede taar ruz yapılmalıdır ki, ordumuzun taarruz
kabiliyeti olupolmadığı anlaşılsın' Bu harekete karşı direndik. Maksadımız,
bütün hazırlıklarımızı tamamlayarak genel ve kesin sonuca götürücü bir
taarruzyapmak olduğu için, sınırlı bir cephede taarruz görüşünü
benimseyemezdik; bunda bir yarar yoktu.
Muhaliflerde uyanan kanaat,
ordumuzun taarruz gücünü kazanamayacağı noktasında toplandı. Bunun üzerine,
ordunun taarruza geçirilmesiyolundaki hücumlarını durdurdular. Hücum sistemini
değiştirer ek başka bir görüş ortaya attılar. Bu defa dediler ki, bizim asıl
düşmanımız Yunanlılar, Yunan ordusu değildir. Zaten Yunan ordusunu tamamen
yenmişolsak da iş bununla bitmez. İtilâf Devletleri'ni, özellikle İngilizleri
savaşla yenmek gerekir. Bunun için Yunan ordusuna karşı bir perde hattı
bırakmak, asıl orduyu Irak'ın kuzey sınırına yığıp, İngilizlere taarruz etmek
gerekir. Davamızın savaşla halledilmesi görüşü benimseniyorsa yapılacak iş
budur.
ORDU SAFLARINA KADAR YAYILAN
BOZGUNCULUK TELKİNLERİ
Efendiler, bu kadar anlamsız ve
mantıksız olan dü şüncelere iltifat etmedik. Bunun üzerine muhaliflerin
elebaşıları yeni bir propaganda çıkardılar : Nereye gidiyoruz? Bizi kim nereye
sürüklüyor? Meçhullere?.. Koskoca bir millet, belirsiz, karanlık hedeflere
akılsızca sürüklenir mi? Bu propaganda, Meclis binasından, Ankara çevrelerinden
ordusaflarına kadar yaydırıldı. Orduya her vasıta ile bu bozguncu telkinleryapılmaya
çalışılıyordu.
Rauf Bey, sık sık gizlice diyordu ki
: "Hiç olmazsa gerçek durumu bana söyle, ordu ne durumdadır? Gerçekten
taarruz edemeyecek mi?"
4 Mart 1922 günü akşamı, cepheyi
teftiş etmek üzere, Ankara'danayrılmaya karar vermiştim.
Dolayısıvla, o gün Meclis'teki gizli
oturumda,bazı açıklamalarda ve ricalarda bulundum.
Kendilerine anlattım ki, Sakarya
Meydan Muharebesi'nden sonra, düşman ordusunu Eskişehir - Seyitgazi -
Afyonkarahisar kesimine kadar kovalayan kuwetlerimiz, bütün ordu olmayıp yalnız
süvarilerimiz ve süvari birliklerimize destek olmak üzere ileri sürülen bazı
tümenlerimizdi.
ORDUMUZUN KARARI TAARRUZDUR
Ordumuzun karan taarruzdur. Ama bu
taarruzu erteliyoruz. Sebebi, hazırlığımızı iyice tamamlamakiçin biraz daha
zaman gerekmektedir. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak taarruz, hiç
taarruz etmemekten çok daha kötüdür. Bekleyişimizi,taarruz karanndan
vazgeçtiğimiz veya bunu başarmaktan ümidimizi kestiğimiz şeklinde anlamak ve
yorumlamak yersizdir.
Bundan sonra İu görüşleri dile
getirdim : Osmanlılar, yapacaklarıaskerî harekâtın genişliği ölçüsünde
hazırlıklı ve tedbirli davranmadıklanve daha çok duygu ve hırslannın etkisi
altında hareket ettikleri için, Viyana'ya kadar gittikleri halde, geri
çekilmeye mecbur olmuşlardır. Ondan sonra Budapeşte'de de duramadılar, geri
çekildiler. Belgrat'ta da yenilerek geri çekilmeye mecbur edildiler. Balkanlan
terk ettiler. Rumeli'den çıkardılar. Bize, içinde daha düşman bulunan bu vatanı
miras bıraktılar. Bu son vatan parçasını kurtarırken olsun, hırslarımızı,
hislerimizibir yana bırakarak ihtiyatlı olalım. Kurtuluş için... istiklâl için,
enindesonunda düşmanla bütün varlığımızla vuruşarak onu yeıımekten başkakarar
ve çare yoktur ve olamaz.
Sinir gevşetici sözlere, telkinlere
önem verilmemeli ve güvenilmemelidir. Osmanlı yönetim ve siyasetinin yarattığı
bu türlü zihniyetler reddedilmelidir. "Ordu ile, savaşla, inatla bu işin
içinden çıkılmaz" şeklindeki dış kaynaklı öğütlere uymakla, bir vatan, bir
millet istiklâli kurtulamaz. Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Bunun aksini
düşünerek hareket edeceklerin çok acı sonuçlarla karşılaşacaklarına şüphe
yoktur.Türkiye işte bu yoldaki yanlış yoktur. düşüncelere... yanlış
zihniyetlere sahip olanlar yuzunden her saat biraz daha gerilemiş, biraz daha
çökmüştür. Ne yazık ki, çöküş yalnız maddı alanda olsaydı, hiçbir önemi yoktu.
Hiç şüphe yok ki ahlâki ve manevı değerleri de içine almış görünüyor. Hiç şüphe
yok ki bu büyük memleketi bu koca milleti dağılıp yok olmanın uçurumuna sürükleyen
başlıca sebep bu olmuştur.
Efendiler, bilirsiniz ki, Meclis'te
bu anlattığım dönemde en çok olumsuz ve karamsar rol oynayanlar, vaktiyle, Türk
milletinin kendi kendinebağımsızlığını elde edemeyeceği görüşünü ileri sürmüş
olan kimselerdı.İunun bunun mandasını istemekte direnenlerdi. Onun için
görüşlerimeşunları da ekledim ve dedim ki : "Efendiler, maddı ve özellikle
manevîçöküş korku ile... güçsüzlükle başlar."
Güçsüz ve korkak insanlar, herhangi
bir felâket karşısında millletin de uyuşukluğa düşmesine ve çekingen bir duruma
gelmesine yol açarlar.Güçsüzlük ve kararsızlıkta o kadar ileri giderler ki,
âdeta kendi kendilerine hakaret ederler. Derler ki, biz adam degiliz ve
olamayız! Kendi kendimize adam olmamıza imkân oktur. Biz kayıtsız ve şartsız
olarak varlığımızı bir yabancıya teslim edelim. Balkan Savaşı'ndan sonra
milletin ve ozellikle ordunun başında bulunanlarda baska turlu , fakat yine
aynı zihniyeti beninimsemişlerdi.
Türkiye'yi, böyle yanlış yollarda
çökme ve yok olma uçurumuna sürükleyenlerin elinden kurtarmak lâzımdır. Bunun
için bulunmuş bir gerçek vardır. O gerçek şudur: Türkiye'nin düşünen kafalarını
yepyeni bir imanla doııatmak. . . Bütün millete taptaze bir manevi güç vermek.
YETERİNCE HAZIRLANMIş OLMASI GEREKEN
ÜÇ VASITA, İÇ VE DIş CEPHELERİMİZ
İimdi Efendiler, düşmana taarruz
için verilmiş olan kesin kararımızı uygulamaya başlamadan önce, hazırlamak ve
tamamlamak zorunda bulunduğumuz savaş vasıtalarının ne olduğunu arz edeyim :
Tam üç vasıtanın hazırlığının yeterli olduğunu görmek gereğini duyuyorum.
Birincisi, en önemlisi ve asıl olanı doğrudan doğruya milletin kendisidir.
Milletin varlığı ve istiklâli için gönlünde, vicdanında belirmiş, gelişmiş olan
istek ve emelleriıı sağlamlığıdır. Millet, içindeki bu isteği ne kadar güçlü
bir şekilde ortaya koyarsa, bu istek ve emelinin gerçekleşmesi için ne kadar
çok azim ve iman gösterirse, düşmanlara kar şı başarı sağlamak için o kadar
güçlü bir vasıtaya sahip olduğumuza ina nırım. İkinci vasıta, milleti temsil
eden Meclis'in millî isteği ortaya koy makta ve bunun gereklerini inanarak
uygulamakta göstereceği kararlılık ve yiğitliktir. Meclis, millî isteği ne
kadar büyük bir dayanışma ve birlik içinde aksettirebilirse, düşmana karşı o
kadar güçlü bir üstünlük vasıta sına sahip oluruz :
Üçüncü vasıta, milletin silâhlı
evlâtlarından ibaret olup düşman kar şısında toplanmış bulunan ordumuzdur.
Efendiler, dedim, bu üç vasıta veya
gücün düşmana karşı oluştur duğu cepheler iki şekilde düşünülebilir. Kolay
anlaşılması için şöyle di yeyim : İç ve görünürdeki cephe. . . Asıl olan iç
cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdiği bir
cephedir. Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki
silâhlı cephe sidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir. Fakat bu
durum hiç bir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan, memle
keti temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin çöküşüdür. Bu ger çeği
bizden çok daha iyi bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için yüz yıllarca
çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar başarı da sağla mışlardır.
Gerçekten, kaleyi içinden almakp dışından zorlamaktan çok kolaydır. Bu maksadı
gerçekleştirmek için içimize kadar sokulahilen boz guncu mikropların ve
ajanların varlığını iddia etmek yerindedir.
Meclis'in zihniyeti, çalışmaları ve
dunımu düşmana ümit verici ol madıkça iç ve dış cephelerimizin yerinden
oynamasına imkân ve ihtimal yoktur. Meclis'te bir veya birkaç üyenin
karamsarlık telkin eden sözlerin den bile aleyhimizde yararlanma çareleri
aranmakta olduğuna şüphe edil ınemelidir. Dışişleri Bakanlığı'nın dosyaları
bununla ilgili belgelerle dolu dur. Kesinlikle arz ederim ki, istemeyerek de
olsa, düşmanlara ümit ve recek en ııfak belirtilerden kaçınılmadıkça, millî
dâvânın sonuçlanması gecikir.
Efendiler, bu sözlerden sonra,
cephede bulunacağım sıralarda, or dunun duygu ve düşünceleri üzerinde
ümitsizlik yaratacak açık tartışma lardan vazgeçilmesini Meclis'ten özellikle
rica ettim. Bu konuşmamdan sonra, muhaliflerin de sözlerini dinledim.
Muhaliflerden biri, düşünce ve ricalarımı, emir veriyorum şeklinde yorumladı.
Diğer biri, Meclis'in duy gularındaki temizlikten şüphe ettiğimi ileri sürdü.
Bir başkası uygulama ımkanı olmayan bir şey yapılamaz; orduyu bozguna
uğratırsın efendim, dedi.
DOĞU CEPHESİ KOMUTANI'NIN BİR GÖRÜşÜ
Saygıdeğer Efendiler, yüce
hey'etinizi muhaliflerin sözleriyte işgal etmek istemem. Çünkü, bu sözler bir
kaç kişinin şaşkın ve cahil kafalarının akislerindenbaşka bir şey değildi.
Genel Kurul, sunduğum görüşleri anlayıİla karşılamıştı. Yalnız, Doğu Cephesi
Komutanı'nın bir görüşüne, beş on gündenberi veremediğim cevabı, cepheye
gitmeden önce, o nün yani 4 Mart 1922'de yazmıştım. Onu bilginize sunacağım.
Cevabın anlaşılması için, müsaade buyurursanız, önce gelen görüşü okuyalım
:
Kişiye özel
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa
Hazretleri'ne
Yönetim işlerimizin yürütülmesi ile
ilgili tartışmalar bize daha yeni ulaşmaktadır. Barışın sağlanmasından sonraki
seçimlerde birçok değerli kimselerinyerine birtakım muhafazakârların
toplanmasına karşı şimdiden alınacak tedbiripek önemli sayarım. Millî Meclis,
değerli şahsiyetlerden kurulmazsa, iki büyüksakınca memleketi bugünkü
perişanlığından
kurtaramayacaktır. Birincisi,
düşüncede yenilikler olmayacak. İkincisi, en önemli tasarılar herhangi bir
duyguya kapılarak tartışmaya dahi lüzum görülmeden reddediverilecektir. Böyle
bir meclisekarşı, üyelerini büyük uzmanların oluşturduğu ikinci bir meclisin
bulunmasınıyararlı görüyorum. Bu ikinci meclis, Millî Meclis'e yön vereceği ve
onu ileriye götüreceği gibi, memleketin varlığı ile ilgili kararlar Millet Meclisi'nde
heyecanla redveya kabul edilse bile, bu meclisin uyarması ve yol göstermesiyle
kararır: değiştirilmesi ve zararın önlenmesi mümkün olur. Bu meclise
"Âyan" diyerek eskidevrin köhne hayatını hatırlamamak için
"Büyük Uzmanlar Meclisi" denebilir veya daha uygun bir ad
verilebilir. Üyelerini birtakım kayıt ve şartlar altında,tıpkı milletvekilleri
seçiminde olduğu gibi millet seçebilir. Bu üyeler için, herhangibir mesleğin en
yüksek öğrenimini görmek, Türkiye Hükümeti'nin bakanhğını, valiliğini veya ordu
komutanlığını yapmış olmak gibi önemli şartlar ayrıntılı olaraktespit
edilebilir. Konunun ayrıntıları, mevcut hükiımet şekillerinin de incelenmesiyle
her türlü sakıncadan uzak olarak ortaya konabilir. <> kabul edilirse, her
bakanlığın şûrâsı da bunlar arasından seçilir. Örnek olarak, Askerî İûra,
Bayındırlık İürası v.b. gibi. İki meclisin onayından geçerekbir süre için
uygulannıası kabul edilecek olan herhangi bir programa sonuna kadar bağlı
kalmak ve bunun yürütülmesinde, güdülen hedef ve gayeden ayrılmamak için, bu
şûralann varlığını pek gerekli sayıyorum. Aksi halde, bakanlıklardaşahıslar
değiştikçe, program ve bunu yürütecek kimseler de azçok değişmekten
kurtulamayacaktır. Bundan başka, kabul edilen herhangi bir şey,
uzmanlarıncakabul edilmezse tenkide yol açar. Millet buna gerektiği gibi
sarılınalıdır. MilletMeclisi'nin, millet adına bir şeyi red veya kabul ve
kontrol hakkıdır. Fakat, bubaşka, uzmanlaşmış kişilerin yapacağı ve bundan
sonra kabul edilecek şey debaşka olur. Olağan şartlara dönülmesinden sonraki
dıtrumlarla ilgili endişe vegörüşlerimi arz ediyorum. Yüksek düşüncelerinizin
bildirilmesini istirham ederim.
l9/19.2.1922,
sayısızdır. Kâzım Karabekir
Doğu Cephesi Komutanı
Özel 4.3.1922
Doğu Cephesi Komutanı Kâzım
Karabekir
Paşa Hazretleri'ne
İlgi : 18/19.2.1922 tarihli sayısız
şifre.
Memleketin genel idaresini eline
almış tek yüce kııvvet olan Büylik MilletMeclisi'nin alacağı kararların,
uzmanlardan kurulu başka bir meclis tarafındanincelenmemesinden doğacak
sakıncalarla ilgili yüksek görüşünüz aslında pek yerindedir.
Ancak, adı ve ünvanı
"Âyan" olmasa bile, Milletin bütün hak ve yetkilerinikullanmak üzere
seçilmiş ve seçilecek olan Büyük Millet Meclisi'nin temel kararlarını diğer bir
meclisin kararlarıyla bağlamak, genel yönetimde takip ettiğimiz ilkelerin
ruhuyla bağdaşamayacaktır. Yüksek düşüncelerinize göre, bu Uzmanlar Meclisi de
milletvekilleri gibi milletçe seçilirse, o zaman, aynı kaynaktanaynı yetkiyi
almış iki büyük kuvvet, milletin genel yönetiminde söz sahibi olacakdemektir.
Bu da hukuk bakımından olduğu kadar uygulama bakımından da karışıklığa yol açan
bir ikilik yaratacaktır. Böyle bir durumun doğuracağı dengesizliği gidermek
için de milletin hayat ve hakları üzerinde etkili üçüncü bir kuvvetin varlığını
kabul etmek gerekecektir.
Benim düşünceme göre, aklınıza gelen
sakıncaları giderecek tek çıkar yol,Millet Meclisi üyelerinin değerli ve uzman
kişilerden seçilmesini sağiamak; Meclis'in iç teşkilatında, komisyonların
kurulmasında, Bakanlar Kurulu'nun seçilmesinde ilim ve ihtisasa son derece önem
vermek hususlarından ibarettir. Geçirdiğimiz çok acı tecrübelerin sonuçlarından
doğmuş bulunan ve milletlerin idaresinileen doğru bir yol, temel haklar
bakımından da en beğenilen bir şekil demek olanşimdiki idaremizin daha da
güçlendirilmesi ve seçim işlerinde uyanık davranılmasısayesinde bugün için de
gelecekteki gelişmeler için de başarılı bir idare makinesikurulmuş olacağını
bilgilerinize sunarım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal
ÇEşİTLİ DEVLETLERLE YAPILAN RESMİ VE
ÖZEL TEMASLAR
Saygıdeğer Efendiler, 1921 yılı
içinde, çeşitli devletlerle resmî ve özel bir takım temaslar kuruluyordu. Türk
- Rus temas ve ilişkileri olumlu bir yönde gelişiyordu. Fransızlardan başka,
İtalyanlar ve İngilizlerle de temaslar kurulmuştu.1921 yılı Haziranında yanlış
anlaşılmaya yol açmış bulunan birkonuyu açıklayacağım.13 Haziran 1921'de İtilâf
Kuvvetleri BaşkomutanıGeneral H a r r i n g t o n'un yakınlarından olduğunu söyleyen
BinbaşıH e n r y ( Henri ) ve S t u r t o n ( İtörton ) adlarındaki iki subay
motorla İnebolu'ya geldiler. Bu subaylar, G e n e r a l H a r r i n g t o n
(Harington) adına şunları bildirdiler : Ben, bir torpido ile İnebolu'dan
İstanbul'a H a r r i n g t o
n 'un
Boğaziçi'ndeki yalısına gideyim. Orada generallebarış esasları üzerinde
anlaşayım. Ayrıca, İngiltere'nin bağımsızlığımızıtam olarak kabul ettiğini,
Yunalıların topraklarımızdan çıkarılacaklarınıve daha başka konular üzerinde de
tartışmanın mümkün olduğunu söylemişler.
Bu subaylara verilen cevapta, benim
İstanbul'a gitmeyeceğimve General H a r r i n g t o n 'un İnebolu'ya gelip o
sırada orada bulunan R e f e t P a ş a ile görüşmesinin uygun olacağı
bildirilmiştir. 18 Haziran 1921 tarihli bir telgrafta İstanbul'da H a m i t B e
y'dengeldi. Bu telgrafta bildirilenler aşağı yukarı şöyleydi : Burada resmî
göreviolan bir İngiliz, İngiltere'nin İstanbul'daki en büyük makamı adına bugün
bana başvurarak hemen bir barış anlaşması için görüşmeye hazır bulunduklarını,
M u s t a f a K e m a l P a ş a H a z r e t l e r i 'yle derhalilişki kurmak
istediklerini ve acele cevap beklediklerini size bildirmeküzere aracı olmamı
rica etti.
H a m i t B e y'e verilen cevapta,
görüşmelere hazır olduğumuz bildirilmişti. 5 Temmuz 1921'de Zongııldak'a gelen
bir İngiliz torpidosu G e n e r a l H a r r i n g t o n 'dan bana bir mektup
getirmişti. Tercümesi Ankara'ya telgrafla bildirilen bu mektup şuydu : Komutan
H e n r y vasıtasıyla aldığım habere göre; siz, bana, bir askerin bir askerle
görüşmesi tarzında bazı düşünceler bildirmek isteğinde bulunuyorsunuz. Böyle
olduğu takdirde, sizce uygun görülecek bir günde İnebolu'da veya İzmit'te
sizinle buluşmak üzere Ajax zırhlısıyla gelmeme Britanya Hükümeti'nce izin
verilmiştir. Arzu buyurulduğu takdirde, durum üzerinde son derece açık ve
serbest olarak görüşmelere hazırım. Düşüncelerinizi dinlemek vebunları İngiliz
Hükümeti'ne bildirmekle görevliyim. İngiliz Hükümeti adına ne görüşmeler yapmak
ne de konuşmak için hiç bir resmi yetkim yoktur. Görüşmenin İngiliz zırhlısında
yapılması gerekir. Zırhlıda, yüksek şahsınız kendilerine layık bir biçimde
kabul edilecektir. Karaya dönüşlerine kadar tam bir hürriyetiçinde
bulunacaklardır. Böyle bir buluşma kabul edildiği takdirde, size uygun düşen
tarih ve saatlerin bildirilmesini rica ederim.
Bu mektupta yazılanlara göre, G e n
e r a l H a r r i n g t o n iletemasa geçmek ve görüşmek isteyenin ben olduğum
anlaşılıyor. Halbuki,gerçek böyle değildir. Onun için G e n e r a 1 H a r r i n
g t o n 'a şu cevabıverdim :
Zonguldak'a göndermiş olduğunuz
mektubun tercümesini, bugün Ankara'yabildirdiler. Aramızda yapılacak
görüşmelerin bir yanlış anlama temeline dayandırılmaması için aşağıdaki
noktalara dikkatinizi çekmeye mecburum. 13 Hazirantarihinde Binbaşı H e n r y
ve arkadaşlan İnebolu'ya gelerek, zâtıâlîlerinin, Binbaşı H e n r y aracılığı
ile R e f e t P a ş a ' ya teklif edilmiş olan esaslar üzerinde benimle
görüşmek istediğinizi bildirmişlerdir. Nitekim, bu noktalar BinbaşıH e n r y tarafından
size yazılan ve imzalı bir sureti de bize bırakılmış olan mektupta
bildirilmiştir. Aramızda doğrudan doğruya yapılan haberleşmenin başlangıcı
bundan ibarettir. Millî isteklerimiz sizce bilinmektedir. Millî topraklarımızın
düşmanlardan tamamıyla kurtarılması millî sıııırlarımız içinde siyasî, malî,
iktisadî,askerî ve kültürel alanlarda tam istiklâl ilkesi kabul edildiği
takdirde, görüşmelere başlamaya hazır olduğumuzu bildiririm. Size, Binbaşı H e
n r y tarafından açıklanan sebepler dolayısıyla, görüşmelerin, sizin çok iyi
karşılanacağınız İnebolu kasabasında ve karada yapılması bizce uygun
görülmüştür. Bu noktalardaaramızda görüş birliği olup olmadığını belirtecek
cevabınızı bekliyorum. Yüksekmaksadınız, sadece durum hakkında bilgi almak ise,
bunun için arkadaşlarımızdanbirini görevlendirebiliriz.
Bu mektuba bir karşılık gelmedi.
Ancak, Temmuzun yedinci günüİstanbul'da H â m i t B e y'i gören İngiliz
maslahatgüzarı M ö s y ö R a t t i g a n (Retigın), bir tüccar olarak
Anadolu'ya gelen Binbaşı H e n r y'ye, G e n e r a l H a r r i n g t o n 'un,
oradaki İngiliz esirlerinin yerlerini ve sağlık durumlarını öğrenmeye
çalışmasını ve mümkünse, millîorduların İstanbul'a doğru ilerlemeye devam edip
etmeyeceklerini M u s t a f a K e m a l P a ş a ' dan sormasını istediğini, B i
n b a ş ı H e n r y'nin bundan başka teşebbüslere girişmek için bir yetkisinin
bulunmadığını bildirmiş.
Efendiler,1922 yılının Ağustosuna
kadar da Batı devletleriyle olumluanlamda ciddi ilişkiler kurulamadı.
Memleketimizde bulunan düşmanlarısilâh gücüyle çıkarmadıkça, gösterebileceğimiz
millî varlık ve kudretimizifiilen ispat etmedikçe, diplomasi alanında ümide
kapılmanın doğru olmadığı yolundaki inancımız kesin ve sürekli idi. En doğru
görüşün bu olduğunu, bu olacağını tabiî olarak kabul etmek gerekir. Gerçekten
de bugünün hayat şartları içinde bir tek fert için olduğu gibi, bir millet için
de kudret ve kabiliyetini fiilî eserlerle gösterip ispatlamadıkça kendisine
değer verilmesini ve saygı gösterilmesini beklemek boşunadır. Kudret
vekabiliyetten yoksun olanlara değer verilmez. İnsanlık, adalet ve
cömertliğingereklerinin yerine getirilmesini, bütün bu vasıflara sahip olduğunu
gösterenler isteyebilir.
DÜNYA ÖNÜNDE VERECEGİMİZ İMTİHANA
HAZIRLANIRKEN
Efendiler, dünya imtihan meydanıdır.
Türk milleti, bunca yüzyıllardan sonra yine bir imtihan, hem bu defa en çetin
bir imtihan karşısında bulunduruluyordu. İmtihanda başarı sağlamadan bize karşı
lûtufkârca davranılmasınıbeklemek doğru olabilir miydi?
Biz büyük bir ciddiyetle dünya
önünde vereceğimiz imtihana hazırlanırken, bir yandan da yabancı gözlemcilerin
durumlarını ve bizim içinneler duyup düşündüklerini gözden uzak tutmamayı her
zaman yararlıbuluyorduk. Bu maksatladır ki, bildiğiniz gibi, önce Dışişleri
Bakanı Yusuf Kemal Bey'i daha sonra da İçişleri Bakanı olan Fethi
Bey'iAvrupa'ya göndermiştik. İstanbul üzerinden
Avrupa'ya gidecek olan Yusuf Kemal
Bey'e, İstanbul'la ilgili bazı özel görevler verilmişti. Yusuf Kemal Bey, İzzet
Paşa ve arkadaşlarıyla ve eğer gerçekbir istek ve dilek olursa Vahdettin ile de
görüşecekti. Vahdettin'in, Büyük Millet Meclisi'ni tanıması, İzzet Paşa ve
arkadaşlarının bizim çizdiğimiz hedefe doğru yürümeleri gereğini teklif edecekti.
YusufKemal Bey, İstanbul'da aldığı talimat çerçevesinde hareket etti. Fakat, ne
yazık ki, İzzet Paşa ve arkadaşları kendisini oyalayıp aldatarak Padişah'a bir
müracaatçı imiş gibi götürdüler. İzzet Paşa vearkadaşları bununla da
yetinmeyerek, Yusuf Kemal Bey'in Avrupa'daki teşebbüslerini karıştırmak ve
güçleştirmek için, İzzet Paşa'yıYunan işgali altında bulunan yerlerden
geçirerek, Yusuf KemalBey'den önce Paris'e ve Londra'ya gönderdiler. İzzet
Paşa, bu yolculuğunu son dakikaya kadar gizlemiştir.
Yusuf Kemal Bey'in Paris ve
Londra'da yaptığı görüşmelerden bir sonuç çıkmadı. Yalnız şu anlaşıldı ki,
İtilâf Devletleri'nin DışişleriBakanları yakın bir zamanda toplanacaklar ve
bize barış tekliflerinde bulunacaklarmış. Anadolu'nun boşaltılması ilke olarak
kabul edilmiş ise de konferans görüşmeleri sırasında savaş başlarsa, barış
teşebbüsleri sonuçsuz kalacağı için Yunanlılarla bir ateşkes anlaşması yapmamız
gerekirmiş. Bu hususu Yusuf Kemal Bey'e söyleyen Lord Curzon (Lord Kürzon)'a
Yusuf Kemal Bey, konferansın önce Anadolu'nunboşaltılmasına karar verip, bize
ve Yunanlılara bildirmemesinin ateşkesanlaşmasından daha etkili olacağını
söylemiş. Lord Curzon, ateşkesüzerinde direnmiş ve bunun hükûmetimize
bildirilerek alınacak cevabınkendisine verilmesini istemiş.
22 MART 1922 TARİHLİ ATEşKES ANLAşMASI
TEKLİFİ
Yusuf Kemal Bey daha Türkiye'ye
dönmeden İtilâf Devletleri, Dışişleri Bakanları Konferansı 22 Mart 1922
tarihinde Türkiye ve Yunan hükûmetlerine ateşkes anlaşması teklifinde
bulundu.
Bu sırada ben cephede bulunuyordum.
Ateşkes anlaşması teklifi bana Dışişleri Bakanı Vekili
Celâl Bey tarafından bildirildi. Bu
teklifinana çizgileri şunlardı : Her iki tarafın birlikleri arasında on
kilometrelik, asker bulunmayan bir bölge meydana getirilecek, birlikler, insan
ve cephane bakımından takviye edilmeyecek. Birliklerin durumunda değişiklik
yapılmayacak. Bir yerden bir yere malzeme de götürülmeyecek. Ordumuzu ve askerî
durumumuzu, İtilâf Devletleri'nin askerî komisyonlarıkontrol edip denetleyebilecekler.
Bu komisyonların hakemliğini samimiyetle kabul edeceğiz. Çarpışmalar üç ay süre
ile durdurulacak ve bu durum, barış için yapılacak ön görüşmeler taraflarca
kabul edilinceye kadar, üçer aylık sürelerle kendiliğinden yenilenecektir.
Taraflardan biriyeniden savaşa başlamak isterse, ateşkes süresinin bitiminden
hiç olmazsa on beş gün önce karşı tarafa ve İtilâf Devletleri temsilcilerine
durumubildirecek.
Efendiler, Yunanlılar bu teklifi
hemen kabul ettiler. Yunan ordusuSakarya'da maddî ve manevî bakımdan
yenilmişti. Bu ordunun yenidengeniş çapta bir taarruza geçerek bir daha
talihini denemeye kalkışmasıgüçtü. Bunu, bu gerçeği anlamak elbette herkesçe
mümkün olmuştu. Yunan ordusunu yeniden kesin sonuç verecek bir harekâta
yöneltmek imkânı olmayınca, bizim de bir yıla yakın bir zamandan beri hazırlığı
ileuğraştığımız ordumuzu uyuşukluğa düşürmek, millî hükûmete ümitlervererek
bekleyiş içinde bırakmak ve böylece geçecek zaman içinde millîhükûmeti ve
orduyu gevşetmek doğrusu önemli bir tedbirdi. Bu bakımdan İtilâf Devletleri'nin
Anadolu'yu boşaltma ve Yakın Doğu sorununuçözme maksadına dayandığını ifade
ettikleri bu ateşkes şartlarını ciddiyetle inceledik.
Önce, Ankara'da bulunan Bakanlar
Kurulu ile makine başında telgraf görüşmesi yaptık. İstanbul'daki memurumuz
vasıtasıyla Dışişleri Bakanlığı'ndan İtilâf Devletleri temsilcilerine
verilmesini uygun bulduğumuzilk karşılık şuydu :
Ateşkes anlaşması teklifinin
yapıldığı notayı 23/24 Mart 1922 tarihli telgrafınıza ek olarak bugün
24 Mart 1922 günü saat...'de aldım.
Bu nota metni ordunun durumuyla ilgili olduğundan, Bakanlar Kurulu'nda ve
gerektiğinde Meclis'tegörüşülmeden önce, düşüncesini bildirmesi için, cephede
bulunan Başkomutan'ayazdım. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nin vereceği
cevabı, temsilcilerinistekleri üzere mümkün olan en kısa zamanda bildireceğimi
kendilerine duyurunuz,efendim.
24 Mart 1922 tarihinde Bakanlar
Kurulu Başkanlığı'na şu düşüncemibildirdim :
Esas itibariyle, İtilâf Devletleri
dışişleri bakanlarının ortaklaşa yaptıklanateşkes teklifini kabul etmemek veya
herhangi bir şekilde bu teklife yanaşılınıyorve güven gösterilmiyor hissini
verecek gibi davranmak doğru değildir. Aksine, ateşkes teklifini iyi karşılamak
gerekir. Bundan dolayı vereceğimiz karşılık olumsuzdeğil olumlu olacaktır.
İtilâf Devletleri'nde iyiniyet yoksa, olumsuz davranış onlardan gelmelidir.
Yalnız, biz, onların ileri sürdüğü şartları kabul edemeyeceğimizden, karşı
şartlar ileri süreceğiz.
Ertesi gün, ajans ve telgraflar da
notadan söz ederek şu haberleriyayınlıyorlardı :
. . . . . . . Yakın Doğu'da barışı
yeniden kurmak ve yeniden can ve mal kaybına yol açmadan,
Küçük Asya'yı boşaltmak gayesini
güttüğü sanılan bu teklifin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nce olumlu
karşılandığı ve İtilâf Devletleri'nin iyiniyet ve tarafsızlığına güvenerek
hükûmetçe olumlu karşılık verilmesininkuvvetle ümit edildiği hükûmet
çevrelerince ifade edilmektedir. Bu teklifin aklayatkın, uygulamaya elverişli
şartlan içine almasını ve barışın bir an önce yapılmasını sağlayacak şekilde
kısa süreli olmasını dileriz.
Bakanlar Kurulu'nun, verilecek
cevabın Avrupa'da bulunan DışişleriBakanımızın dönüşüne bırakılması yolundaki
düşüncesine karşı da, beklemenin gerekli olmadığını bildirerek, verilecek
cevapla llgili genel kararımı şöyle özetledim :
Ateşkes anlaşması teklifini prensip
olarak kabul ediyoruz. Ancak, ordununeksiklerinin ve hazırlıklarının
tamamlanmasından bir an geri kalınmayacaktır.Ordumuzun içine yabancı denetleme
hey'etleri sokmayacağız. Bu teklifi, Anadolu'nun boşaltılması için kabul
etmekle birlikte, uygulanabilir ve gerçekleştirilebilirşartlar ileri süreceğiz.
Ateşkes anlaşmasıyla birlikte, boşaltma işinin başlaması, enönemli şartımız
olacaktır.
Martın 24' üncü günü makine başında,
ben notaya verilecek karşılığıBakanlar Kurulu'na bildirdim. Bakanlar Kurulu da
Ankara'da hazırladıkları bir cevap suretini bana bildirmişti. İki cevap
metinleri arasında bazıayrılıklar görüldü. Nihayet 24/25 Mart gecesi Bakanlar
Kurulu ile Sivrihisar'da birleşerek, verilecek karşılığın son şeklini görüşüp
tespit etmeyekarar verdik.
Efendiler, İstanbul'daki özel
memurumuzun Dışişleri Bakanlığı'naçektiği 25 Mart tarihli şifreli telgrafına
göre, bu memurumuz TevfikPaşa ile görüşmüş. Tevfik Paşa, temsilcilerin İstanbul
Hükûmeti'ne de verdikleri aynı notayı Ankara'ya göndererek, alınacak cevabın
kendilerine bildirilmesini rica ettiklerini söylemiş. Memurumuz, TevfikPaşa'ya
söz hakkının yalnız ateşkes anlaşması teklifi üzerinde mi, yoksa bütün işlerde
mi Ankara'ya ait olduğunu sormuş. Tevfik Paşabu soruya cevap vermemiş.
Memurumuz, İzzet Paşa'dan ne gibihaberler aldığı sorusuna, Tevfik Paşa şu
karşılığı vermiş : İzzetPaşa yakında konferansın toplanacağını ve ne olursa
olsun aşırılığakaçılmamasını bildiriyor.
ATEşKES ANLAşMASI TEKLİFİNE CEVAP
VERMEYE HAZIRLANIRKEN ALINAN BARIş TEKLİFİ
Efendiler, Sivrihisar'da ateşkes
anlaşması teklifi ile ilgili notaya verilecek cevap kararlaştırıldıktan sonra,
Bakanlar Kurulu Ankara'ya döndü. Fakat bu cevabı vermeye vakit kalmadan,
Paris'te toplanan Dışişleri Bakanları Konferansı'nın 26 Mart 1922 tarihli
ikinci bir notası alındı. Bu nota İtilâf Devletleri'nin, barış esasları ile
ilgili tekliflerini içine alıyordu. Bu tekliflerin ana çizgileri şunlardı
:
Gerek Türkiye'de gerek Yunanistan'da
azınlıkların haklarının korunmasına ve bu maksatla konulacak kuralların
uygulanmasına Milletler Cemiyeti'nin de katılması. Doğuda bir Ermeni yurdunun
kurulması ve bu işe de Milletler Cemiyeti'nin katılması.
Boğazların serbestliğini sağlamak
üzere Gelibolu yarımadasında ve Boğazlar'ın çevresinde askerden arınmış bir
bölgenin oluşturulması.
Trakya sınırının Tekirdağ'ı bize,
Kırklareli, Babaeski ve Edirne'yi Yunanlılar'a bırakacak şekilde tespiti.
Bizde kalacak olan İzmir'in
Rumlarına ve Yunanistan'da kalacak olan Edirne'nin Türklerine, bu şehirlerin
yönetimine adaletli bir şekilde katılabilmelerini sağlamak üzere uygun bir
yöntemin kararlaştırılması.
Barış yapılır yapılmaz İstanbul'un
İtilâf Devletleri'nce boşaltılması. Serves projesi ile elli bin kişi olarak
tespit edilen Türk silâhlı kuvvetlerinin seksen beş bine çıkarılması ve Sevres
projesinde olduğu gibi askerlerimizin ücretli asker olması.
Sevres projesindeki malî komisyonun
kaldırılması dışında, İtilaf Devletleri'nin iktisadî çıkarlarının gözetilmesi,
dış borçların ve bize yükletilecek savaş tazminatının ödenmesinin sağlanması
için Türk hakimiyeti ile bağdaşabilecek bir yöntemin tayini.
Adlî ve iktisadî kapitülasyonlarda
değişiklik yapılmak üzere bir komisyonun kurulması.
Efendiler, İtilâf Devletleri'nin
ateşkes anlaşması teklifi ile ilgili ilk notaları iyice incelendikten ve ikinci
ayrıntılı notalarının taşıdığı şartlar da görüldükten sonra, bu devletlerin
İstanbul Hükûmeti ile birlik olarak bizi yoketme maksadına dayanan çalışmalarla
yeni bir safha açtıkları yargısına varmak pek tabiî idi. Buna karşı, durumun
çok ciddî olduğunu düşünerek esaslı ve büyük bir savaşa hazırlanmak
gerekiyordu.
Önce, bize teklif edilen şartların
ne olduğunu millete ve dünya kamuoyuna açıklamak yerinde olurdu. Bu konudaki
düşüncelerimi Bakanlar Kurulu'na bildirdim.
Her iki notaya, 5 Nisan 1922
tarihinde verilen cevabımızın ana nok- talarını hatırlatayım :
Ateşkes anlaşmasını ilke olarak
kabul ettik. Fakat temel şart olarak, ateşkes anlaşmasıyla birlikte
Anadolu'nun boşaltılması işine hemen
başlanmasını da zarurî bulduk. Ateşkes süresinin
Anadolu'nun boşaltılma süresi olan
dört aydan ibaret olmasını teklif ettik. Boşaltma işi bittiği zaman barışla
ilgili ön görüşmeler sonuçlanmamış olursa, ateşkesin kendiliğinden üç ay daha
uzamasını kabul ettik.
Boşaltma işinin nasıl yapılacağı
konusundaki teklifimiz de şuydu :
Ateşkes anlaşmasının yürürlüğe
girişinden başlayarak ilk on beş gün içinde Eskişehir - Kütahya -
Afyonkarahisar kesimi ve anlaşma süresi olan dört ay içinde, İzmir de dahil
olmak üzere, işgal altındaki bütün topraklanınız boşaltılacaktır.
Ateşkes anlaşması ile ilgili
tekliflerimiz İtilâf Devletleri'nce kabul edildiği takdirde, barış tekliflerini
incelemek üzere, üç hafta içinde delegelerimizi kararlaştırılacak şehre
göndermeye hazır olduğumuzıı bildirdik.
Bu notamıza 15 Nisan 1922'de cevap
verdiler. Elbette olumsuzdu. Biz de 22 Nisan'da buna cevap verdik. Bu
cevabımızın sonunda, ateşkes konusunda anlaşmaya varılmasa bile, barış
görüşmelerini geciktirmenin uygun olmayacağını bildirdik. İzmit'te bir
konferans toplanmasını teklif ettik. Bu yazışmalar da sonuçsuz kaldı. Beykoz'da
veya Venedik'te bir konferansın toplanması birçok defa söz konusu oldu. Fakat,
son zaferimizin kazanıldığı ana kadar, bunların hiçbiri gerçekleşmedi.
BAşKOMUTANLIK KANUNUN TARİHÇESİ
Saygıdeğer Efendiler, bizim
Başkomutanlığımız ile ilgili 5 Ağustos 1921 tarihli kanunun ayrıca bir
tarihçesi vardır. Arzu buyurursanız, bu konuda yüksek kurulunuzu biraz
aydınlatayım.
Başkomutanlık Kanunu'nun süresi
birinci defa 31 Ekim l921'de ikinci defa 4 İubat 1922'de; üçüncü defa 6 Mavıs
1922'de uzatıldı. Her defasında muhaliflerin türlü türlü eleştiri ve
hücumlarına uğradı. Özellikle üçüncü defa uzatılışı oldukça önemli bir olay
haline geldi.
6 Mayıs 1922 gününden önceki
günlerde, zamanı geldiği için, kanunun süresinin uzatılması Meclis'te söz
konusu edilmiş; ben, rahatsızlığım dolayısıyla Meclis'te bulunamamıştım. 5
Mayıs akşamı evime gelen Hükûmet üyeleri durumu şöyle anlattılar :
Meclis'teki muhalifler benim
Başkomutanlıkta kalmamı istemiyorlar. Birçak tartışmalı görüşmelerden sonra,
teklif oya konmuş fakat çoğunluk sağlanamamış; yani Başkomutanlık Kanunu'nun
süresinin uzatılması kabul edilmemiş, Bakanlar Kurulu üyeleri ve özellikle
askerî durumu yakından izleyen kimseler durumunda olan Genelkurmay Başkanı ve
Millî Savunma Bakanı pek çok üzülmüşler. Meclis'in gösterdiği bu tutum
karşısında kendilerinin de göreve devamlarında bir yarar olmayacağını ileri
sürerek, istifaya kalkıştılar.
MEMLEKETİN YÜKSEK ÇIKARLARI UĞRUNA
BAşKOMUTANLIK GÖREVİNE DEVAM
KARARI VERDİM
Meclis'in oyunu belli ettiği
dakikadan başlayarak ordu komutansız kalmıştı. Genelkurmay Başkanı ve Bakanlar
Kurulu da istifa ettiği takdirde, memleketin genel yönetiminde, üzerinde durup
düşünülmeye değer ağır bir bunalımın doğması kaçınılmazdı.Onun için gerek
Genelkurmay Başkanı'na gerek Bakanlar Kurulu'na daha yirmi dört saat
sabretmelerini ve beklemelerini rica ettim. Memleketinve millî gayenin yüksek
çıkarları adına, ben de Başkamutanlık göreviniyürütmeye devam kararını verdim
ve bunu Bakanlar Kurulu'na da bildirdim.
Ertesi günü, yani 6 Mayıs 1922'de
yapılan bir gizli oturumda Meclis'e açıklama yapacağımı bildirdim. Açıklamadan
önce, Başkomutanlıkaleyhinde söz söylemiş olan kimselerin düşüncelerini Meclis
zabıtlarınıgetirterek, birer birer incelemiş bulunuyordum.
Efendiler, sizleri fazla yormamak
için arz ettiğim gizli oturumdakikonuşmamı özetlemekle yetineceğim :
Efendiler, dedim; Başkomutanlık ve
Başkomutanlık Kanunu konusunda, başlangıçta olduğu gibi bugün de kanunun
gereksizliğinden veyahut değiştirilmesi gereğinden söz eden ve
Başkomutanlığın varlığındanşikâyetçi
olan kimseler vardır. Bu şikâyetçilerin hep aynı kimseler olduğu görülmektedir.
Ben gereksiz bir mevkiin, bir makamın mutlaka devam ettirilmesi taraflısı
değilim. Herhangi bir makama sınırsız yetkilerverilmesini sağlayacak kanunların
da taraflısı değilim. Ancak, Başkomutanlık makamının ve bu makama yetki veren
kanunun gerekli olup olmadığına karar verebilmek için, genel durumun, askerî
durumun iyice gözden geçirilmesi ve incelenmesi gerekir. Bu nokta ile ilgili
düşüncelerimiarz etmeden önce, Başkomutanlığın ve kanunun gereksizliği üzerine
sözsöylemiş olan kimselerin, bazı ifadelerini hep birlikte gözden geçirelim.
Örnek olarak, Salih Efendi(Erzurum
Milletvekili), benim,Meclis'in hakkını zorla ele geçirdiğimi, zorla ele
geçirmek istediğimi söyleyerek, çok açık olan hakkımızı vermeyiz diye feryat
etmiş.
Efendiler, açık konuşacağım, beni
bağışlayınız; her birinizin olağanüstü yetki ile seçilmesine ve olağanüstü
yetkiye sahip bir Meclis'in kurulmasına ve bu Meclis'in memleketin kaderini ele
alacak bir nitelik kazanmasına çalışan benim ! Bunda başarı sağlamak için en
yakın arkadaşlarımla görüş ayrılığına ve çatışmaya düştüm. Bütün hayatımı,
varlığımı,bütün şeref ve haysiyetimi tehlikeye attım. Demek oluyor ki, bu
benimeserimdir. Ben eserimi alçaltmakla değil yükseltmekle görevliyim. Salih
Efendi'den hiç olmazsa, beni de kendisi kadar olsun, bu Meclis'inhaklarıyla
ilgili saymasını rica ederim. Fazla bir şey istemem. Bu sözlerden sonra,
Meclis'in hakkını zorla ele geçirmek sözünü reddeder ve olduğu gibi Salih
Efendi'ye iade ederim. Böyle bir şey söz konusudeğildir ve olamaz.
Efendiler, Başkomutanlık konusunun
gizli oturumda görüşülmesinin uygun olacağı yolunda bir önerge verilmiş. Bu da
türlü şekillerde yanlış yoruma uğramış. Konunun açık oturumda görüşülmesi
istenmiş. Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet İükrü Bey, gizli
oturumlarlagerçeğin milletten gizlenmek istendiğini söylemiş. Bir defa Türkiye
Büyük Millet Meelisi, yalnız yasama görevi olan bir meclis değildir. Yürütme
yetkisine de sahip bulunuyor. Böyle olmasa bile, memleketin, devletinher türlü
işleriyle ilgili kararları, vaktinden önce açıkca söz konusu etmek ve herkese
duyurmak dünyanın neresinde görülmüştür? Özelliklesöz konusu edilen durum,
düşman karşısında bulunan bir ordunun Başkomutanı ile ilgili olursa, bunu açık
oturumda görüşerek, lehte olduğugibı aleyhte söylenen sözleri de düşmana
işittirmekte, memleketin birçıkarı var mıdır? Başkomutanın ordu üzerindeki,
özellikle düşman üzerindeki etki ve nüfuzunun çok büyük olması gerekir. Hattâ,
HüseyinAvni Bey'in burada söz konusu ettiği rahatsızlığımın bile,
düşmantarafından işitilmesi sakıncalıdır. Buna ne gerek vardı. Görüyorsunıız
ki,konunun gizli oturumda görüşülmesinden maksat, Mehmet İükrüBey'in dediği
gibi, hiçbir vakit gerçekleri milletten gizlemek düşüncesine dayanmamaktadır.
Keşke açık oturumda bir sakınca olmasaydı da,Mehmet İükrü Bey, kürsüden
istediklerini bağıra bağıra söyleseydi. Ben de Mehmet İükrü Bey'in sözlerindeki
anlamı ve gizlimaksadı millete açıklasam ve yorumlasaydım. İükrü Efendi bilsin
ki, millet onun gibi düşünmüyor. İükrü Efendi bilsin ki, onundediği gibi
komedya oynamıyoruz. Biz, buraya komedya oynatmak içintoplanmadık. Efendiler,
komedya oynayan ve oynatan İükrü Efendi'nin kendisidir. Fakat emin olsun ki,
biz o komedyaya kapılmayacağız.İükrü Efendi oynamak ve oynatmak istediği komedya
sonunda,yakalandığı kanun pençesinden ne kadar büyük bir alçalma ile
kurtulduğunu, unutacak kadar çok zaman geçmemiştir.
Efendiler, Hüseyin Avni Bey,
Başkomutanlık Kanunu aleyhinde konuşurken birtakım sözler sarfetmiş. Yüksek
Meclis'e bu tutumla milleti rezil edeceksiniz! demiş. Miskinler sözünü
kullanmış. Görevler şahıslara bağlı değildir; şahıs yoktur, millet vardır gibi
kurallarortaya atmış.
Gerçi asıl olan millettir,
toplumdur. Onun da genel iradesi Meclis'tekendini gösterir. Bu her yerde böyledir.
Fakat, fertler de vardır. Meclis, memleket ve devlet işlerini fertlerle
şahıslarla yapmaktadır. Her devletinişlerini yürüten şahıs ve şahıslar
meydandadır. Gerçeği, anlamsız birtakım düşüncelerle inkârın yeri değildir.
Efendiler, Hüseyin Avni Bey, ikide
bir de, birtakım anlamsız sözlerle konuşmamı kesiyordu. Kendisine ağır uyarıda
bulundum. Meclis'in mahalle kahvesi olmadığını söyledim. Kendisinden, milletin
kâbesiolan kürsüye saygılı olmasını istedim.
Efendiler, konuşanlardan biri de
Salâhattin Bey'dir. Salahattin Bey, bize taarruz edip edemeyeceğimizi sormuş
imiş. . .Biz de edeceğiz demişiz... Kendisi de edemeyeceksiniz! demiş. Veen
sonunda edememişiz!.. Kendi dediği çıkmış.
Halbuki, taarruzun ertelenme
sebeplerini yeri geldikçe yeterinceaçıkladığımızı sanıyorum. Tekrar edeyim ki,
taarruz edeceğiz. Düşmanıvatanımızdan kovacak ve uzaklaştıracağız. Bu
kararımızdan dönmeyeceğiz. Kararsızlığı gerektiren hiçbir sebep düşünülemez.
Bundan başka, Salahattin Bey demiş ki, ordu güç bakımından en yüksek
seviyeyegelmiştir. Evet, ordumuz mükemmeldir; fakat, istenilen seviyeye
gelmemiştir. Kendisi gibi bir asker arkadaşın, yüksek kurulumuzda
böylekonuşabilmesi için, ordunun içyüzünü bilmesi gerekir. Halbuki, Salâhattin
Bey, bundan çok uzaktır. Ordu ile yakından ilgilenenlerinsözü, yalnız benim
sözüm değil, bütün komutanların sözü, kendisini yalanlamaktadır. Fakat hiç
şüphe yok ki, ordumuzu lâyık olduğu seviyeyegetireceğiz. Salâhattin Bey'in en
önemli sözlerinden biri de, bizim başlıca görevimiz siyaset yapmaktır
şeklindeki düşüncesidir. HayırEfendiler, bizim önemli ve asıl olan görevimiz
siyaset yapmak değildir.Bizim, bütün memleketin ve bütün milletin bugün için
tek görevi, topraklanmızda bulunan düşmanı süngülerimizle kovmaktır. Bunu
yapamadıkça, siyaset anlamsız bir sözden ibaret kalır. Bununla birlikte, bir
dakika için, Salâhattin Bey'in sözlerini kabul edelim ! Buna benengel miyim?
Başkomutan engel midir? Bu sözün Başkomutanlık Kanunuile ne ilgisi vardır?
Anlaşılıyor ki bir engelleme ve bir zıtlaşma düşünülmektedir. Ben millî hedefe
ulaşılabilmesi için tek çıkar yolun savaş vesavaşta başarı olduğunu söylüyorum.
Bütün gücümüzü, bütün kaynaklanmızı ve bütün varlığımızı orduya vereceğiz.
Kudretimizi dünyaya tanıtacağız ve ancak ondan sonra milleti insan gibi
yaşatmak mümkün olacaktır ! diyorum.
Salahattin Bey, işte bu anlayışı,
aklınca siyaset yapmayaengel sanıyor ve konunun siyasetle çözüme
bağlanabileceğini zannediyor.Bir de Salahattin Bey diyor ki, bugünkü askerî
durumun gerektirdiği masrafları incelemek için, Başkomutanlığın varlığı bir
engeldir.
Efendiler, bu doğru değildir.
Başkomutan, Meclis'in, malî kaynakların incelemesine ne zaman engel olmuştur?
Gelir kaynaklarımızla neyapabileceğimiz konusundaki endişe belki herkesten çok
beni meşgul etmektedir. Yalnız, ben, ordumuzun varlık ve kuvvetini paramıza
göreayarlama görüşünü kabul edenlerden değilim. Paramız vardır, orduyukurarız;
paramız bitti, ordu dağılsın.. Benim için böyle bir mesele yoktur. Efendiler, para
vardır veya yoktur; ister olsun ister olmasın, orduvardır ve olacaktır. Bu
konuda bir hatıramı da aktarayım. Ben ilk defabu işe başladığım zaman en akıllı
ve düşünür geçinen birtakım kimselerbana sordular :
Paramız var mıdır? Silâhımız var
mıdır? Yokturdedim. O zaman: O halde ne yapacaksın? dediler. Para olacak,
orduolacak ve bu millet istiklâlini kurtaracaktır dedim. Görüyorsunuz ki,hepsi
oldu ve olacaktır.
Birtakım Efendiler de, Başkomutan
millete angarya yaptırıyordemişler. Halbuki kanunun memlekette angaryayı
yasakladığını söylemişler. Bu doğrudur Efendiler; fakat, ihtiyaç, tehlike bize
her şeyi meşru göstermektedir. Ordunun ihtiyaçları, millete angarya yaptırmayı
gerektiriyorsa, bunu yapıyoruz ve en doğru kanun budur. Milletin ve ordunun yenilmemesi
için, kanun buna engeldir diye, gerekli gördüğüm tedbiri almaktan
çekinmeyeceğim.
Efendim, Kara Vasıf Bey de demişler
ki, her yerde Başkomutan vardır. Fakat Başkomutanlık için ayrıca bir kanun
yoktur. Eldeki askerî kanunlar, her komutanın olduğu gibi başkomutanın da
görevve yetkilerini belirtir ve sınırlandırır. Bunu da ilim tayin ve tespit
eder.
Bilinmektedir ki, devletler,
biribirinden farklı hükûmet şekilleriyleidare edilirler. İekillerine göre,
başlarında krallar, imparatorlar, padişahlar bulunur. Bazılarının başlarında
cumhurbaşkanları vardır. Böyle memleketlerde, başkomutan, devletin başında
bulunan kimsedir. Bu kimsebaşkamutanlık görevini ya kendisi yapar yahut birini
vekil tayin eder.Bizim bugünkü hükûmet şeklimize göre, başkomutanlık yetkisi
Meclis'inmanevî şahsiyetinde toplanmıştır. Bunun için, Meclis, falan veya
filânkimseyi başkomutan seçtiğini ifade edince, bu ifadeye kanun derler.Kral,
padişah ve imparatorun buyurduğuna irade dendiği gibi, Meclis'ten çıkan millî
iradeye de kanun adı verilir. O halde kanun vardır. Birmeclisin olağanüstü bir
zamanda kendisine olağanüstü görev verdiği Başkomutan, Kara Vasıf Bey'in
komutanların görev ve yetkilerinibelirterek sınırlandırdığını işaret ettiği
Askerî Ceza Kanunu ile İç HizmetYönetimcliği çerçevesinde kalması gereken bir
komutan değildir. KaraVasıf Bey 'in ilim tayin ve tespit eder dediği şey,
büsbütün başkadır. Askerlik ilim ve teknikleri, askerlik sıfatını ve Başkomutan
olacakkimsede bulunması gereken vasıfları sıralar, açıklar ve öğretir. Yoksa,insanları
başkomutanlığa getirme işi, komuta edilecek ordunun asıl sahibi veya meşru
vekilleri tarafından yapılır. Başkomutanlık vasıflarınıtaşıyorum diyen bir
kimsenin o mevkiye kendiliğinden gelebilmesininanlamı ise büsbütün başkadır.
Kara Vasıf Bey, bir de demiş ki;
Başkomutan, cepheningerisindeki işlerle uğraşmasın ! Bu düşünce yanlıştır.
Cephenin insan sayısıyla, yiyeceği, giyeceği, silâh ve cephanesi ve daha başka
eksiklikleriyleilgili bulunan Başkomutan, elbette bütün bunların geride bulunan
kaynaklarıyla da ilgilidir. Kara Vasıf Bey, bu ileri sürdüğü düşünceyi hangi
kitapta, hangi alanda, hangi yerde görmüş ! Gerçi, hem cepheile hem de gerideki
birçok işlerle uğraşmak güçtür. Bir adam hem cepheye komuta edecek, savaş idare
edecek, hem de bu işlerle birlikte cephegerisinde birçok şeylerin yapılmasını
sağlayacak. Bunu bir adam nasılyapabilir? İüphesiz yapar. Fakat yapar dediğim
zaman, Başkomutan şuan cepheye komuta eder, sonra kalkar oradan filân yere
gider, yiyecekişini yoluna koyar; filân yere de gider ordunun ikmal işini yapar
demekdeğildir.
Üzerlerine büyük işler almamış oları
insanların bu konudaki kararsızlıklarını çok görmemelidir. Bakınız, size bir
örnek vereyim :
Bençok acemi komutanlar gördüm. Söz
gelişi, bir alay komutanı, yeni tümenkomutanı olmuş veya bir tümen komutanı
yeni kolordu komutanı olmuş;biraz da tecrübesiz! Daha tecrübe edinmeye zaman
bulamadan, güç durumlar karşısında kalmış. Görevi boyunca bir tümene alışmış
iken, düşman karşısında iki veya üç tümene birden komuta etmek zorunda kalınca,
kararsızlığa düşmesi ve güçlüklere uğraması olağandır. Bir tek tümene komuta
ettiği zaman, tümenin bütün birliklerini elden geldtği kadaraynı anda görüp
idare edebilen acemi komutan, gözden uzak mevzilerdeyer alan iki üç tümenin Muharebesini
idare etmek zorunda kalınca, kendikendine : Ben hangi tümenin yanında
bulunayım, onun mu, bunun mu?Orada mı, burada mı? diye sorar...
Hayır! Ne orada bulunacaksın, ne de
burada! Öyle bir yerde bulunacaksın ki, hepsini idare edeceksin. O zaman : Ben
hiç birini gerektiğigibi göremem! der. Tabiî göremezsin, elbette gözlerinle
göremezsin! Akılve ferasetinle görmek gerekir.
ORDUNUN KIPIRDANAMAYACAĞINI İDDİA EDEN
BİR GAFİLİ ALKIşLAYANLAR
Vasıf Bey, bir konuşmasında demiş ki
: Biz Sakarya Muharebesi'nden sonra, işte hâlâ kıpırdayamadık,
kıpırdayamıyoruz. Bu söz, bazılarının bravo sesleriyle ve alkışlarıyla
karşılanmış.
Efendiler, buna pek üzüldüm ve
kahroldum, çok utanç duydum. Ordunun kıpırdamamasını ve kıpırdamayacağını iddia
eden bir gafilin sözlerini alkışlamak, cidden çok gariptir. Rica ederim, bunu
burada gömelim, kimse işitmesin !
İşte Efendiler, Başkomutanlığın
gereksizliğini ispatlamak için söylenen sözlerin belli başlıları bunlardan
ibaretti. Benim de bu sözlere verebileceğim karşılıklar dinlendi. Bundan sonra
düşünüp karar vermek Meclis'e düşer. Yalnız bir gerçeği gözler önüne sermek
zorundayım. YüceMeclis'in, Başkomutanlığın gereğine inandığına şüphe olmamakla
birlikte, muhalefetin, hiç bir temele dayanmayan tutumu, Meclis kararının
istenilmeyen bir şekilde çıkmasına yol açtı. Bunun sonucu ne oldu, Efendiler,
biliyor musunuz? Başkomutanlık iki gündür belirsiz bir durumdave boşluktadır.
İu dakikada ordu komutansızdır. Eğer ben orduya komuta etmekte devam ediyorsam,
kanunsuz olarak komuta ediyorum. Meclis'te beliren oy sonuçlarına göre, hemen
komutadan el çekmek isterdim.
Başkomutanlığımın sona erdiğini
hükümete bildirdim. Fakat, önlenmesiimkânsız bir felâkete meydan vermeme
mecburiyeti ile karşı karşıya geldim. Düşman karşısında bulunan ordumuz başsız
bırakılamazdı. Bununiçin bırakmadım, bırakamam ve bırakmayacağım.
Saygıdeğer Efendiler, bu gizli
oturumda, muhaliflerin hükûmetive orduyu yıkmak için öteden beri kurcaladıkları
daha birtakım noktalar üzerinde hemen hemen düelloyu andıran tartışmalar oldu.
Sonunda gereği gibi aydınlanmış olan Meclis, oyunu şu yolda belirtti :
11 red,15 çekimsere karşı 177 oyla
Başkomutanlık Kanunu'nun süresi uzatıldı.
ORDUNUN MADDİ VE MANEVİ GÜCÜ, MİLLİ
GAYEYİ TAM BİR GÜVENLE
GERÇEKLEşTİRECEK DÜZEYE YÜKSELMİşTİ
Efendiler, üç ay sonra, yani 20
Temmuz 1922 tarihinde, Başkomutanlık Kanunu, süresi bittiği için yeniden
görüşme konusu oldu. Bu defa Meclis'te yaptığım genel konuşmanın bir kısmını
olduğu gibi bilginize sunmama müsaadenizi rica ederim. Demiştim ki :
Artık ordumuzun maddi ve manevi
gücü, olağanüstü hiçbir tedbire ihtiyaç duyurmaksızın, milli gayeyi tam bir
güvenle gerçekleştirecek düzeye ulaşmıştır. Bu bakımdan, olağanüstü yetkilerin
devam ettirilmesine gerek ve ihtiyaç kalmadığı görüşündeyim.
Bugün ortadan kalktığını görmekle
sevindiğimiz bu ihtiyacın, bundan sonra da doğduğunu görmemekle mutlu olacağız.
Başkomutanlık görevinin süresi, olsa olsa Misak-ı Millî'mizin özüne uygun kesin
bir sonuca ulaşacağımız güne kadar uzar. Mutlu sonuca güvenle ulaşacağımıza
şüphe yoktur. O gün, değerli İzmir'imiz, güzel Bursa'mız, İstanbul'umuz,
Trakya'mız ana vatana katılmış olacaktır. O mutlu gün gelince, bütün milletle
birlikte, en büyük mutluluklara erişmekle şeref duyacağız.
Benim bundan başka ikinci bir
mutluluğum daha olacaktır ki, o da kutsal dâvâmıza başladığımız gün bulunduğum
duruma dönebilmekliğim imkânıdır. Dünyada, milletin bağrında serbest bir fert
olabilmek kadar büyük bir mutluluk var mıdır? Gerçekleri bilen, kalbinde ve
vicdanında manevi ve kutsal hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için, ne
kadar yüksek olursa olsun, maddi makamların hiçbir değeri yoktur.
Efendiler, bu görüşmelerin sonunda,
Başkomutanlığın süresiz olarak bana verilmesi kararına varıldı.
MUHALİF GURUBUN MECLİSTE'Kİ
FAALİYETİ
Saygıdeğer Efendiler, muhalif grubun
Meclis'teki faaliyeti, bizi kendisiyle biraz daha uğraştıracaktır. İkinci Grup
adını alan muhalifler, olumsuz yoldaki direnmelerini uzun süre denediler.
Bakanlar Kurulu'nun seçim şeklini düzenleyen 8 Temmuz 1922 tarihli kanunla,
Bakanların ve Bakanlar Kurulu Başkanı'nın doğrudan doğruya Meclis'çe ve gizli
oyla seçilmeleri sağlandı. Böylece, Bakanlar Kurulu Başkanlığı'ndan fiilen
uzaklaştırılmış olduğum gibi, Bakanların da benim göstereceğim adaylar
arasından seçilmesi ile ilgili hüküm kaldırılmış oldu.
RAUF BEY BAKANLAR KURULU BAşKANI OLDU
Muhalif grup, bundan sonra saldırıya
geçti. Rauf Bey'i Bakanlar Kurulu Başkanlığı'na getirmeye çalıştı. Bunda başarı
da sağladı. Muhaliflerin gizli niyetlerini anlıyordum. Bununla birlikte Rauf
Bey' i yanıma davet ettim. Meclis'teki çoğunluğun kendisini BakanlarKurulu
Başkanı olarak seçme eğiliminde olduğunu, bunun bence de uygun görüldüğünü
söyledim. Rauf Bey, kararsız bir tavır takındı.Bakanlar Kurulu Başkanlığı'nın
bir görevi yoktur dedi. Rauf Beydemek istiyordu ki, Büyük Millet Meclisi'nin
Başkanı, Bakanlar Kurulu'nun da tabiî başkanıdır. Bakanlar Kurulu'nun aldığı
kararlar onun tarafından onaylanmadıkça yürürlüğe girmez. Buna göre, Bakanlar
KuruluBaşkanı'nın bir yetkisi ve serbestliği yoktur. Gerçekten de
Teşkilât-ıEsasiye Kanunu gereğince durum böyleydi. Bununla birlikte,
sonundaBakanlar Kurulu Başkanlığı'nı kabul etti. Rauf Bey, 12 Temmuz1922
tarihinden 4 Ağustos 1923 tarihine kadar bu görevde kaldı.
Efendiler, bir nokta dikkatinizi
çekmiştir. Kara Vasıf Bey'leRauf Bey, muhalefetin doğuşunda, desteklenmesinde
ve yönetiminde, daha ilk günden birlik olmuşlar ve liderliğini yapmışlardır.
FakatRauf Bey, açıktan açığa İkinci Grup'a geçmeyerek, bizim içimizdekalma
durumunu tercih ediyor. Bu durum üç yıl sürdü. Rauf Bey'e sonunda kendi
ifadesiyle :
Bizimle birlikte imiş gibi görünmeye
artık imkân kalmadığı zaman ayrılığını ilân etmek zorunda kaldı.
Efendiler, muhaliflerin, Meclis'te
ordu aleyhine başlattıkları havadevam ediyordu. Sürekli ve ateşli bir şekilde
ordunun taarruz kabiliyetiolmadığından ve artık konuyu siyasî tedbirlerle bir
çözüme bağlayaraksonuçlandırınanın kaçınılmaz olduğundan etkili bir şekilde söz
ediyorlardı.
TAARRUZ KARARI
Gerçekte ordumuz ihtiyaçlarını ve
eksiklerini tamamlamak üzere bulunuyordu. Ben, daha Haziran ortalarında
taarruza karar vermiştim. Bu kararımı yalnız Cephe Komutanı ile Genelkurmay
Başkanı ve Millî Savunma Bakanı biliyorlardı. Bildirdiğim tarihlerde bir geziyi
vesile ederek İzmit - Adapazarı yönüne hareket ettiğim zaman, Ankara'da
Genelkurmay Başkanı F e v z i P a ş a
Hazretleri'yle görüştükten sonra, o
zaman Millî Savunma Bakanı bulunan K â z ı m P a ş a Hazretleri'ni Sarıköy
istasyonuna kadar birlikte götürerek, oraya davet ettiğim Cephe Komutanı İ s m
e t P a ş a Hazretleri'yle birlikte, taarruz için gerekli hazırlıkların
sür'atle tamamlanması ile ilgili kararlar aldık.
Efendiler, artık Büyük Taarruz'dan
söz açma sırası geldi. Bilirsiniz ki, Sakarya Meydan
Muharebesi'nden sonra, düşman ordusu
büyük ve kuvvetli bir grupla Afyonkarahisar -
Dumlupınar arasında bulunuyordu. Bir
başka kuvvetli grubuyla da Eskişehir bölgesindeydi. Bu iki grup arasında yedek
kuvvetleri vardı. Sağ kanadını, Menderes dolaylarında bulundurduğu kuvvetlerle,
sol kanadını da İznik Gölü'nün kuzey ve güneyindeki kuvvetleriyle koruyordu.
Denilebilir ki, düşman cephesi, Marmara'dan Menderes'e kadar uzanıyordu. Düşman
ordusunun teşkilâtı, üç kolordu ve bazı müstakil birliklerin mevcudu da üç
tümeni bulmaktaydı. Biz, Batı Cephesi'ndeki kuvvetlerimizi iki ordu halinde
teşkilâtlandırmış ve düzenlemiştik. Bundan başka, doğrudan doğruya cepheye
bağlı teşkilâtımız da vardı. Bizim bütün birliklerimiz on sekiz tümen idi.
Bundan başka üç tümenli bir süvari kolordumuz ve daha zayıf mevcutlu iki süvari
tümenimiz vardı. Teşkilâtı biribirinden farklı olan iki düşman ordusu
biribiriyle karşılaştırılırsa, her iki tarafın insan ve tüfek kuvvetleri, aşağı
yukarı biribirine denk bulunuyordu. Yalnız, Yunan ordusu, dünyanın hür ve
kendisini destekleyen sanayiine dayandığı için, makineli tüfek, top, uçak,
taşıt, cephâne ve teknik malzeme bakımından daha üstün durumdaydı. Diğer
taraftan bizim ordumuz süvari sayısı yönünden daha üstün bulunuyordu.
1'İNCİ ORDU KOMUTANI ALİ İHSAN
PAşA'NIN YARATTIĞI DURUM
Burada, sırası gelmişken bir noktayı
belirtmeliyim. Ordularımızdan birinin, 2' nci Ordu'nun komutanı bugün Askerî
İûra üyelerinden olan İ e v k i P a ş a Hazretleri idi. 1' inci Ordumuzun
komutasını Malta'dan gelmiş olan İ h s a n P a ş a 'ya vermiştik. İ h s a n P a
ş a 'nın, kendisini Divan-ı Harbe kadar götüren yersiz ve davranışlarından
dolayı, ordu komutanlığından uzaklaştırılması gerekti. Gerçekten, A l i İ h s a
n P a ş a; ordunun disiplinini ve genel yönetimini bir çıkmaza sokacak şekilde
hareket etti. Örnek olarak, ordusundaki ast komutanlarda, üst komutanlara karşı
itaatsizlik edecek durumlar yarattı.
Söz gelişi, ambarlarının mevcudunu
günlerce haber vermeyerek ve haber verdirmeyerek genel yiyecek sıkıntısının
çekildiği bir sırada, ansızın ambarlarının boşaldığını ve açlık tehlikesi
bulunduğunu bildirdi.
Ast komutanları, üstlerine karşı
itaatsizliğe ve görevlerini yapmamaya kışkırtma ve bu davranışları destekleme
gibi tutumları yanında, ordunun emirlere uyma ve görev duygusuyla oynayacak
kadar entrikacı bir yaratılışta olduğu kanaatini de uyandırdı.
A l i İ h s a n P a ş a 'nın
bilinen, kendisine has özelliklerinden başlıcaları şunlardı :
En küçük birliklere kadar bütün
ordusuna, önemli önemsiz her işin ve her kararın ancak kendisi tarafından
verileceğini telkin ederek bütün ordusunda yalnız kendisinin kudret sahibi
olduğunu zannettirmek. Büyüklerinden daha üstün olduğunu herkese ispatlamak
düşüncesine kapılmak. Gerek resmî iş gerek özel davranış bakımından
büyüklerinin itibarlarını düşürmeye çalışmak. Savaş açısından tedbirde
yerindelik ve sinirde sağlamlık yönleriyle kendisini deneme fırsatı bulunmamış
olmakla birlikte, bu hususta anlaşılan karakteri şuydu :
Herhangi bir başarısızlığı mutlaka
astına veya üstüne yükleme yolunu her zaman düşünmesi. İ h s a n P a ş a,
yumuşak ve nazik davranışlardan çok, sert ve resmi davranışla iş yaptırmayı
gerekli bulur.
A l i İ h s a n P a ş a 'nın huyu ve
ahlâkı konusunda, kendisinin kurmay başkanı iken çekilmek zorunda kalan Yarbay
H â l i t B e y'in (Sonradan Kastamonu Milletvekili olmuştur) Batı Cephesi
Komutanlığı'na verdiği 20 Ocak 1922 tarihli resmî bir raporunun bazı
bölümlerini olduğu gibi bilginize sunacağım. H â l i t B e y, Birinci Dünya
Savaşı'nda, Irak'ta da A l i İ h s a n P a ş a ile birlikte bulunmuştu. Sözünü
ettiğim raporda şu cümleler vardır :
" . .. . .... . . . . .... ....
.... .... .. . ..... .... .. . ...... .. ................ . . . .... . ..... .
. . . . . .. . . . ..... Komutanım
A l i İ h s a n P a ş a 'nın geldiği
günden beri ast komutanların haysiyetini ve görev yapma isteğini kıracak
davranışlar içinde bulunması ve yapılan yazışmalardan anlaşılmış olacağı üzere
Cephe Komutanlığı'na karşı astlara hissettirecek derecede yakışıksız bir
haberleşme kapısı açması, benlik kokusu hissedilen düşünce yarışına girişmesi,
dünyanın değer verdiği ve saygı duyduğu cephe karargâhının nüfuzunu azaltmak
istediğini anlatır bir davranış tarzını benimsemiş olması, beni ciddî olarak
düşündürdü ve üzdü. Davranışlarını elimden geldiği kadar değiştirmeye çalıştım.
Fakat yine büyük bir fark göremedim.
. .... . .. .... ....... .. ........
.......... .. . .. ....... .......... .... . ............ ....... . ....
Aklında yer etmiş bencillik hastalığı, ün yapma hırsı, aşırı kıskançlık ve
sonsuz bir bencilliığin etkisiyle baş olmak istediği, davranışlarından ve ast
komutanlar yaninda söyledigi biribirine düşürücü sözlerden anlaşılıyordu. 11'
nci Tûmen Komutanı istifamı işittikten sonra, bana gizli bir konuşmada :
A I i İ h s a n P a ş a ' nın
Malta'da iken kurtulması için F e r i t P a ş a ' ya mektuplar yazdığını ve
İngiliz mandasını kabul etmek için kendi karşısında saatlerce açıktan açığa
konuşmalar ve tartışmalar yaptığını söyledi. A l i İ h s a n P a ş a 'nın
davranışlarına bakarak, bu sözleri dikkat çekici buldum.." Astlardan gelen
bazı evrakı cepheye, cepheden geleni astlara olduğu gibi göndererek karşılıklı
güven duygularmı sarsma şeklindeki davranışlan da ayrıca dikkati çekmektedir.
Söz gelişi : İeyhelvan dağının düşman eline geçişi ile ilgili yazışmaların
olduğu gibi 2 nci Kolordu'ya, 5 inci Kolordu'dan yazılan bazı raporların da
aynen cepheye yazılması gibi. Buna rağmen, söz konusu olayın sorumluluğunu 5'
inci Kolordu Komutanı'na yüklemesi ve kendisinden cepheye şikâyette bulunması âmirlik
niteliği ile bağdaştırılamaz, Tevhid-i Efkâr gazetesinde yayınlattığı
hâtıraları arasında, Ateşkes Anlaşması tarihinden bir gün önce, Musul
güneyinde, İarkat'ta esir olan Dicle Grubu nun esirlik sebebini yalnız o zaman
grup komutanı olan (İimdi Doğu Cephesi nde Tümen Komutanı imiş) Yarbay İ s m a
i l H a k k ı B e y ' in üzerine atması da bu karakterinin delilidir. Dicle
Grubu 7, 9, 43, 18 ve 22 nci Alaylarla Avcı Alayından oluşmuştur. Bunlardan
başka ayrıca 5' inci Tümen'den 13 ve 14' üncû Alaylar da parça parça esir
verildi. Ateşkes Anlaşması'ndan bir gün önce 13.000 kişinin esir verilmesi, 50
kadar topun kaybı, gerçekte kendisinin şartlara ve duruma uygun olmayarak
verdiği bir emir yüzündendir. İşte bu durum Musul ilinin kaybedilmesine yol
açtı, Halbuki, ateşkes anlaşması yapılacağı belliydi. Gruba, Keyare mevziine
çekilmek için direktif verilseydi, İngilizler gruba tesir etmek şöyle dursun
yenemezlerdi bile. Bu gruba 5' inci Tûmen de katılabilirdi. Ateşkes anlaşması
yapıldığı zaman, esir olan sekiz piyade alayı elde bulunur ve Musul da bizde
kalırdı, Fakat sefil bir düşünce mantığa galebe çaImıştır.
Hâtıralarında, Dicle boyundaki bütün
başan ve T o w n s h e n d ' in esir alınması şerefi, kendisine
mâledilmiştir.... , Her başarıyı kendisine aitmiş gibi gösteren yayınlar
yaptırmaktan maksadı, kamuoyunu aldatarak şöhret ve mevki kazanmaktır. Ünlü
adamlarm hâtıralarını yayınlamak, millette övünme duygularını canlı tutar ve
gereklidir de, ancak, tarihin sorumlu tutacağı kimselerin hareketlerini övünülecek
şeyler arasında saymak tarihi lekeler ve gelecek nesilleri yanlış düşüncelere
sürükler.
General M a r s h a l I 'ın :
Yanzı ölene kadar Musul'u terk
ediniz; aksi halde savaş esirisiniz, emri aldığı zaman o büyüklük taslayan Paşa
Hazretleri Sincar çölünü geçerek Nusaybin'egitmek için G e n e r a l M a r s h
a l l'dan resmi bir yazı ile kendisini koruyacak iki zırhlı otomobil istedi ve
bunların koruyuculuğunda A ş i r B e y ' le (şimdiki Milli Savunma Bakanı
Müsteşar Yardımcısı A ş i r P a ş a ' dır) beni Musul'da bırakarak Nusaybin'e
gitti. Aşiretler arasında hükümetin manevi otoritesini de kırdı. Bu durumu
görenlerin vicdanı sızladı. Zaho yoluyla, koruyucusuz gidebilirdi veya süvari
alarak çölden geçebilirdi. Halep'te İngiliz generalinden şahsı için özel tren
istedi ve yolda hakarete uğramaması için muhafız bulundurulmasını istemeyi de
unutmadı. Gerektiğinde hayatının ve rahatının korunması için milli şerefi
unutan paşa Hazretleri'nin ahlâkına örnek olmak üzere yukandaki olayları dile
getirdim..... Eski komutanıma hoş görünmedim.Çünkü hırsına hizmet etmedim ve
dalkavukluğunu yapmadım." Millete, Millî Ordu'yukuran ve millete zaferler
kazandıranbüyük komutanlar gibiasil ruhlu, iyi niyetli kılavuzlar, komutanlar
gerekir. Orduda birlik ve uyumun bozulmasına, görev aşkının zayıflamasına
çalışanlar, dâhi de olsalar zararlı birer şahsiyettirIer. Ben, çekilen emekleri
bildiğim, girişilen kutsal mücadelede başarıya ulaşmayı istediğim için, kötû
niyetli olmadığıma ve çıkar gözetmediğime namusum ve mukaddesatım üzerine yemin
ederek bunları anlatmaya cür'et ettim. İran'da, Kafkas a'da uzun süre
yaverliğini yapan (şimdi Birinci Ordu harekat şube müdürü)Binbaşı C e m i l B e
y son günlerde bana :" İyi ki A l i İ h s a n P a ş a , Millî Mücadele'nin
başlangıcında Anadolu'da bulunmadı. Malta'da bulunduğu iyi oldu. Aksi halde,
hiç şüphe yok ki, aykırı bir yol tutardı dedi. Paşa'nın nasıl bir insan
olduğunu çok iyi bilen C e m i l B e y , pek doğru söylemiştir... Ulu Tanrı'dan
kış uykusuna yatmış yılana güneş göstermesin dileğinde bulunurum.
Efendiler, A l i İ h s a n P a ş a,
Meclis'teki muhalifler grup ileri gelenleri ile de temas ve haberleşmelerde
bulunuyordu. Kendisinin komutanlığına son verilerek, hakkında kanunî işleme
devam edilmek üzere Millî Savunma Bakanlığı emrine verilmesini onayladığım. 18
Haziran 1922 gününün ertesinde, yani 19 Haziran tarihinde, o zaman Türkiye
Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı bulunan R a u f B e y'den, makina başında,
İ h s a n P a ş a ile ilgisini gösterir bir şifreli telgraf almıştım. Yeri
gelince bu telgrafı da bilginize sunmuştum. O günlerde Adapazarı, İzmit
taraflarında gezide bulunuyordum. R a u f B e y telgrafında diyordu ki : 1'
inci Ordu Komutanı A l i İ h s a n P a ş a' nın görevden alınarak Divan-ı Harbe
verilmek üzere Konya'ya gönderildiğine dair Meclis çevrelerinde dedikodulara
yol açan bir söylenti vardır.
Efendiler, bir komutanın görevden
alınması, göreve tayini veya askerî mahkemeye verilmesi işleminin üzerinden bir
gün bile geçmeden, Meclis'çe dedikodu olabilecek bir söylenti haline gelmesi ve
Meclis İkinci Başkanı'nın bu olayla, benden açıklama isteyecek kadar yakından
ilgilenmesi dikkat çekici değil midir? R a u f B e y'e tarafından gereken cevap
verildi.1' inci Ordu Komutanlığı bir süre vekâletle idare edildi. Fakat birinin
asil olarak tayini gerekiyordu. Moskova Sefirliği'nden dönmüş olan F u a t P a
ş a'nın 1' inci Ordu Komutanlığı'nı kabul edip etmeyeceği konusunda düşüncesini
almak istedim. Anladım ki, cephe komutanlığı yapmış olduğundan, cephe
komutanının emrine girmek istemiyor. Millî Savunma Bakanı bulunan K â z ı m P a
ş a vasıtasıyla 1' inci Ordu Komutanlığı'nı, R e f e t P a ş a'ya teklif
ettirdim. Kabul etmemiş. Nihayet, o tarihlerde kayıtsız şartsız cephe emrine
girerek görev yapacağını söyleyen ve açıkta bulunan N u r e t t i n P a ş a 'yı
1' inci Ordu Komutanlığı'na getirdik.
TAARRUZ PLANIMIZIN ANA ÇİZGİLERİ
Efendiler, düşman ordusunun cephe ve
teşkilât durumu ile, ona karşı Batı Cephesi'ndeki kuvvetlerimizin esas olarak
iki ordu halinde kurulup düzenlenmiş olduğunu söylemiştim. Öteden beri
tasarlamış olduğumuz taarruz plânımızın ana çizgilerini de arz edeyim :
Düşündüğümüz, ordularımızın ana
kuvvetlerini düşman cephesinin bir kanadında ve mümkün olduğu kadar dış
kanadında toplayarak, bir imha meydan muharebesi vermekti. Bunun için elverişli
bulduğumuz durum, ana kuvvetlerimizi, düşmanın Afyonkarahisar yakınlarında
bulunan sağ kanat grubu, güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar hizasına kadar
olan alanlarda toplamaktı. Düşmanın en hassas ve önemli noktası orasıydı. Çabuk
ve kesin sonuç almak, düşmanı bu kanadından vurmakla mümkündü.
Batı Cephesi Komutanı İ s m e t P a
ş a ve Genelkurmay Başkanı F e v z i P a ş a, bu bakımdan gerektiği gibi bizzat
incelemeler yapmışlardı. Hareket ve taarruz plânımız çok önceden tespit
edilmişti.
Konya'ya gelmiş olan G e n e r a l T
o w n s h e n d'in isteği üzerine, kendisiyle görüşmek için,
Ankara'dan hareket ederek 23 Temmuz
1922 akşamı Batı Cephesi Karargâhı'nın bulunduğu Akşehir'e gittim. Savaş plânı
üzerinde görüşürken Genelkurmay Başkanı'nın da katılmasını uygun bulduk. Ben,
24 Temmuzda Konya'ya gittim. 27'sinde tekrar Akşehir'e gelmişti. 27/28 Temmuz
gecesi birlikte yaptığımız görüşme sonunda, tespit edilmiş olan plân gereğince
taarruz etmek üzere, 15 Ağustosa kadar bütün hazırlıkların tamamlanmasına
çalışmayı kararlaştırdık.
28 Temmuz 1922 günü öğleden sonra
yaptırıIan bir futbol maçını seyretmek bahanesiyle ordu komutanları ve bazı
kolordu komutanları Akşehir'e çağrıldı. 28/29 Temmuz gecesi genel olarak
komutanların taarruzla ilgili görüşlerini aldım. 30 Temmuz 1922 günü
Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı ile yeniden görüşerek tarruzun
şeklini ve ayrıntılarını tespit ettik.
Ankarara'dan çağırdığımız Millî
Savunma Bakanı K â z ı m P a ş a da 1 Ağustos l922 öğleden sonra Eskişehir'e
geldi. Ordu hazırlığının tamamlanmasında Millî Savunma Bakanlığı'na düşen işler
tespit edildi.
TAARRUZA HAZIRLIK EMRİ
Ordunun hazırlıklarının
tamamlanmasını ve taarruzun bir an önce yapılmasını emrettikten sonra tekrar
Ankara'ya döndüm. Batı Cephesi Komutanı, 6 Ağustos 1922'de ordularına gizli
olarak taarruza hazırlık emri verdi. Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma
Bakanı Paşalar da Ankara'ya döndüler.
Efendiler, taarruz için yeniden
cepheye gitmeden önce, Ankara'da yapılması gereken bazı işler vardı. Daha
taarruz emri verdiğimi Bakanlar Kurulu'na da açıkça bildirmemiştim. Artık
onlara recmî olarak haber verme zamanı gelmişti. Yaptığımız bir toplantıda iç
ve dış durumlarla ordunun durumunu görüşüp tartıştıktan sonra, taarruz
konusunda Bakanlar Kurulu ile görüş birliğine vardık.
Önemli bir konu daha vardı.
Muhalifler ordunun çürüdüğünden, kıpırdayacak durumda olmadığından, böyle
karanlık ve belirsizlik içinde beklemenin sonucunun felâketten ibaret olacağı
yolundaki propagandalarına alabildiğine hız vermişlerdi. Gerçi, Meclis'te bu
düşünce akımının bıraktığı yankılar, zaten düşmanlardan fazlasıyla gizlemek
istediğim taarruz bakımından yararlıydı. Fakat bu olumsuz propaganda en yakın
ve en inanmış kimseler üzerinde bile kötü etkisini göstermeye başlamış, onlarda
da kararsızlıklar uyandırmıştı. Onları da yakında yapacağım taarruz konusunda ve
altı yedi gün içinde düşmanın ana kuvvetlerini yeneceğime olan güvenim
hususunda aydınlatmayı ve yatıştırmayı gerekli buldum. Bunu da yaptıktan sonra
Ankara'dan ayrıldım. Genelkurmay Başkanı benden önce 13 Ağustos 1922'de cepheye
gitmişti.
Ben birkaç gün sonra hareket ettim.
Hareketimi belirli birkaç kişi dışında bütün Ankara'dan gizledim. Benim
Ankara'dan ayrılacağımı bilenler, burada imişim gibi davranacaklardı. Hattâ
gazetelerde benim Çankaya'da çay ziyafeti verdiğimi de ilân edeceklerdi. Bunu şüphesiz
o vakitler işitmişsinizdir. Trenle hareket etmedim. Bir gece otomobille Tuz
Çölü üzerinden Konya'ya gittim. Konya'ya hareketimi telgrafla orada kimseye
bildirmediğim gibi, Konya'ya varır varmaz telgrafhaneyi kontrol altına
aldırarak Konya'da bulunduğumun da hiçbir yere bildirilmemesini sağladım. 20
Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat 16.00'da Batı Cephesi Karargâhı'nda yani
Akşehir'de bulunuyordum. Kısa bir görüşmeden sonra 26 Ağustos 1922 sabahı
düşmana tarruz için Cephe Komutanı'na emir verdim.
26 AĞUSTOS 1922 TAARRUZ EMRİ
2O/21 Ağustos 1922 gecesi 1' inci ve
2' nci Ordu Komutanlarını da Cephe Karargâhına çağırdım. Genelkurmay Başkanı
ile Ccphe Komutanını da yanımda bulundurarak, taarruzun nasıl yapılacağını
harita üzerinde kısabir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra, Cephe
Komutanı'na o günvermiş olduğum emri tekrarladım. Komutanlar harekete geçtiler.
Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti.
Bunun gerçekleştirilebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının
gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütünyürüyüşler gece
yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklaraltında dinleneceklerdi.
Taarruz bölgesinde, yolların düzeltilmesi v.b.çalışmalarla düşmanın dikkatini
çekmemek için diğer bazı bölgelerdide benzeri yanıltıcı hareketlerde
bulunulacaktı.
24 Ağustos 1922'de karargâhımızı
Akşehir'den, taarruz cephesi gerisindeki İuhut kasabasına getirttik, 25 Ağustos
1922 sabahı da İuhut'tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe'nin güneybatısındaki
çadırlı ordugâha naklettik. 26 Ağustos sabahı Kocatepe'de hazır
bulunuyorduk.Sabah saat 5.30'da topçu ateşimizle taarruz başladı.
BAşKOMUTAN SAVAşI
Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde,
yani iki gün içinde, düşmanın Karahisar'ın güneyinde 50 ve doğusunda 20, 30
kilometre uzunluğundaki müstahkem cephelerini düşürdük. Yenilen düşman
ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustosa kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık.
30 Ağustosta yaptığımız savaş sonunda (buna Başkomutan Muharebesi adı
verilmiştir),düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman
ordusununBaşkomutanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi.Demek
ki, tasarladığımız kesin sonuç, beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü
ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir'e doğru yol alırken ,diğer birlikleriyle de
düşmanın Eskişehir de kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere
ilerliyorlardı.
ATEşKES TEKLİFİ
Efendiler, Başkomutan Savaşı'nın
sonuna kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu,resmî bildirilerde
pek önemsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, durumu mümkün olduğu
kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü,düşman ordusunu tamamen yok edeceğimizden
emindik. Bunu anlayıp,düşman ordusunu felâketten kurtarmak isteyeceklerin yeni
teşebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. Gerçekten, bizim hareketimizi
sezdikleri zaman ve taarruzumuzun arkasından bize başvuranlarolmuştur. Örnek
olarak, biz taarruza devam ettiğimiz sırada, BakanlarKurulu Başkanı olan R a u
f B e y 'den, Ateşkes konusunda İstanbul'dan haber geldiğini bildiren 4 Eylül
1922 tarihli bir telgraf almıştım.Verdiğim cevap aynen şöyledir :
Tel. Makama özel 5.9.1922
Bakanlar Kurulu Başkanlıgı
Yüksek Katına
Anadolu'daki Yunan ordusu kesin
olarak yenilgiye uğratılmıştır. Yunan ordusunun artık yeniden ciddî bir
direnişte bulunmasına ihtimal yoktur. Anadoluiçin herhangi bir görüşmeye gerek
kalmamıştır. Ateşkes ancak Trakya için sözkonusu olabilir. Bu bakımdan Eylülün
onuna kadar doğrudan doğruya YunanHükümeti veyahut Ingiltere vasıtasıyla,
hükümetimize resmen başvurduğu takdirde, aşağıdaki şartlar ileri sürülerek
cevap verilmelidir. Bu tarihten, yani Eylülünonundan sonra yapılacak başvurmaya
verilecek cevap başka türlü olabilir. Bu takdirde durum bana ayrıca
bildirilmelidir :
1- Ateşkes Anlaşması tarihinden
başlayarak on beş giın içinde Trakya,1914sınırlarına kadar kayıtsız şartsız
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nin sivilmemurlarına ve askerî kuwetlerine
teslim edilmiş bulunacaktır.
2
- Yunanistan'daki esirlerimiz on beş
gi.i.n içinde İzmir, Bandırma ve İzmit limanlarında bize teslim
edilecektir.
3
- Yunan Hükûmeti, Yunan ordusunun üç
buçuk yıldan beri Anadolu'dayaptığı ve yapmakta olduğu tahribatı tamir etmeyi
şimdiden taahhüt edecektir.
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Başkomutan
Mustafa Kemal
ORDULARIMIZ İZMİR RIHTIMINDA İLK
VERDİĞİM HEDEFE, AKDENİZ'E ULAşTILAR
Doğrudan doğruya bana gönderilen bir
telsiz telgrafta da, İzmir'deki İtilâf Devletleri konsoloslarına benimle
görüşmelerde bulunma yetkisinin verildiği bildirilerek, onlarla hangi gün ve
nerede buluşabileceğim soruluyordu. Buna verdiğim cevapta da, 9 Eylül 1922'de
Kemalpaşa'da görüşebileceğimizi bildirmiştim. Gerçekten de, söz verdiğim gün,
ben Kemalpaşa'da bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü
ordularımız, İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe,, Akdeniz'e ulaşmış
bulunuyorlardı
Saygıdeğer Efendiler, Afyonkarahisar
- Dumlupınar Meydan Muharebesini ve ondan sonra düşman ordusunu tamamiyle yok
eden veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz'e, Marmara'ya döken
harekâtımızı açıklayıcı ve vasıflandırıcı söz söylemeyi gereksiz sayarım.
Her safhasıyla düşünülmüş,
hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk
ordusunun, Türk subay ve komuta hey'etinin yüksek kudret ve kahramanlığını
tarihe bir kere dahageçiren muazzam bir eserdir.
Bu eser, Türk milletinin hüriyyet ve
istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin
evlâdı, bir ordunıın başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım
sonsuzdur.
Efendiler, işte şimdi diplomasi
alanına geçebiliriz. Gerçi, ordumuzun zafere ulaşacağından ümitsiz oldukları
için, bu meseleyi daha önce diplomasi yoluyla çözüme bağlama kanaat ve
iddiasında olanları, dediklerini yapma hususunda biraz fazlaca bekletmiş oldum.
Bununla birlikte, sonunda benim de diplomasi alanında ciddî olarak çaba
harcadığımı görerek memnun olmaları gerekirdi. Böyle olup olmadığını
göreceğiz.
Ordularımız, İzmir ve Bursa'yı geri
aldıktan sonra, Trakya'yı da Yunan ordusundan kurtarmak için İstanbul ve
Çanakkale doğrultusunda yürüyüşlerine devam ederken, İngilizlerin o zamanki
başbakanı bulunan L1oyd George, fiilen harbe karar vermiş bir tavırla ve
yardımcı birlikler gönderilmesi isteğiyle dominyonlara müracaat etmiş. Yalnız,
ondan sonra olup bitenlere bakılırsa LIoyd George'un isteğinin yerine
getirilmediğini kabul etmek gerekir.
İTİLAF DEVLETLERİNİN 23 EYLÜL 1922
TARİHLİ ATEşKES TEKLİFİ
Bu sıralarda, İstanbul'da Fransız
Fevkalâde Komiseri bulunan Genera1 Pe1le benimle görüşmek üzere İzmir'e geldi.
diye adlandırdığı bir bölgeye, ordularımızın girmemesinin yerinde olacağını
tavsiye eti. Millî hükûmetimizin böylebir bölge tanımadığını, Trakya'yı da
kurtarmadıkça ordularımızın durdurulmasına imkân olmadığını söyledi. General
PeI1e, bana,Mösyö Frank1in Boui1Iin 'un benimle görüşmek üzere gelmek
istediğini bildiren, kendisine çekilmiş özel bir telgrafını gösterdi.Kendisini
İzmir'de kabul edeceğimi söyledim. Mösyö Frank1inBoui1Ion, bir Fransız harp
gemisiyle İzmir'e geldi. Fransız Hükümeti adına ,İngiliz ve İtalyan
Hükûmetlerinin de uygun görmeleri üzerine, benimle görüşmeler yapmaya geldiğini
söyledi. Biz F r a n k 1 i nBoui11on'la görüşürken, İtilâf Devletleri Dışişleri
Bakanları imzasını taşıyan 23 Eylül 1922 tarihli bir nota geldi. Bu notada iki
önemlinokta yer alıyordu. Bunlardan biri askerî harekâtın durdurulmasıyladiğeri
de Barış Konferansı'yla ilgiliydi.
Biz, Rumeli'de Doğu Trakya'yı millî
sınırlarımıza kadar tamamenalmadıkça askerî hareketten vazgeçemezdik. Ancak,
yurdumuzun bu bölgesinden düşman birlikleri çıkarıldığı takdirde böyle bir
harekete devametmeye kendiliğinden gerek kalmayacaktı. Bu notada, Venedik veya
başka bir şehirde toplanacak olan İngiliz, Fransız, İtâlyan, Japon, Romen,Sırp
- Hırvat - Sloven Devleti ile Yunanistan'ın da çağrıIacağı bir konferansa,
delegelerimizi göndermeyi kabul edip etmeyeceğimiz sorulmaklabirlikte,
görüşmeler sırasında Boğazlardaki tarafsız bölgelere bizden asker
gönderilmemesi şartıyla, Edirne dahil olmak üzere Meriç'e kadarTrakya'nın bize
iadesi ile ilgili talebimizin olumlu karşılanacağı bildiriliyordu.
Notada, boğazlardan, azınlıklardan
ve Milletler Cemiyeti'ne girmemizden de söz ediliyordu.
Konferansın toplanmasından önce,
Yunan birliklerinin, İtilâf Devletleri komutanlarının çizer•kleri bir hattın
gerisine çekilmesi için, İtilâf Devletleri'nin nüfuzunu kullanacağına söz
aerilmekte ve bu konudagörüşülmek üzere Mudanya veya İzmit'te bir toplantı
yapılması teklifedilmekteydi.
MUDANYA KONFERANSI
29 Eylül 1922 tarihinde, bu notaya
verdiğim kısa bir cevapta, Mudanya Konferansı'nı kabul ettiğimi bildirdim.
Fakat Meriç nehri'ne kadar Trakya'nınderhal bize geri verilmesini istedim. 3
Ekimde toplanmasının uygun olacağını söylediğim Mudanya Konferansı'na,
Başkomutanlık adına olağanüstü yetkiyle Batı Cephesi Ordulan Komutanı İ s m e t
P a ş a 'yı de.lege tayin ettiğimi bildirdim. Bu notaya hükûmetçe de 4 Ekim
l922tarihli etraflı bir cevap verildi. Bu cevapta, konferans yeri olarak
İzmirteklif edildi. Boğazlar meselesi dolayısıyla, Rusya, Ukrayna ve Gürcistan
Cumhuriyetleri'nin de daveti istendi. Diğer konular üzerindeki görüşlerimiz de
ana çizgileriyle bildirildi.
Mudanya'da, İ s m e t P a ş a 'nın
baİkanlığı altında, İngiliz delegesi General Harrington, Fransız delegesi
GeneralCharpy, İtalyan delegesi Genera1 MonbeI1i 'nin katıldıklarıkonferans
toplandı. Bir hafta kadar süren tartı$malı görüşmelerden sonra, 11 Ekimde,
Mudanya Ateşkes Anlaşması imzalandı. Böylece, Trakyaana vatana katılmış oldu.
Efendiler, zaferden sonra, bizim
İzmir'deki siyasî temaslarımızüzerine, Ankara'da Bakanlar Kurulu'nun daha
doğrusu bazı bakanlarıntelâşlı bir duruma girdikleri farkedildi.
Askerî görevimin son bulmuş
olduğunu, bundan sonraki siyasiişlerin Bakanlar Kurulu'na ait olduğunu
hissettirecek şekilde, beni Ankara'ya davet ettiler. Halbuki, ne askerî görevim
son bulmuştu ne desiyasî ve diplomatik konularla ilgilenmek ve uğra$maktan
kendimi aIabilirdim. Bu bakımdan, İzmir'den ordunun başından ve başlattığım
siyasî ilişkilerden uzaklaşamazdım. Bundan dolayıdır ki, benimle görüşmek
isteğinde bulunan ve bunda direnen hükûmet üyelerinin veya ilgili bakanların
İzmir'e yanıma gelmelerini teklif ettim. Hükûmet Başkanı Rauf Bey 'le Dışişleri
Bakanı Yusuf Kema1 Bey geldiler. Rauf Bey, İzmir'de bana bazı özel dileklerini
de bildirdi. Sözgelişi, A1i Fuat Paşa ile Refet Paşa 'nın, zafer
dolayısıylaterfi ettirilmelerini ve kendilerine uygun birer görev verilerek
memnunedilmelerini rica ettiler. Bildiğiniz üzere, muharebeden önce A1i Fuatve
Refet Paşa'ların bu harekâta katılmaları için türlü yollarla teşebbüste
bulunmuştum; fakat başaramadım. Zaferden dolayı, Muharebe'de fülen hizmet edip
liyakat göstermiş olan komutanlar ve subaylarterfi ettirilmek ve takdir edilmek
suretiyle elbette ödüllendirilmişlerdi.Askerî harekâta katılmaktan kaçınan
kimselerin de bizzat orada bulunanlarla birlikte ödüllendirilmeleri elbette
kötü etki yapabilirdi .Kısacası, Rauf Bey'e dileklerini yerine getiremeyeceğimi
söyledim. Fakat A1i Fuat Paşa, Meclis İkinci Başkanı bulunduğuna göre, mevkii
ve görevi kendisini memnun edebilecek bir seviyede idi. Yalnız, açıkta bulunan
Refet Paşa için uygun bir görev bulmaya çalışacağımasöz verdim. Kendisini
İzmir'e davet etmesini sövledim. Refet Paşa,İzmir'e gelmişti. Fakat bu geli$
tam benim Ankara'ya döndüğüm geceye rastladığı için kendisiyle orada görüşme
imkânı olamadı.
BARIş KONFERANSI'NA GÖNDERDİĞİMİZ
DELEGELER
Refet Paşa'ya görev verilmesi ,daha
sonra Ankara'dan Bursa'ya gidişim sırasında oldu.Efendiler, İzmir'den Ankara'ya
dönüşümde, başlıca Mudanya Konferansı görüşmeleriyle uğraşıldı. Bir yandan da
Bakanlar Kurulu'nda, Meclis'te ve komisyonlarda Barış Konferansı'na
gönderilebilecek delegeler hey'eti söz konusu oluyordu. Bakanlar Kumlu Başkanı
Rauf Bey, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey ve Sağlık Bakanı bulunan Rıza Nur
Bey, gidecek delegeler hey'etinin tabii üyeleri gibi görülüyordu. Ben, bu
konuda daha kesin bir görüş ve kararımı tespit etmemiştim. Ancak, Rauf Bey'in
başkanlığı altındaki bir hey'etin bizim için hayati önemi olan bir konuda
başarı kazanabileceğinden emin olamıyordum. Rauf Bey'in de kendisini zayıf
görmekte olduğunu hissediyordum. Müşavir olarak İsmet Paşa'nın yanına
verilmesini teklif etti. Bu teklifle ilgili görüşümü belirtirken, "İsmet
Paşa'dan müşavir olarak elde edilecek yarar sınırlıdır. İsmet Paşa başkan
olursa kendisinden azami ölçüde yararlanılabileceğine ben de inanıyorum"
dedim. Bu nokta üzerinde uzun boylu görüşülmedi. Ondan sonra Rauf Bey,
delegeler hey'etine kimlerin gireceği konusundaki türlü çalışmalarına devam
ettiler. Ben buna önem verir görünmedim. Mudanya Konferansı sona ermişti. İsmet
Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Bursa'da bulunuyorlardı. Kendileriyle
görüşmek üzere Bursa'ya gittim.
İSMET PAşA'NIN DIşİşLERİ
BAKANLIĞI'NAVE DELEGELER HEY'ETİ BAşKANLIĞINA
SEÇİLMESİ
Bursa'ya giderken yanımda Milli
Savunma Bakanı Kazım Paşa vardı. Doğuda aleyhindeki çeşitli tepki ve gösteriler
dolayısıyla görev yapma imkanını bulamadığından Ankara'ya gelmeye mecbur olan
Kazım Karabekir Paşa ile İstanbul'da kendisine görev vermek üzere Refet Paşa'yı
da birlikte götürdüm. Bursa'da kaldığım günlerde, Refet Paşa'yı, bilindiği gibi
Istanbul'a gönderdim .İsmet Paşa'nın da, mevcut bunca bilgime rağmen, delegeler
hey'etine başkanlık edip edemeyeceğini bir daha inceledim. Mudanya
Konferansı'nı nasıl idare ettiğini ayrıntılı olarak anlamaya çalıştım. İsmet
Paşa'nın kendisine tasavvurlarımla ilgili hiçbir kelime söylemiyordum. Sonunda
kararımı olumlu olarak verdim. İsmet Paşa'nın Delegeler Hey'eti Başkanı
olabilmesi için daha önce Dışişleri Bakanı olmasını uygun gördüm. Bunu sağlamak
için doğrudan doğruya Dışişleri Bakanı
Yusuf Kemal Bey'e özel ve gizli
olarak yazdığım bir şifreli telgrafta. kendisinin Dışişleri
Bakanlığı'ndan çekilmesini ve yerine
İsmet Paşa'nın seçilmesini, bizzat yardımcı olmasını rica ettim.
Ankara'dan hareket etmeden önce,
Yusuf Kema1 Bey, bana, Delegeler Hey'eti Başkanlığını en iyi İsmet Paşa'nın
yapabileceğini söylemişti. Yusuf Kema1 Bey'den, kendisine bildirdiğim ricamı
yerinde bularak gereğini yerine getirmeye çalıştığını bildiren bir cevap aldım.
LOZAN ( LAUSANNE ) BARIş KONFERANSI'NA
DAVET
İşte ondan sonra idi ki, İsmet
Paşa'ya, bir oldubitti şeklinde Dışişleri Bakanı olacağını ve ondan sonra da
Barış Konferansı'na Delegeler Hey'eti Başkanı olarak gideceğini söyledim. Paşa,
birdenbire şaşırdı. Asker olduğunu söyleyerek özür diledi. En sonunda teklifimi
emir sayarak boyun eğdi. Tekrar Ankara'ya döndüm. Bu sırada, İtilaf Devletleri
tarafından, 28 Ekim 1922'de Lozan'da toplanacak olan Barış Konferansı'na davet
edildik. Itilaf Devletleri, hala İstanbul'da bir hükümet tanımak istiyor ve onu
da bizimle birlikte konferansa davet ediyordu.
SALTANATIN KALDIRILMASI
Bu birlikte davet edilme durumu,
şahsi saltanatın kaldırılması işini kesin olarak sonuçlandırdı.
Ger-çekten de 1 Kasım 1922 tarihli
kanun gereğince, hilafet ile saltanat biribirinden ayrıldı. Iki buçuk yılı aşan
bir zamandan beri fiilen hükmünü yürüten milli saltanatın varlığı kabul edildi.
Hilafet, açıklık kazanmış bir hakka sahip olmaksızın bir süre daha
bırakıldı.
Efendiler, bu konuda zabıtlara
geçmiş yeterince bilgi vardır. Konunun özel yönleri ile ilgili noktalar, belki
yüce hey'etinizi ilgilendirir düşüncesiyle, bazı bilgiler sunacağım:
Bilindiği gibi, "saltanat"
ve "hilafet" makamları ayrı ayrı ve birleşmiş olarak önemli
meselelerden sayılmaktaydı. Bunu doğrulayan bir hatıramı anlatayım: 1 Kasım
1922 tarihinden önce, muhalifler, Meclis çevresinde benim saltanatı
kaldıracağım yolunda telaşlı ve heyecanlı propaganda yapıyorlardı.
Rauf Bey, bir gün Meclis'teki odama
gelerek benimle bazı onemli konuları görüşmek istediğini ve akşam Keçiören'de
Refet Paşa'nın evine gidersem daha güzel konuşabileceğimizi söyledi. Rauf
Bey'in teklifini kabul ettim. Fuat Paşa 'nın da orada bulunmasına izin vermemi
istedi. Onu da uygun gördüm. Refet Paşa'nın evinde dört kişi toplandık. Rauf
Bey'den dinlediklerimin özeti şuydu: Meclis, Saltanat makamının belki de Hilafet'in
ortadan kaldırılması görüşünün benimsenmiş olduğu endişesiyle üzgündür. Sizden
ve sizin ileride benimseyeceğiniz tutumdan şüphe etmektedir. Bu bakımdan
Meclis'e ve dolayısıyla millet kamuoyuna güven vermeniz gerektiğine inanıyorum.
RAUF BEY'İN SALTANAT VE HİLAFET
KONUSUNDAKİ DÜşÜNCESİ
Rauf Bey'den saltanat ve hilafet
konusundaki kanaat ve düşüncesinin ne olduğunu sordum. Verdiği cevapta şu
açıklamalarda bulundu: Ben, dedi, saltanat ve hilafet makamına vicdanımla ve
duygularımla bağlıyım. Çünkü benim babam, Padişahın ekmeği ve nimetiyle
yetişmiş, Osmanlı Devleti'nin ileri gelen adamları sırasına geçmiştir. Benim de
kanımda o nimetin zerreleri vardır. Ben nankör değilim ve olmam. Padişah'a
bağlılık borcumdur. Halifeye bağlılığım ise terbiyem gereğidir. Bunlardan
başka, genel bir görüşüm de vardır. Bizde milleti ve kamuoyunu elde tutmak
güçtür. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir
makam sağlayabilir. 0 da saltanat ve hilafet makamıdır. Bu makamı ortadan kaldırıp
onun yerine başka nitelikte bir makam getirmeye çalışmak felakete ve büyük
acılara yol açar. Bu da asla doğru olamaz.
Rauf Bey'den sonra, karşımda oturan
Refet Paşa'nın görüşünü sordum. Refet Paşa'dan aldığım cevap şuydu: "Rauf
B e y 'in düşünce ve görüşlerinin hepsine katılırım. Gerçekten de bizde
padişahlıktan ve halifelikten başka bir idare şekli söz konusu olamaz."
Ondan sonra, Fuat Paşa'nın
düşüncesini öğrenmek istedim. Paşa. Moskova'dan yeni döndüğünden, durumu,
halkın duygu ve düşüncelerini daha yeterince incelemeye vakit bulamadığından
söz ederek, görüşülen konu üzerinde kesin bir düşünce ve görüş ileri süremeyeceğini
bildirdi ve özür diledi.
Ben, karşımdakilere kısaca şu cevabı
verdim: "Üzerinde durduğunuz konu bugünün işi değildir. Meclis'te
bazılarının telaş ve heyecana kapılmalarına da gerek yoktur.
Rauf Bey, bu cevabımdan memnun
göründü. Fakat şu veya bu şekilde bu konu etrafındaki görüşmelere yine devam
edildi. Akşam üzeri başlayan konuşmalarımız, bütün gece, sabaha kadar uzadı.
Rauf Bey 'in bir şeyi sağlama bağlamak istediğini hissettim. Benim hilafet ve
saltanat ve ileride şahsen alabileceğim durumla ilgili olarak kendilerine
söylediğim ve inandırıcı buldukları sözleri bana kürsüden bizzat Meclis'e karşı
söyletmek...
Kendilerine söylediğim sözleri
olduğu gibi Meclis'e karşı söylemekte de bir sakınca görmediğimi bildirdim.
üstelik bu sözleri kurşun kalemle bir kağıt parçasına yazarak ertesi gün bir
sırasını düşürüp Meclis'te söyleyeceğime söz verdim. Verdiğim bu sözü yerine de
getirdim. Benim bu konuşmam muhaliflerce, Rauf Bey 'in başarısı olarak sayılmış
ve kendisi takdir edilmiş...
MECLİS'TE SALTANATIN KALDIRILAMSI
GÖRÜşÜLÜRKEN RAUF BEY'E VERDİĞİM ROL
Efendiler, belki birtakım kimselere
göre. Rauf Bey, üzerine aldığı görevi yerine getirmişti. Ben de açıkladığım
üzere, genel ve tarihi görevimin o güne ait safhasını tamamlamıştım. Ancak,
genel görevimin emrettiği asıl noktayı hedefe ulaştırmak ve uygulamaya geçmek
gerektiği zaman da asla kararsızlığa düşmedim. Tevfik Paşa' nın telgrafları
dolayısıyla saltanatı hilafetten ayırmaya ve önce saltanatı kaldırmaya karar
verdiğim zaman, ilk yaptığım işlerden biri de, derhal Rauf Bey'i, Meclis'teki
odama çağırmak oldu. Rauf Bey'in, Refet Paşa 'nın evinde sabahlara kadar
dinlediğim düşünce ve görüşlerini hiç bilmiyormuşum gibi davranarak, ayakta,
kendisinden şu istekte bulundum: "Hilafet ve saltanatı biribirinden
ayırarak saltanatı kaldıracağız! Bunun doğru olduğu konusunda kürsüden bir
konuşma yapacaksınız! " Rauf Bey ile bundan başka bir tek kelime
konuşmadık. Rauf Bey odamdan çıkmadan önce, aynı maksatla çağırmış olduğum
Kazım Karabekir Paşa geldi.Ondan da aynı şekilde konuşmasını rica ettim.
Efendiler, o tarihe ait Meclis
tutanaklarında görüldüğü üzere, Rauf Bey, kürsüden bir iki defa görüştü ve
hatta saltanatın kaldırıldığı günün bayram olarak kabul edilmesi teklifini de
ortaya attı.
Burada bir nokta, kafalarda düğüm
olarak kalabilir. Bana, Padişah'a bağlılığı borç bildiğinden, saltanat makamı
yerine başka nitelikte bir makamın getirilmesine çalışmanın felakete ve büyük
acılara yol açacağını söylemiş olan Rauf Bey, benim yeni kararımı öğrendikten
sonra ve hele kararımın desteklenmesi ve saltanatın kaldırılması için Meclis'te
bir konuşma yapmasını teklif etmem karşısında, ne düşündüğünü bile söylemeden
boyun eğmiştir. Bu tutum ve davranış nasıl yorumlanabilir? Rauf Bey eski inanç
ve görüşlerini değiştirmiş miydi? Yoksa bu görüşierinde esasen samimi değil
miydi? Bu iki noktayı biribirinden ayırmak ve biri üzerinde kesin bir yargıya
varmak güçtür.
Efendiler, böyle şüpheli bir yargıda
bulunmaya girişmektense, durumun daha iyi anlaşılmasını kolaylaştıracak bazı
safhaları, işlemleri ve tartışmaları yüksek hey'etinize hatırlatmayı tercih
ederim.
LOZAN BARIş KONFERANSI'NA TEVFİK PAşA
VE ARKADAşLARI DA KATILMAK
İSTİYORDU
Daha önce bilginize sunmuştum ki,
saltanatın kaldırılması, Lozan Konferansı'na Istanbul'dan da bir delegeler
hey'etinin davet edilmesi ve Istanbul'un, yani Vahdettin, Tevfik Paşa ve
arkadaşlarının da böyle bir daveti. Türk milletinin büyük emeklerle, fedakarlıklarla
elde ettiği kazançları küçültmek, belki de anlamsız kılmak pahasına da olsa,
kabul etmelerinden ileri gelmişti.
Tevfik Paşa, önce bana bir telgraf
çekti. 17 Ekim 1922 tarihli bu telgrafta, Tevfik Paşa, kazanılan zaferin,
bundan böyle İstanbul ile Ankara arasında anlaşmazlık ve ikiliği kaldırmış ve
milli birliğimizi sağlamış olduğunu yazıyordu. Yani Tevfik Paşa demek istiyordu
ki "memlekette düşman kalmadı; o halde, padişah yerinde, hükümet onun
yanında; millete düşenin de bu makamların vereceği emirlere uymaktır. Böyle
olunca da, elbette birliğe engel bir şey kalmamış olur." Yalnız, Tevfik
Paşa. Ankara'dan biraz daha yardım istemek akıllılığını gösteriyordu. 0 da,
Barış Konferansı'na İstanbul ile Ankara'nın birlikte davet edilmiş olması
dolayısıyla, daha önce benden çok gizli talimat almış bir kimsenin elden gelen
sür'atle İstanbul'a gönderilmesini sağlamaktı (Belge: 260).
Tevfik Paşa'ya verilmek üzere,
İstanbul'da Hamit Bey'e çektiğim telgraf la "Tevfik Paşa ve arkadaşlarının
devletin siyasetini bulandırmaktan vazgeçmemelerinin ne büyük bir sorumluluk
doğuracağının aşikar bulunduğunu" bildirdim (Belge: 261).
Neyazık ki,Hamit Bey, bu telgrafın
aynen Tevfik Paşa'ya bildirilmesi gerektiğinde kararsızlığa düşmüş, bunu
kendisine gönderilen talimat sanmış; bununla birlikte bu telgrafımda yazılanlar
çerçevesinde, Tevfik Paşa'ya üç gün içinde beş defa tebligatta bulunmuş; hatta
Tevfik Paşa ve çalışma arkadaşlarının konferansa delege göndermeleri için
gazetelere, ajanslara, verilmesi gereken demecin esaslarını bildiren bir
müsveddeyi bile kendilerine göndermiş (Belge: 262).
BÖLÜMLER - LİNKLER
1. Kuva-i Milliye (Ulusal Güçler) Dönemi :
Atatürk'ün 19.Mayıs.1919 tarihinde Samsun'a çıkışından başlayan ve Anadolu'ya hareketi ile devam eden, kongreler, ön çalışmalar, ordu müfettişliği zamanı, geri çağrılması, idam fermanı, sivil yaşama geçişi, tarihi belge niteliğini taşılan telgraf teatileri, ortu kumandanları ile vilayet mutasarraflarının durumları, görüşleri, payitahtın ne pahasına olursa olsun yeni bir devlet kuruluşunu engelleme çalışmaları, meclisin toplanma aşamasına kadar geçen dönem.
Bölümleri :
1.Bölüm : Ata'mızın Samsun'a çıkışından itibaren, Kavak, Havza üzerinden Amasya, ardından Tokat üzerinden Sivas ve kongre için hazırlıklar. Sayfaya Git
2.Bölüm : Erzurum Kogresi hazırlıkları ve yapılması, arkasından önemli kararların alınacağı Sivas Kongresi. 1 ve 2 nci Bölümler Atamızın en tehlikeli günleridir, görevinden ayrılmış, her an yakalanma durumu, valiler ve askeri komutanların bazıları tereddüt içinde ve telgraflar-Mektuplar... Sayfaya Git
3.Bölüm : Sivas kogresi karşıtları, manda yönetimi tartışmaları, Ali Galip diye birisi ve telgraflar. Nutuk okunmaya devam edildikçe, özellikle TCDD da benim bulunduğum görev olduğu için değinmek isterim: Posta İdaresinin Telgraf sistemleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasında en önemli yeri işgal eden bu sistem aynen demiryollarında da mevcuttu ve sistemin devamlı faal durumda olması, Telgraf hatlarından alın, makina ve enerji kaynaklarına bakan teknik elemanları ile telgraf makina operatörlerine kadar tüm personelin gece-gündüz, bayram-tatil demeden fedakarlıkla görev başında bulunmasına bağlıdır. Sayfaya Git
4.Bölüm : İstanbul ile tamamen iplerin kopması, İst. hükümet değişiklikleri, Konya eski valisinin ihaneti ve telgraflar...Sayfaya Git
5.Bölüm : Milli teşkilak genişliyor, halk tarafından benimseniyor, Atamızın önemli paşalarla bizzat veya tlegrafla görüşmesi.Sayfaya Git
6.Bölüm : Yeni seçilen milletvekillerine verilen direktif, İst.Meclis-i mebusanın İst. dışında toplanması gerektiği, mevcut hükümetin resmen işgal kuvvetleri emrine girmesi ve telgraflar...Sayfaya Git
7.Bölüm : Sivas'dan Ankara'ya hareket, Bayburt'ta yalancı peygamber, Genç subaylara cephe alan Dahiliye Nazırı, Ankara'ya gelen yeni milletvekilleri, Misak-ı milli hazırlıkları ve telgraflar...
Sayfaya Git
8.Bölüm : Anadolu'daki yabancı subayların tutuklanma girişimi, İst. hükümetinin düşürülmesi gerektiği, Atamızın millete yayınladığı bildiri, Büyük Millet Meclisinin toplanması, Ankara Hükümetinin kurulma çalışmaları.Sayfaya Git
M.Kemal Paşa Samsun'da Bandırma Vapurundan inmiş, sandalda.
2. Türkiye Büyük millet Meclisi Dönemi :
23.Nisan.1920 Tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin resmen açılışı yapıldıktan sonra, ülke yönetim sistemi için yapılan çalışmalar, kanunlar, istiklal savaşlarının galibiyetle sonuçlanması, anlaşmalar ve Cumhuriyetin kurulma aşamalarına kadar geçen dönem.
Bölümleri :
1.Bölüm : Atamızın TBMM başkanlığına seçilmesi ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
2.Bölüm : Çerkez Etem olayları ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
3.Bölüm : Hilafet konusu, Londra konferansı ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
4.Bölüm : Anadolu'da çıkan isyanlar, Merkez Ordusu kurulması ve diğerleri İçindekilerde.
Sayfaya Git
5.Bölüm : Saltanatın kaldırılması kararı, Vahdettin'in kaçırılması ve diğerleri İçindekilerde.
Sayfaya Git
6.Bölüm : Lozan -Mondros, İsmet Paşa ile bazı paşaların anlaşmazlığı ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
TBMM nin açılış töreni
3. Cumhuriyet Dönemi :
29.Ekim.1923 Taürihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin resmen ilan edilmesinin ardından, Nutuk söylevinin mecliste okunduğu tarih olan 15.Ekim.1927 e kadar geçen dönemde yapılan köklü çalışmalar, alınan kararlar, çıkartılan kanunlar ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin geri dönülmez biçimde dünyaya duyurulması ile tanınması.
Bölümleri :
1.Bölüm : Atamızın C.Başkanı seçilmesi, Halifelik yorumları ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
2.Bölüm : Kazım Karabekir olayı, Rauf Bey ve Cumhuriyet ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
Ana Sayfaya Git
1. Kuva-i Milliye (Ulusal Güçler) Dönemi :
Atatürk'ün 19.Mayıs.1919 tarihinde Samsun'a çıkışından başlayan ve Anadolu'ya hareketi ile devam eden, kongreler, ön çalışmalar, ordu müfettişliği zamanı, geri çağrılması, idam fermanı, sivil yaşama geçişi, tarihi belge niteliğini taşılan telgraf teatileri, ortu kumandanları ile vilayet mutasarraflarının durumları, görüşleri, payitahtın ne pahasına olursa olsun yeni bir devlet kuruluşunu engelleme çalışmaları, meclisin toplanma aşamasına kadar geçen dönem.
Bölümleri :
1.Bölüm : Ata'mızın Samsun'a çıkışından itibaren, Kavak, Havza üzerinden Amasya, ardından Tokat üzerinden Sivas ve kongre için hazırlıklar. Sayfaya Git
2.Bölüm : Erzurum Kogresi hazırlıkları ve yapılması, arkasından önemli kararların alınacağı Sivas Kongresi. 1 ve 2 nci Bölümler Atamızın en tehlikeli günleridir, görevinden ayrılmış, her an yakalanma durumu, valiler ve askeri komutanların bazıları tereddüt içinde ve telgraflar-Mektuplar... Sayfaya Git
3.Bölüm : Sivas kogresi karşıtları, manda yönetimi tartışmaları, Ali Galip diye birisi ve telgraflar. Nutuk okunmaya devam edildikçe, özellikle TCDD da benim bulunduğum görev olduğu için değinmek isterim: Posta İdaresinin Telgraf sistemleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasında en önemli yeri işgal eden bu sistem aynen demiryollarında da mevcuttu ve sistemin devamlı faal durumda olması, Telgraf hatlarından alın, makina ve enerji kaynaklarına bakan teknik elemanları ile telgraf makina operatörlerine kadar tüm personelin gece-gündüz, bayram-tatil demeden fedakarlıkla görev başında bulunmasına bağlıdır. Sayfaya Git
4.Bölüm : İstanbul ile tamamen iplerin kopması, İst. hükümet değişiklikleri, Konya eski valisinin ihaneti ve telgraflar...Sayfaya Git
5.Bölüm : Milli teşkilak genişliyor, halk tarafından benimseniyor, Atamızın önemli paşalarla bizzat veya tlegrafla görüşmesi.Sayfaya Git
6.Bölüm : Yeni seçilen milletvekillerine verilen direktif, İst.Meclis-i mebusanın İst. dışında toplanması gerektiği, mevcut hükümetin resmen işgal kuvvetleri emrine girmesi ve telgraflar...Sayfaya Git
7.Bölüm : Sivas'dan Ankara'ya hareket, Bayburt'ta yalancı peygamber, Genç subaylara cephe alan Dahiliye Nazırı, Ankara'ya gelen yeni milletvekilleri, Misak-ı milli hazırlıkları ve telgraflar...
Sayfaya Git
8.Bölüm : Anadolu'daki yabancı subayların tutuklanma girişimi, İst. hükümetinin düşürülmesi gerektiği, Atamızın millete yayınladığı bildiri, Büyük Millet Meclisinin toplanması, Ankara Hükümetinin kurulma çalışmaları.Sayfaya Git
M.Kemal Paşa Samsun'da Bandırma Vapurundan inmiş, sandalda.
2. Türkiye Büyük millet Meclisi Dönemi :
23.Nisan.1920 Tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin resmen açılışı yapıldıktan sonra, ülke yönetim sistemi için yapılan çalışmalar, kanunlar, istiklal savaşlarının galibiyetle sonuçlanması, anlaşmalar ve Cumhuriyetin kurulma aşamalarına kadar geçen dönem.
Bölümleri :
1.Bölüm : Atamızın TBMM başkanlığına seçilmesi ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
2.Bölüm : Çerkez Etem olayları ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
3.Bölüm : Hilafet konusu, Londra konferansı ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
4.Bölüm : Anadolu'da çıkan isyanlar, Merkez Ordusu kurulması ve diğerleri İçindekilerde.
Sayfaya Git
5.Bölüm : Saltanatın kaldırılması kararı, Vahdettin'in kaçırılması ve diğerleri İçindekilerde.
Sayfaya Git
6.Bölüm : Lozan -Mondros, İsmet Paşa ile bazı paşaların anlaşmazlığı ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
TBMM nin açılış töreni
3. Cumhuriyet Dönemi :
29.Ekim.1923 Taürihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin resmen ilan edilmesinin ardından, Nutuk söylevinin mecliste okunduğu tarih olan 15.Ekim.1927 e kadar geçen dönemde yapılan köklü çalışmalar, alınan kararlar, çıkartılan kanunlar ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin geri dönülmez biçimde dünyaya duyurulması ile tanınması.
Bölümleri :
1.Bölüm : Atamızın C.Başkanı seçilmesi, Halifelik yorumları ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
2.Bölüm : Kazım Karabekir olayı, Rauf Bey ve Cumhuriyet ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
Ana Sayfaya Git
Follow @AlpWebSite
Bizi Takip Edin
Tweetle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder