Türkiye Büyük Millet Meclisi Dönemi :(Bölüm - 3)
23.Nisan.1920 Tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin resmen açılışı yapıldıktan sonra, ülke yönetim sistemi için yapılan çalışmalar, kanunlar, istiklal savaşlarının galibiyetle sonuçlanması, anlaşmalar ve Cumhuriyetin kurulma aşamalarına kadar geçen dönem.
İçindekiler :
HİLAFET VE SALTANAT KONULARI ÜZERİNE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NDE YAPTIĞIM AÇIKLAMALAR
HİLAFET VE SALTANAT KONULARI ÜZERİNE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NDE YAPTIĞIM AÇIKLAMALAR
LONDRA
KONFERANSINA KATILACAK OLAN DELEGELER DOĞRUDAN DOĞRUYA MİLLİ İRADEYİ TEMSİL
EDEN BÜYÜK MİLLET MECLİS'NCE SEÇİLMELİDİR
TEVFİK PAşA
YEMİNLE BAĞLI OLDUĞU KANUNİ ESASİYE SADAKATTAN AYRILAMIYOR
OSMANLI DEVLET ADMLARININ BELİRGİN
ÖZELLİKLERİ
TEVFİK PAşA'NIN TEKLİFLERİ KARşISINDA
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NİN KARARI
LONDRA KONFERANSINA KATILMAMIZ
DELEGELER DAHA YOLDA İKEN BAşLAYAN YUNAN
TAARRUZU
İKİNCİ İNÖNÜ ZAFERİ VE İSMET PAşA'NIN
METRİS TEPE'DE GÖRDÜĞÜ DURUM
GÜNEY CEPHESİ'NDEKİ HAREKAT
YUNAN ORDUSU'NUN GENEL TAARRUZ PLANINDA
PEK GÖZE ÇARPAN BİR YANILMA
REFET PAşA KENDİSİ YENİLDİĞİ HALDE DÜşMANI
YENİLMİş SAYIYORDU
REFET PAşA, TÜRK ORDUSUNA KOMUTAN OLMAK
İSTİYORDU
LONDRA
KONFERANSINDAN DÖNEN DIşİşLERİ BAKANI BEKİR SAMİ BEY'İN İMZALADIĞI SÖZLEşMELER
BEKİR SAMİ NE OLURSA OLSUN BARIş YAPMAK
İSTİYORDU MECLİSTE BELİRMEYE BAşLAYAN
SİYASİ GRUPLAR
ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFAA-İ HUKUK
GRUBU'NUN KURULMASI
HOCA RAİF EFENDİ "MUHAFAZA-İ
MUKADDESAT CEMİYETİ'Nİ KURUYOR
KAZIM KARABEKİR PAşA, DEVLET
şEKLİNDE TARİHİ DEĞİşİKLİKLER YAPILACAĞI ZAMAN ASKERİ VE SİVİL DEVLET
ADAMLARININ GEREĞİ GİBİ GÖRÜşLERİ ALINMALIDIR DİYOR
İZZET VE
SALİH PAşA'LARIN İSTANBUL'DA SİYASİ GÖREV ALMAYACAKLARINA SÖZ VERMELERİ
ÜZERİNE, İSTANBUL'A DÖNMELERİNE İZİN VERİLDİ
AHMET İZZET PAşA TÜRK MİLLETİNE HİZMET
ETMEYİ VAHDETTİN'İN HİZMETİNDE OLMAYA TERCİH EDEMEDİ
AZİZ MİLLETİME TAVSİYEM
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ
ORDUNUN BAşINA GEÇMEMİ İSTEYENLER
BAşKOMUTANLIĞI KABUL EDİYORUM
BAşKOMUTANLIĞIMA YAPILAN İTİRAZLAR
MİLLİ VERGİLER EMRİ
CEPHE KARARGAHINA HARAEKET
SAVUNMA HATTI YOKTUR, SAVUNMAZ HATTI
VARDIR
BÜTÜN TÜRK MİLLETİNİ CEPHEDE BULUNAN ORDU
KADAR, DUYGU,
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NCE BANA
"MAREşAL" RÜTBESİYLE "GAZİ" ÜNVANININ VERİLMESİ
FRANSIZ HÜKÜMETİ İLE YAPILAN GÖRÜşMELER VE
ANKARA ANTLAşMASI PONTUS MESELESİ
HİLAFET VE SALTANAT KONULARI ÜZERİNE
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NDE
YAPTIĞIM AÇIKLAMALAR
Buna karşı olan görüşte açıklık
yoktu. "Saltanat millete geçmiştir, saltanat kalmamıştır; Hilâfet de
saltanat demektir, o balde onun da varlıgının bir anlamı yoktur" şeklinde
açık ve kesin konuşulamıyordu. Otuz yedi gün sonra, 25 Eylülde, bir aizli
oturumda, Meclis'e bazı açıklamalar yapmayı yararlı saydım. Ortaya atılan duygu
ve düşüncelere gerekli cevapları verdikten sonra, başlıca şu görüşleri ileri
sürmüştüm :
Türk milletinin ve onun tek
temsilcisi bulunan yüce Meclisin, vatanın ve milletin istiklâlini, hayatını
kurtarmaya çalışırken, hilafet vesaltanatla, halife ve sultanla bu kadar çok
meşgul olması sakıncalıdır.İimdilik bunlardan hiç söz etmemek yüksek
menfaatlerimiz gereğidir.Eğer maksat, bugünkü halife ve Padişah'a bağlılık ve
sadakattan ayrılmadığını söylemek ve belirtmekse, bu zat hâindir. Düşmanların
vatan vemillet aleyhinde kullandıkları bir maşadır. Buna halife ve padişah
deyince, millet onun emirlerine uyarak düşmanın emellerini yerine
getirmekmecburiyetinde kalır. Hain veyahut makamının kudret ve yetkilerini
kullanması yasaklanmış olan zat, zaten padişah ve halife olamaz. O
halde"onu tahttan indirip yerine derhal diğerini seçeriz" demek
istiyorsanız,buna da bugünün durum ve şartları elverisli değildir. Çünkü
tahttan indirilmesi gereken zat, milletin yanında değil, düşmanların elindedir.
Onunvarlığını yok sayarak bir diğerine itaat etmeyi tasavvur ediliyorsa,
bugünkü halife ve sultan haklarından vazgeçmeyerek İstanbul'daki kabinesiyle,
bugün olduğu gibi makamında oturup faaliyetini devam ettireceğine göre, millet
ve yüce Meclis, asıl gayesini unutup da halifeler davasıyIa mı uğraşacaktır?
Ali ile Muaviye devrini yaşayacağız? Özet olarak,bu konu geniş, nazik ve
önemlidir. Çözümü, bugünün işlerinden değildir.
Meseleyi kökünden çözmeye girişecek
olursak, bugün içinden çıkamayız. Bunun da zamanı gelecektir.
Bugün koyacağımız kanunî esaslar,
varlığımızı ve istiklâlimizi kurtaracak olan Millet Meclisi'ni ve millî
hükûmeti güçlendirımeyi hedef almış bir anlam ve yetkiyi içine almalı ve ifade
etmelidir."
Efendiler, bu açıklamalarımdan bir
hafta önce, ben de Meclis'e birtasarı vermiştim. 13 Eylül 1921 tarihli olup
siyasî, sosyal, idarî, askerî görüşleri özetleyen ve idarî teşkilât ile ilgili
kararları içine alan bu tasarı,Meclis'in 18 Eylül 1921 tarihli toplantısında
okundu. İşte, bu tarihten daha dört ay geçtikten sonra yürürlüğe giren ilk
Teşkilât-ı Esasiye Kanunu bu tasarıdan çıkmıştır.
LONDRA KONFERANSINA KATILACAK OLAN
DELEGELER DOĞRUDAN DOĞRUYA MİLLİ
İRADEYİ TEMSİL EDEN BÜYÜK MİLLET
MECLİS'NCE SEÇİLMELİDİR
İimdi, arzu buyurursanız İstanbul
ile haberleşmeye dele-devarrı edelim : Tevfik Paşa , 27 Ocak tarihli bir
telgrafı ile Büyük Millet tekrar etti. Bakanlar Kurulu Başkanlığı'ndan şu cevap
verildi : Ankara, 30.01.1921
İstanbul'da Tevfik Paşa
Hazretleri'ne
İtilâf Devletleri politikasında
Türkiye lehine görülen son gelişmeler, milletin fedakarca azminin eseridir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Sevres Antlaşması'nıtümüyle reddetmesi üzerine
ortaya çıkan şu durumdan, millî çıkarlarımıza en elverişli sonuçların elde
edilmesi, Londra Konferansı'na katılacak delegelerin doğrudan doğruya milli
iradeyi temsil eden Büyük Millet Meclisi'nce seçilmiş ve gönderilmiş olmasıyla
mümkündür. Uğursuz Sevres Antlaşması'nı imzalamış bir hey'etinvarisleri
durumunda olan Hey'etiniz delegelerinin, vatan ve millet için yararlı
olansonuçları elde edebilmeleri mümkün değildir. Bu bakımdan, vatanın yüksek
çıkarlarını düşünerek bu barış görüşmelerinde Büyük Millet Meclisi delegelerini
millîbirliği tam olarak gösterecek bir şekilde serbest bırakmaklığınız gerekir.
Bundandolayı, bir taraftan önceki tebligatımızla ilgili görüşmeleri takip ve
yürütmeklebirlikte, bir yandan da aşağıdaki kararları derhal kabul ederek
yerine getirmenizrica olunur :
1- Londra Konferansı'na katılacak
Türkiye hey'eti yalnız Türkiye BüyükMillet Meclisi tarafından seçilecek ve
gönderilecektir.
2
- Bu delegeler hey'eti ile birlikte
gitmesini gerekli gördüğünüz bazı uzman müşavirlerle gerekli evrak ve belgeler,
tarafınızdan hazırlanacak ve hey'etekatılmak üzere yola çıkarılacaktır.
3
- Bizim tarafımızdan gönderilecek
delegeler hey'etinin, bütün Türkiye'yi;temsil edecek tek hey'et olduğunu da
İtilâf devletlerine bildireceksiniz.
4
- Vaktin darlığı dolayısıyla kesin
ve son olarak alınan bu kararlarınkabul edilmemesi halinde, vatan ve milletin
selâmeti adına doğacak tarihî sorumluluk tamamen hey'etinize ait
olacaktır.
Bakanlar Kurulu Başkanı Fevzi
Efendiler, Tevfik Paşa'nın çalışma
arkadaşı olup Ankara'dabulunan İzzet Paşa tarafından da bir telgraf
çekilmesinin yararlıolacağını düşündük. İzzet Paşa'nın telgrafı şuydu : İifre Ankara,
30.1.1921
İstanbul'da Tevfik Paşa
Hazretleri'ne İubat sonlarında Londra'da toplanacak konferansla ilgili olarak
BüyükMillet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ile Zâtıdevletleri
arasında yapılan açık telgraf yazışmalarındaki bilgileri öğrenmiş
bulunuyoruz,Hey'etimizin uğradığı başarısızlıktan sonra yine düşünce bildirmeye
cesaret etmek utanç verici olmakla birlikte, gerçek durum ve burada hâkim olan
görüşlerüzerinde derin kavrayışlı yüksek şahsiyetlerini aydınlatmayı
vatanseverlik duygusunun bir gereği sayıyoruz. İstanbul'un işgal altında
bulunması dolayısıyla, oradaki bir hükumetin milletin temel çıkarlarını savunma
gücünü gösteremeyeceğiburada tabiî görülmektedir. Sonradan Anadolu ile
İstanbul'un biribirinden ayrılmasına yol açacağı endişesiyle, iki ayrı hey'et
halinde konferansta bulunmaktanda kaçınılmaktadır. Mustafa Kemal Paşa
Hazretleri de, telgraflarındaki görüşlerden, esas itibariyle fedakârlık etmeye
yetkili değildir. Anadolu'daTanrı'nın yardımıyla, muhalefet ve isyanlar bastırılıp
etkisiz duruma; etirilerek veçeteler ortadan kaldırılarak kuvvetli bir ordu ve
hükûmet kurulmuştur. Avrupa'yı,Sevres Antlaşması'nın lehimize değiştirilmesine
yöneltebilecek görüşmelerin kesilmesine meydan verilmeyecek şekilde,
himmetlerinizin esirgenmemesini sadakatımıza dayanarak istirham ederiz.
Buradaki Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Padişah tarafından tanınması temel
şartı değişmemek üzere, ayrıntılar ve görünüşe aitbazı noktalar üzerinde
görüşme imkânı açıktır. Bu imkânın kaybedilmesine meydan verilmemek üzere
durumun lütfen bildirilmesi arz olunur.
Ahmet İzzet
TEVFİK PAşA YEMİNLE BAĞLI OLDUĞU
KANUNİ ESASİYE SADAKATTAN AYRILAMIYOR
Efendiler, sizi yormazsam Tevfik
Paşa'nın bu telgrafa verdiği cevabı da bilginize sunayım : İstanbul,
31.01.1921
Ankara'da
İsmet Paşa Hazretleri'ne İlgi : 30 Ocak 1921.
Hepimizin hükümlerini korumaya yemin
ettiğimiz Kanun-ı Esasi'ye aykırıesaslı değişiklikler yapmanın ve bunu kabul
etmenin, kanunun açık hükümleri ilene derece bağdaşacağı düşünülmeye değer. Bu
konu ancak Mustafa KemalPaşa Hazretleri'nin"... vasıtasıyla gönderdiği
telgrafta bildirilen ve bizce de gerekli bulunan değişikliklerin İtilâf
Devletleri'ne kabul ettirilmesine çalışılıp, inşallah bu sonuç elde edildikten
sonra usulüne göre çözülecek iç meselelerdendir. Aksine bu tutum, dünkü
telgrafımızda da açıklandığı üzere konferansa kabul edilmememize ve İstanbul'un
derhal Osmanlı hâkimiyetinden çıkarılmasına ve Yunanlıların dâvâsına karşı
savunmasız kalmamıza, belki de onların haklı görülmesine yol açacaktır.
Telgraflardan, bir noktanın iyi anlaşılmadığı sonucuna varıyoruz, Konferansa,
sizin ve bizim diyerek iki hey'et gönderileceğinin nereden çıkarıldığı
anlaşılamıyor. Dâva aynı, savunma yolları da aynı olduğuna göre, Konferans'a,
gönderilecek hey'et üzerinde de bir görüş birliğine varılırsa oraca tayin
edilecek delegeler, İtilâf Devletleri'nin tanımakta olduğu hükûmetin ilâve
edeceği delegelerlebirlikte gidince,hey'et birlik ve beraberlik içinde, gerekli
yetkiye de sahip olur ve çekinmeden birlik hâlinde millî dâvâyı savunur. Bu
gereğin oraca da takdir buyurulduğu, delegelerin İtilâf Devletleri'ne
tanıttırılmalarını bizden istemeleriyle anlaşılmıştır. Tebliğ olunan nota ve
beyanlarımız açıkça göstermektedir ki, İtilâf Devletleri, Anadolu delegelerini
Londra Konferansı'na yalnız olarak kabul etmemektedir. Bunlar, Hükumet
delegeleriyle birlikte bulunmak suretiyle kabul edilecektir. Böyle ayrılık
sürdürülecek olursa, büyük bir ihtimalle hiçbir tarafın delegeleri kabul
edilmeyecektir. Konferansa, yalnız buradan delege kabul edilmesi ihtimali var
ise de, Anadolu için bu ihtimal de yoktur. Bundan dolayı, pek büyük
fedakarlıkların eseri olan bu değişiklikten zararımıza sonuçlar doğabilir.
Çünkü, İtilaf çevrelerinde sayıları pek çok olan Yunan dostlarına :
"Türkler, doğuda savaşın sürüp gitmesine taraftardır, barış ve uzlaşmaya
istekli değildir" diye propagandayaparak lehte olanları kendilerine
çekmeye, bizi haksız ve düşmanımızı haklı göstermeye fırsat verilmiş olur.
Ortak delegelerden kurulu bir hey'et önderilırse, isteklerimiz kabul edilmese
bile, lehimize olan görüşleri, aleyhe çevirmemİş ve belki aleyhimizde olanların
önemli bir kısmını kazanmış oluruz. Vakit pek dardır. Yazışmalarla kaybedilecek
zaman kalmamıştır, Delegelerin hemen gönderilmesi vatan ve milletin
menfaatlerinin gereğidir. Zâtıdevletleriyle sayın arkadaşlarınızın da geri
dönmeleri lâzımdır. Çünkü orada neler düşünüldüğü konusunda, yerinde yapılmış
gözlemlerle edindiğimiz bilgilerden hakkıyla yararlanacak zamanın geldiğine ve
oradaki görüşlerin buradaki görüşlere yaklaştırılması gerelctiğine sizin de
inandığınız kanısındayız. Sadrazam Tevfik
Efendiler, Tevfik Paşa'nın Fevzi
Paşa Hazretlerine cevap olarak gönderdiğitelgrafı da okuyalım :
İifre İstanbul, 1.2.l921
Ankara'da
Mustafa Fevzi Paşa Hazretleri'ne İlgi : 30 Ocak 1921.
Kral Konstantin'in Atina'ya dönmesi
üzerine, İtilâf Devletleri çevrelerinde ve kamuoyunda,
Yunanistan aleyhine meydana gelen
değişme dolayısıyla,Avrupa da lehimize bir akım doğmuştur, Ancak, bu akıma
karşılık, Rumların tarafını tutan ve Sévres Antlaşması'nı tamamıyla veya ufak
tefek değişkliklerle uygulayarak Türkiye'yi ortadan kaldırma düşüncesinde bazı
siyaaset adamları davardır. Özellikle aldığımız güvenilir bilgilere göre, bu
siyaset adamlarının, Anadolutemsilcileriııiıı de konferansa davet edilmesini
kabul etmeleri ve buna istekli görünmeleri, Anadolu'nun böyle bir davet kabul
etmeyeceğine inanmış olmalarındanileri gelmektedir. Bununla güdülen maksat da,
bu davete uymama durumunu önesürerek ve bize karşı sert tedbirler alınmasını
haklı göstererek, kamuoyunu siyasetlerine uymaya mecbur etmektir. Bu bakımdan,
konferansa bir an önce ve birlikte gidilerek hakkımızın alınmasına çalışmak
şarttır. Eğer orada meşru ve haklıisteklerimizin reddedildiğini görür ve
konferanstan çekilmek zorunda kalırsak, budurum, karşımızdakilerin elinde
aleyhimize kullanılacak tesirli bir silâh olamaz.Telgraflannda öne sürülen
isteklerin, daha önce de bildirilen sebepler ve İstanbul'un özel durumu
dolayısıyla, kabulü mümkün değildir. Bunlarda ısrar ederek,konferansa tam
zamanında katılma fırsatı kaçırılırsa, önce birlik sağlanamadığıiçin İstanbul
ve Boğazlar büsbütün Osmanlı hâkimiyetinden çıkar. İkinci olarak,İtilâf
Devletleri'nin Yunanistan'a para ve asker yardımı yapmalan ve Anadolu'daortak
bir taarruz hareketi yürütmeye kalkışarak zaten savaşın günden güne artan
güçlüklerinden sayıları pek çok azalmış olan Türk unsurunun, bir kat dahaezilip
yok olması ile karşı karşıya kalınır. Üçüncü olarak büyük ölçüde fedakârlıklara
katlanmak karşılığında dış yardıma ihtiyaç mecburiyeti ortaya çıkar venihayet
hedefimiz olan istiklâlin heder edilmesi gibi acı sonuçlar doğar.
Delegelerimizin hemen İstanbul'a gönderilmesi kaçınılmaz bir zarurettir,
efendim. Sadrazam Tevfik
Saygıdeğer Efendiler, Osmanlı
Sadrazamının daha başka bazı öğütleri ve bildirdikleri vardır. Müsaade
buyurursanız onları da okuyalım :
İifre İstanbul, 5.2.1921
Ankara'da Mustafa Kemal Paşa
Hazretleriı'ne
Londra'da toplanacak olan konferansa
Osmanlı Devleti'nin de davet edilmesinden dolayı telâşa düşen Yunanlılar,
aleyhimizdeki propagandalannı bir katdaha artırmışlardır. Paris'teki
delegemizden aldığımız bilgilere göre, Yunanlılar,Fransız kamuoyunu aleyhimize
çevirmek için, Anadolu'da bir Alman kurmay askerî hey'eti bulunduğu, sizin
harekât ve siyasetinizin de bu hey'etin telkinleri ileyürütüldüğü yolunda
Fransız çevrelerinde söylentiler yaymaktadırlar. Ayrıca, Türkiye'deki
Hristiyanların toplu olarak öldürülmekte olduğu ileri sürülerek, bunların
kurtarılması için Papa tarafından bütün parlamentolara başvurulduğununduyulduğu
da sözü geçen delege tarafından bu bilgilere eklendiğinden, pek kötüetkiler
yaratacak olan bu söylentilerin sür'atle yalanlanması rica ve tavsiye olunur.
Sadrazam Tevfik
İifre İstanbul, 8.2.1921
Ankara'da Mustafa Kemal Paşa
Hazretleri'ne
Konferansı etkilemek maksadıyla,
İubatın yirmi birinde, Yunanlıların 70-80bin kişiyle taarruza geçecekleri
Hariciye Nezareti'nce güvenilir kaynaklardan haber alınmıştır. Taarruzun
KarahisarEskişehir doğrultusunda olacağı sanılmaktadır. İtilâf Devletleri
temsilcileri, Ankara delegelerinin yalnız olarak konferansakabul
edilemeyeceğini de söylemislerdir. Sadrazam Tevfik
Bu telgrafın yazılmasından maksat,
Yunanlıların taarruz edeceğinibildirmek miydi? Yoksa, 70 - 80 bin kişilik
düşman kuvvetinin taarruzagececeği tehdidi ile, konferansa Ankara dele5elerinin
yalnız olarak kabuledilemeyeceğini söylemek mi idi? Bunu kestirmek güçtür.
Delege gönderilmesi konusunda, bizim
ileri sürdüğümüz görüşleri,yazılarımızda belirttiğimiz şekilde Tevfik Paşa ,
İtilâf Devletleritemsilcilerine tebliğ etmiş de, telgrafın son fıkrasıyla,
aldığı cevabı mı bildiriyordu? Bu da açık değildir. İstanbul, 8.2.1921
Ankara'da llılııstafa Kenzal Paşa
Hazretleri'ne
Fransız kamuoyunu incitmemek için
Kilikya'da taarruzdan kaçınılmasıhayırseverliğinden şüphe edilmeyen bazı
Fransız devlet adamlarının tavsivesiüzerine, Paris delegemiz tarafından büyük
bir önemle bildirilmiştir. Sadrazam Tevfik
OSMANLI DEVLET ADMLARININ BELİRGİN
ÖZELLİKLERİ
Efendiler, bu gibi tavsiyeleri,
İstanbul hükûmetlerinden çok dinlemiştik. Bizim taarruzdan kaçınmamızı tavsiye
eden hayırseverin karşısındaki kimse,işittiğini bir gramofon gibi bize
ulaştırırken, bu hayırsevere, bize taarruzdankaçınılmasını, gerelsenlere
tavsiye edip etmediğini sormuş mudur acaba?Aldığı cevap, olumsuz idiyse, onun
hayırseverliğine nereden hükmetmişti? Vatanımızı işgal edenlerin Kamuoyunu gücendirmemeyi
tavsiye edenlere, vatanı işgal edilen milleti niçin incittiklerini ve
incitmekte devamettiklerini sormamak, neden bu Osmanlı devlet adamlarının
belirgin özellikleri olmuştu?
Kısacası, saygıdeğer Efendiler,
görülüyor ki, Tevfik Paşa vearkadaşlarıyla, temelde, düşünce ve görüşlerde
anlaşmak mümkün olamıyordu. Nihayet, konu Meclis'e getirildi.
Meclis'e iki teklifte bulundum.
Birisi memleketin durumunu ve milletin gayesini İstanbul'a açıkça bildirmek;
ikincisi, ayrıca davet yapıldığında Londra'ya müstakil bir hey'et göndermekti.
Her iki teklifim de kabul edildi.
Efendiler, Meclis'in görüş ve
kararını Tevfik Paşa'ya bildirentelgraf aynen şöyleydi :
TEVFİK PAşA'NIN TEKLİFLERİ KARşISINDA
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NİN KARARI
Londra Konferansı'na davet
dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa Hazretleri
ve Bakanlar Kurulu Başkanı Fevzi Paşa Hazretleri ile İstanbul'da Tevfik Paşa
Hazretleriarasındaki telgraf haberleşmeleri, Genel Kurul'da okunmak suretiyle Meclis'e
bilgiverildi. Tevfik Paşa Hazretleri tarafından ileri sürülen görüşler,
memleketin bugünkü durumu üzerinde kendilerinin açık bir görüşe varmaktan pek
uzakolduklarını, bize üzüntüyle gösterdi. İstanbul'da ateşkes anlaşmasından
beri ikitürlü hükûmet biribirini takip etmiştir. Biri Damat Ferit'in
başkanlığıaltında, çeşitli kimselerin katılmasıyla kurulan hükûmetler ki, her
ne pahasına olursa olsun, İtilâf Devletleri'ne karşı mutlak olarak boyun eğme
düşüncesini temsiletmiş ve memleketin kendi hâkimiyet haklarını devam ettirmek
için yaptığı süreklifedakârlıklan, düşmanlarla birlikte çalışmak suretiyle
sonuçsuz bırakmayı özelbir politika haline getirmişti. Bu düşüncenin peşine
takılanlar, memleketin kötülükve hainliğe elverişli ne kadar nankör evlâdı varsa,
hepsini kışkırtarak ve silâhlandırarak millî sawnmaya kendilerini adayan
vatanseverler aleyhine hiç durmadankullandılar. İslâm şeriatı adına yayınlanan
sahte fetvaların, mîrimiran ünvanıile mükâfatlandınlan Anzavurlarla, vatanın
bağımsızlığı ve savunması aleyhine, etrafa gönderdiği maddî ve manevî zehir ve
fesat kuvvetlerine karşı, Anadolu aylarcaçarpışmaya mecbur oldu. Onlar,
düşmanlar hesabına cephelerimizi kaç defa arkadan vurdular. Müslümanlığın ilk
asrından beri şeref ve hak din adına cihat edenmilletimiz, tarihimizin ilk
günlerinden beri, devlet ve memleket ne zaman tehlikeyedüşmüşse, kanını bol bol
akıtmaktan geri durmayan milletimiz, bu defa muazzamvatandan arta kalan son
parçada, son kaleye çekilmiş, en son savunmasını yaparken, hükûmet adını alan
hey'etler, düşmanlar hesabına, düşman safları arasındakendi milletleri aleyhine
çalışıyorlardı. Bizans'ın son günlerinde, Fatih'in teslim davetine karşı
"Allah'ın bana bir emaneti olan bu memleketi, ancak Allah'ateslim
ederim" diye son Bizans İmparatoru'nun tahtına varis bir hanedandan
gelenbugünkü halife ve sultanın hükûmeti, esir olmamak isteyen milleti, kendi
eliylebağlayarak düşmanlara teslim etmeye çalışıyordu. Bu birinci safha, o
hükûmetlerin ve onlarla birlikte olanların bozguna uğramasıyla son buldu.
İkinci türlü hükûmet,Tevfik Paşa'nın başkanlık ettikleri hey'ettir. Bunlar,
gaye bakımından Anadalu sawnmasına taraftar olduklarını söylemekle birlikte,
icraat bakımından, memleketin samimî olarak elde etmek istediğî barışa asla
affedilmeyecek birgaflet ve inatla engel olmakta devam ediyor. Saltanat
şûrâsında İtilâf Devletleri'nin uzattığı esaret belgesini ayağa kalkarak ve
saygı göstererek kabul ve imzaeden devlet adamıları ve Âyân üyeleri, bütün
memlekette hiçbir hak ve yetkiyitemsil etmeyen geçersiz bir kuvvet
durumundadır. Anadolu ve İstanbul, istiklâl ileesaretin, hürriyet ile
mahkûmiyetin birbirine zıt ve ters düştüğü iki ayrı parçahalinde
kalmıştır.
Biz, memleketin esir edilmiş,
iradesini kaybetnıiş parçasını, hür ve müstakilolan kısma katmak istiyoruz.
İstanbul'un devlet adamları, bütünü oluşturan vebütün bir düşmanlık dünyasına
karşı kendini şeref ve metanetle savunan hür kısmı, esir ve mahkûm durumdaki
küçük parçaya bağlamak ve katmak istiyorlar. Bütün Anadolu'yu, hürriyet ve
istiklâline âşık bütün memleket çocuklarını ve bugünkü zulüm görmüş İslâm
dünyasının ruhunu temsil eden Büyük Millet NLeclisi,İstanbul'un hasta ve
hürriyetten yoksun bir hey'etine boyun eğmeyı, hiçbir zaman kabul edemez.
Meclis'imiz tarafından kabul ve ilân
edilen ve bütün memlekette uyulanTeşkilât-ı Esasiye Kanunu'muz gereğince,
hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir.Milletin yasama ve yürütme gücü ise,
onun gerçek ve tek mümessili olan BüyükMillet Meclisi'nde toplanır. Bu temel
ilkeler karşısında delegelerimizin İstanbul'agiderek oradan seçilecek bir
hey'ete katılmasına ve oranın vereceği bir yetki belgesiile dünyaya karşı millî
davamızı savunmayı üzerine almasına imkân yoktur. Eğeristerseniz füli ve haklı
olarak mutlak bağımsızlığı bulunan, bütün idarî teşkilâtıiIe memleketi yöneten,
ordularıyla doğuda ve batıda düşmanları ezerek memleketebarışın yollarını açan
Meclis'imizin delegeler hey'etini, memleketi temsil edebilecektek hey'et olarak
tanırsınız. Yoksa, biz kendi hey'etimizi kendimiz göndermek kararını zaten altmış
bulunuyoruz. Bizce istenilen ve gerekli görülen, bu kararımızaverilecek
cevabın, birtakım sözler değil, fülî davranışlar olmasıdır.
LONDRA KONFERANSINA KATILMAMIZ
Efendiler, Dışişleri Bakanı olan
Bekir Sami Bey'in başkanlığı altında ayrıca ve müstakil bir delege hey'eti
kuruldu. Hey'et, Londra Konferansı'na özel olarak davet edildiğimiz takdirde
katılmak üzere ve bu arada geçecek zamandan da yararlanmak maksadıyla, Antalya
üzerinden Roma'ya hareket ettirildi.
Hey'etimiz, İtalya Dışişleri Bakanı
Kont Sforza vasıtasıyla,konferansa resmen davet edildikleri kendilerine
bildirildikten sonraLondra'ya gitmiştir.
Londra Konferansı, 27 İubat 1921'den
12 Mart 1921'e kadar devametti. Hiçbir olumlu sonuç vermedi.
İtilâf Devletleri İzmir ve
Trakya'daki nüfus durumu ile ilgili olarakkendileri tarafından yapılacak bir
araştırmanın sonucunu kabul edeceğimiz yolunda bizden söz almak istediler.
Delege hey'etimiz önce bunu kabul etmişti. Fakat Ankara'dan yapılan uyarı üzerine,
sonradan, araştırmanın yapılmasını Yunan idaresinin buradan çekilmesine
bağlamak teklifinde bulundu. İtilâf Devletleri'nin, Sevres Antlaşması'nın diğer
hükümlerinin tarafımızdan samimiyetle ve itirazsız olarak uygulanmasını
sağlamakistediği anlaşılmıştı. Delege hey'etimiz bununla ilgili tekliflere de
red niteliğinde cevaplar vermişti. Yunan delegeleri araştırma hiç kabul
etmemişlerdi. Bunun üzerine, İtilâf Devletleri, Türk ve Yunan delege
hey'etlerine bazı teklifleri içine alan bir proje vererek, hükûmetlerinden, bu
projeler için alacakları cevapların, Konferans'a bildirilmesini istemişlerdi.
Bizim delege hey'etimize verilen
projede, Sévres Antlaşması hükümlerinde yapılacâk değişikliklerle ilgili şu
noktalar vardı :
Bize bırakılan jandarma ve özel
birliklerin sayısını bir parça artırmak. Memleketimizde kalacak yabancı
subayların sayısını biraz azaltmak.Boğazlar bölgesini biraz ufaltmak. Bütçemiz
üzerine konmuş bulunan sınırlamaları biraz hafifletmek. Bayındırlık işleri ile
ilgili imtiyaz verınehakkımız üzerine konmuş sınırlamaları da biraz
hafifletmek. Bundan başka, adlî kapitülasyonlar, yabancı postaları,
Kürdistan... ile ilgili olarakSévres tasarısında değişiklikler yapılmasını ümit
ettirecek bazı belirsizvaatler. . .
Bu teklifler projesinde, Ermenistan
sınırlarının tespiti işi, BirleşmişMilletler'in göndereceği bir komisyona
bırakılmakta idi. Sözde İzmirili bize geri verilecekti. Fakat İzmir şehrinde
btr Yunan kuvveti bulundurulacak, İzmir ilinin güvenlik işleri, İtilâf
Devletleri subayları tarafındanidare edilecek, bu ildeki jandarma kuvveti,
nüfus oranına göre çeşitli unsurlardan kurulacak, şehre Birleşmiş Milletler
tarafından bir Hristiyanvali tayin edilecek, İzmir ili Türkiye'ye gelirinin
çoğalmasıyla artacak biryıllık vergi ödeyecekti.
İzmir ili için teklif edilen bu
çözüm şekli, beş yıl sonra, taraflardanbirinin isteği üzerine Birleşmiş
Milletler'ce değiştirilebilecekti.
DELEGELER DAHA YOLDA İKEN BAşLAYAN
YUNAN TAARRUZU
Efendiler, İtilâf Devletleri, delege
hey'etimiz vasıtasıyla yaptıkları tekliflerin cevabını almayı beklemeden, daha
delegelerimiz yolda iken, Yunanlılar bütün ordusuyla ve bütün cephelerimize
karşı taarruzageçtiler.
Görüyorsunuz ki Efendiler, Yunan
taarruzu konferans ve sulh hikâyesini bize zarurî olarak terk ettiriyor. İimdi
müsaade buyurursanız, sizebu taarruzu ve sonucunu arz edeyim :
Yunan ordusunun Bursa ve doğusunda
önemli bir grubu, Uşak vedoğusunda diğer bir grubu vardı. Bizim de
kuvvetlerimiz, Eskisehir'in kuzey-batısında, Dumlupınar'da ve doğusunda olmak
üzere iki grup halindeydi. Bundan başka, Yunanlıların İzmit'te bir tümenleri,
bizim de onakarşılık Kocaeli Grubu bulunuyordu. Yunanlıların Menderes
boyundakibirliklerine karşı da birliklerimiz vardı. Yunan ordusunun Bursa ve
Uşakgrupları, 23 Mart 192l. günü ileri harekâta geçtiler. İsmet Paşa
komutasında bulunan Batı Cephesi birIikleri, arz ettiğim gibi,
Eskişehir'inkuzey-batısında yığınak yapmıştı. Karar, savaşı İnönü mevzilerinde
kabul etmekti. Ona göre tedbir alınıyor ve hazırlıklar yapılıyordu. Düşman,26
Mart akşamı, İsmet Paşa'nın işgal ettirdiği mevzilerin sağ kanadı ilerisine
yanaştı. Ertesi günü bütün cephede karşılaşmalar oldu.Düşman 28'de sağ
kanadımıza taarruza geçti. 29'da her iki kanattan taarruz etti. Düşman yer yer
önemli başarılar elde ediyordu. 30 Mart günüşiddetli savaşlarla geçti. Bu
savaşların da sonucu düşman lehine oldu.
İKİNCİ İNÖNÜ ZAFERİ VE İSMET PAşA'NIN
METRİS TEPE'DE GÖRDÜĞÜ DURUM
Bundan sonra sıra bize geliyordu.
İsmet Paşa 31 Mart günü, karşı taarruza geçti ve düşmanı yenerek, 31 Mart-1
Nisan gecesi geri çekilmeye mecbur etti. Böylece, inkılâp tarihimizin bir
sayfası, İkinci İnönü zaferiyle yazılmış oldu.
Efendiler, düşman çekilirken Batı
Cephesi Komutanı ile 1 Nisan günü yapılan yazışmalar, o günün duygularını
tespit eden belgelerdir. O duyguları yeniden canlandırmak için, müsaade
buyurursanız, o günkü yazışmalardan bazı telgrafları olduğu gibi okuyacağım :
Metristepe,1.4.1921
Saat 18.30'da Metristepe'den
gördüğüm durum : Gündüzbey kuzeyinde sabahtan beri dayanan ve artçı olması
muhtemel olan bir düşman müfrezesi, sağkanat grubunun taarruzu ile düzensiz
olarak çekiliyor. Yakından takip ediliyor.Hamidiye yönünde karşılaşma ve faaliyet
yok. Bozöyük yanıyor. Düşman, binlerce ölüsüyle doldurduğu savaş meydanını
silâhlanmıza terk etmiştir. Batı Cephesi Komutanı İsmet Ankara, l.4.l921
İnönü Savaş Meydanında Metristepe'de
Batı Cephesi Komutanı ve Genel
Kurmay
Başkanı İsmet Paşa'ya
Bütün dünya tarihinde, sizin İnönü
Meydan Muharebeleri'nde üzerinizeyûklendiğiniz görev kadar ağır bir görev
yüklenmiş komutanlar pek azdır. Milletimizin istiklal ve varlığı, dahice
idareniz altında görevlerini şerefle yapan komutave silah arkadaşlarınızın
kalbine ve vatanseverliğine bûyük bir güvenle dayanıyordu. Siz orada yalnız
düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz.İstilâ altındaki talihsiz
topraklanmızla birlikte bütün vatan, bugün en ücra koşelerine kadar zaferinizi
kutluyor. Düşmanın istilâ hırsı, azminizin ve vatanseverliğinizin yalçın
kayalarma başını çarparak paramparça oldu.
Adınızı tarihin şeref abidelerine
yazan ve bütün millete size karşı sonsuzbir minnet ve şükran duygusu uyandıran
büyük gazâ ve zaferinizi tebrik ederken,üstünde durduğunuz tepenin size
binlerce düşman ölüleriyle dolu bir şeref meydanı seyrettirdiği kadar,
milletimiz ve kendiniz için yükseliş parıltılarıyla dolu birgeleceğin ufkuna da
baktığını ve hâkim olduğunu söylemek isterim. Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa
Kemal
Büyük Millet Mecilisi Başkanı
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Zulüm ve zorbalık dünyasının en
zalimce hücumlarına karşı yalnız ve şaşkın kalan milletimizin maddî ve manevî
bütün kabiliyet ve kuvvetlerini ruhundaki ateşle toplayan ve harekete getiren
Büyük Millet Meclisi'nin Başkanı Mustafa Kemal Paşa!
Kahraman askerlerimiz ve
subaylarımız adına, askerlerimizle avcı hatlarında omuz omuza vuruşan tümen ve
kolordu komutanları adına takdir ve tebriklerinize büyük bir iftiharla
teşekkürlerimi arz ederim. Batı Cephesi Komutanı İsmet
GÜNEY CEPHESİ'NDEKİ HAREKAT
Saygıdeğer Efendiler, İnönü muharebe
alanını ikinci defa yenilerek terkeden ve Bursa'ya doğru eski mevzilerine
çekilen düşmanın takibinde, piyade ve süvari tümenlerimizin gösterdikleri
anılmaya değer yararlıkları anlatamayacağım. Yalnız, genel askerî durumu tam
olarak açıklayabilmek için, müsaade buyurursanız Güney Cephemiz'e giren bölgede
yapılan harekâtı özetleyeyim.
Güney Cephesi Komutanı Refet
Paşa'nın emrinde bulunan üçpiyade tümeni, Dumlupınar'da hazırlanmış bir mevzide
bulunuyordu.Bundan başka, bir süvari tümeni ve bir de süvari tugayı vardı. Bu
mevzün sol kanadında bulunuyordu. Güney Cephesi Komutanı'nın aldığı görev,
düşmanı bu mevzide durdurmaktı. Uşak doğusundaki mevzilerimizden hareket eden
üç piyade tümeni ve bir kısım süvari Dumlupınar mevzilerine taarruz etti. 26
Mart'ta birliklerimiz, mevzilerini terke mecburoldu. Güney Cephesi Komutanı,
bundan sonra kuvvetlerini esaslı bir hatta durdurmayı ve yeniden tertibat
almayı başaramadığı için kuvvetler ikiye ayrıldı. 8'inci ve 23'üncü Piyade
Tümenleri ile 2'nci Süvari Tümeni'nden meydana gelen kısmı, kendi emri altında,
Altıntaş'a doğru çekildi.57'nci Piyade Tümeni ile 4'üncü Süvari Tugay'ından
meydana gelen ötekikısım Fahrettin Paşa'nın emri altındaydı. Düşman bütün kuvvetiyle
Fahrettin Paşa kuvvetlerine yönelerek doğuya yürüdü. Refet Paşa kuvvetlerine
karşı, Dumlupınar'da yalnız bir piyade alayıbıraktı. Refet Paşa, sonradan
23'üncü Tümeni Altıntaş üzerindengüneye, Fahrettin Paşa emrine verdi. Altıntaş
yönünde, düşmanın hiçbir hareketi olmadığı anlaşılınca, Refet Paşa , yanında
bulunan kuvvetlerle kuzeye getirtildi.
Doğuya doğru ilerleyen düşmana
karşı, Fahrettin Paşa kuvvetleri çeşitli yerlerde savaşlar vererek Afyon'un
doğusuna çekildi. Düşman, Afyonkarahisar'ı işgal ettikten sonra, Çay-Bolvadin
hattına kadarilerledi ve orada durdu. Bu düşman karşısında, Fahrettin
Paşa,37'nci ve 23'üncü Tümenlerle birlikte, güneyden Adana bölgesinden gelen
41'inci Tümen'i de alarak, bir karşı hat oluşturdu.
YUNAN ORDUSU'NUN GENEL TAARRUZ PLANINDA PEK GÖZE ÇARPAN BİR YANILMA
Efendiler, askerî strateji konusunda
fazla düşünce, ileri sürmekten kaçınma taraftarı olmakla birlikte Yunan
ordusunun bu defaki genel taarruz plânında göze çarpan bir yanılmaya işaret
etmek isterim. Yunan ordusıınıın Uşak grubunun, Dumlupınar'dan sonra,
Eskişehir'e doğru yürümesi gerekirdi. Afyon üzerinden Konya'ya doğru yönelmesi,
kuvvetlerini asıl kesin sonuç alacağı alandan uzaklaştırarak, işe yaramaz ve
tehlikeli bir durumda bırakmıştır. İnönü'ndeki başarı bizim tarafta kaldıktan
sonra, bu kuvvetlerin, kendilerini tehlikeden kurtarmakiçin bir an önce
sür'atle geri çekilmelerirıi sağlamaktan başka bir şey düşünmeyeceklerine şüphe
yoktu. İnönü'nde zafer kazanan kuvvetlerimiz,Eskişehir, Altıntaş üzerinden Dumlupınar'a
yönelerek bu mesafenin önemli bir kısmında demiryolundan fazlasıyla yararlanma
imkânı bulunduğuna göre, Afyonkarahisar'ın doğusunda bulunan Yunan grubu geri
çekilmehattını kesebilir ve böylece, pek büyük bir ihtimalle o grubu büyük bir
fetâkete uğratabilirdi. Nitekim, bu düşüncenin uygulanmasına geçmekte bir an
gecikilmemiştir. İIk serbest kalan tümenler derhal Güney Cephesi Komutanı Refet
Paşa'nın emrine verilerek harekete geçirilmiştir.
İnönü Meydan Muharebesi'nden alınan
sonuç üzerine, Yunan ordusunun Uşak grubu, derhal geri çekilmeye başladı. Refet
Paşa , 7 Nisan 1921 tarihinde karargâhıyla Çöğürler'de, 4'üncü ve 11'inci
TümenlerAltıntaş bölgesinde, 5'inci Kafkas Tümeni ve kuvvetli bir alay
durumundaolan Meclis Muhafız Taburu Çöğürler güneyinde, 1'inci ve 2'nci
SüvariTümenleri Kütahya bölgesinde bulunuyorlardı. Fahrettin Paşa,Çay ve
Afyon'dan çekilen düşmanı kovalayıp sıkıştırırken, Refet Paşa da düşmanın
Aslıhanlar civarında bulunan bir alayına, bu saydığımızkuvvetlerle, yani, üç
piyade tümeni ve bir taburla taarruz etti. Bir taraftanda kuzeyden daha iki
tümen, 24'üncü ve 8'inci Tümenler güneye doğrugönderildi. Aslıhanlar'daki Yunan
alayı, Refet Paşa'nın taarruzunudurdurdu ve çok zaman kazandı. Bu süre içinde
geriden gelen birliklerleiki tümene kadar takviye edildi. Bu kuvvetler
Afyon'dan çekilen kuvvetlerin kendilerine katılmalarını sağladı.
12 Nisan 1921 günü, Refet Paşa'nın
emrinde kuzeyden güneyeve doğudan batıya taarruz eden kuvvetlerin toplamı
şöyleydi :
Kuzeyden gelen 4, 5, 11, 8 ve 24,
doğudan ilerleyen 57, 23 ve 41' inciTümenler ki, toplam olarak sekiz piyade
tümeni ve bir piyade taburu...1'inci ve 2'nci Süvari Tümenleri çok uzak
mesafelerden dolaştırılarak veancak düşman yenildiği takdirde etkili
olabilecek; fakat o günkü savaştahiç de işe yaramayarı düşman gerisindeki Banaz
hedefine gönderilmişti.Refet Paşa'nın komutası altına verilen kuvvetler,
taarruzlarında başarı kazanamadılar, aksine fazla can kaybı oldu. Düşman,
Dumlupınarmevzilerine hâkim olarak yerleşti ve orada kaldı. Refet Paşa
kuvvetleri de Dumlupınar'ın on kilometre kuzeydoğusunda olmak üzere, Aydemir,
Çalköy, Selkisaray hattına çekilip durdu. Aslıhanlar Muharebesidiye anılan bu
çarpışmalar bu şekilde sona erdi.
REFET PAşA KENDİSİ YENİLDİĞİ HALDE
DÜşMANI YENİLMİş SAYIYORDU
Efendiler, muharebe sırasında muhar
ebe hatlarındaki bazı kısımların ileri geri dalgalanışı ve özellikle Afyon
doğusunda bulunan düşman tümenlerininDumlupınar'ın ilerisinde bıraktıkları bir
alaylarının yenilip safdışı edilememesi yüzünden, düşman kuvvetleri
Dumlupınar'akadar çekilme imkânını bulabilmiştir. Bundan sonra, Yunan
kuvvetlerinin, sağlam bir muharebe hattı tutmak üzere tertibat alırken,
ileridekibirliklerinin o hatta ulaşmak üzere geri yürüyüşleri, Refet
Paşa'nınmuharebesinin sonucu
hakkında yanlış bir yargıda bulunmasına yol açtı.Gerçekten de Refet Paşa ,
kendisi yenildiği halde, düşmanın yenilip geri çekildiğiini ,sandı ve bunu, beş
gün süren Dumlupınar Meydan Muharebesi'nde, düşmana son darbenin vurulabildiğini
bildiren :elgrafıylabize de haber verdi. Biz de, pek tabiî memnun olarak büyük
takdir ve tebriklerde bulunduk, Fakat durumu iyice anlamak için telgraf başında
kendisine sorduğum sorulara aldığım cevaplardan, durumun biidirildiği
gibiolmadığı şüphesine düştük. Sonunda anlaşıldı ki, düşman kendi maksadına ve
genel durumuna uygun olarak, Dumlupınar'da savunması kolay,hâkim ve sağlam bir
mevzi arıyordu. Aksine, Refet Paşa'nın ise, biraz geride bütün kuvvetleriyle
Aydemir, Çalköy, Selkisaray hattını tutması gerekti.
Efendiler, durum sakinleşmeye
başladıktan sonra, Refet Paşa'nın komuta ettiği orduda, kendisine karşı güvenin
kalmadığı anlaşıldı.Durumu yerinde incelemek üzere, Ankara'dan Fevzi Paşa
Hazretleri, Batı Cephesi'nden de İsmet Paşa, birlikte bizzat Refet Paşa'nın
karargâhına gittiler. Refet Paşa'nın komuta durumunun birsüre daha devamı
tercih edilmekte olduğundan, konuyu ona göre bir hal çaresine bağladılar.
Fakat, zaman geçmeden, bu durumun devam ettirilmesinin mümkün ve doğru olmadığı
kanaati belirdi. Bu sebeple, ben bizzat Fevzi ve İsmet Paşaları alarak Refet
Paşa'nın yanına gittim. Durumu yakından inceledim ve konuyu derhal şöyle bir
çözüme bağladım. Refet Paşa'nın komutası altında bulunan Güney Cephesi'niBatı
Cephesi'ne bağlayarak İsmet Paşa'nın komutasına verdim. Kendisine de Ankara'da
bir görev verilmek üzere oraya dönmesi gerektiğinibildirdim.
REFET PAşA, TÜRK ORDUSUNA KOMUTAN
OLMAK İSTİYORDU
Refet Paşa, Ankara'ya döndüğü zaman
şöyle bir çözüm yolu düşünmüştüm. İsmet Paşa'nın artık
Genelkurmay Başkanlığı'ndan istifa
ederek, kendisini tamamiyle, genişletilmiş olan Batı Cephesi Komutanlığı'na
verecek. Millî Savunma Bakanı bulunan Fevzi PaşaHazretleri de vekâletle
yürütmekte olduğu Genelkurmay Başkanlığı'nı asilolarak üzerine alacak. Ondan
boşalacak Millî Savunma Bakanlığı görevini de Refet Paşa yapacak.
Refet Paşa , aslında, yine askerî
bir görev almak istiyordu. Fakat benim bulduğum çözüm yolunu beğenmedi. Diyordu
ki : "Millî Savunma Bakanı bulunan Fevzi Paşa'nın görevinden çekilmesini
gerektiren bir durum yoktur. İsmet Paşa'nın Genelkurmay Başkanlığı'ndan
ayrılmasını zarurî buluyor ve bana da bu aralık bir görev vermeyi
düşünüyorsanız, çözüm şeklinin ona göredüzenlenmesi mümkündür."
Ben, her nasılsa, Refet Paşa'nın
düşüncesinde gizli olan maksadı birdenbire kavrayamadım. Çünkü, biraz sonra
anlar gibi olduğumgörüş asla hatırıma gelmemişti. Anlayamadığım noktayı
açıklatmak içinkendisine sordum ve dedim ki : "yani siz mi Genelkurmay
Başkanı olmakistiyorsunuz?" Gerçi açık bir cevap vermedi ama, ben maksadın
tamamenbundan ibaret olduğunu kabul ettim. Bunun üzerine şu görüşü ileri sürdüm
: "Genelkurmay Başkanlığı, bizim teşkilâtımıza göre, bugün fülî olarak
Başkomutanlık makamıdır. Siz, daha Türk ordusuna Başkomutanolacak vasıfları kazanmış
değilsiniz. Bunu hatırınızdan çıkarınız !"
Refet Paşa, verdiği cevapta dedi ki
: "Öyleyse ben de Millî Savunma Bakanlığı'nı kabul etmem." "O
sizin bileceğiniz iştir" dedim vebıraktım. Gerçekten kabul etmedi ve izin
alarak, Kastamonu ormanlarında, Ecevit denilen yerde bir süre dinlenmeye
çekildi. Refet Paşa'nınMillî Savunma Bakanlığı'na getirilişi bundan sonra
ortaya çıkan başkabir durum üzerine olmuştur.
LONDRA KONFERANSINDAN DÖNEN DIşİşLERİ
BAKANI BEKİR SAMİ BEY'İN İMZALADIĞI
SÖZLEşMELER
Saygıdeğer Efendiler, İkinci İnönü
zaferinden sonra Londra'ya gitmiş olan delegeler hey'etimiz geri döndü.
Konferansın olumlu bir sonuca varmamış olduğunu biliyorsunuz. Fakat delegeler
hey'eti Başkanı ve Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey , kendiliğinden İngiltere,
Fransa ve İtalya diplomatlarıyla temas ve görüşmelerde bulunarak, herbiriyle
ayrı ayrı birtakım sözleşmeler imzalamış bulunuyordu. Bekir Sami Bey'in
İngiltere ile imzaladığı bir sözleşme gereğince, elimizde bulunan bütün İngiliz
esirlerini geri verecektik. Buna karşılık, İngilizler de bize, kendi ellerinde
bulunan esirlerimizi iade edeceklerdi. Yalnız, Türk esirleri arasında
Ermenilere ve İngiliz esirlerine zulüm veya kötülük yapmış olduğu iddia
edilenler serbest bırakılmayacaktı.
Hükûmetimiz, elbette böyle bir
sözleşmeyi kabul edip onaylayamazdı. Çünkü böyle bir sözleşmeyi onaylamak
demek, Türk uyruklu olanların, Türkiye içindeki hareketleri üzerinde, yabancı
bir hükûmetin bir çeşit yargı hakkını onaylamak olurdu.
Bu sözleşmeyi kabul etmemekle
birlikte, İngilizler bazı Türk esirlerini serbest bıraktıklarından, biz de
karşılık olarak elimizde bulunan İngiliz esirlerinden bir kısmını serbest
bıraktık.
Daha sonra, 23 Ekim 1921 tarihinde,
Kızılay İkinci Başkanı Hamit Bey'le İstanbul'daki İngiliz komiseri arasında
yapılan anlaşma üzerine, Malta'da bulunan bütün Türk tutukluları ile elimızde
bulunan bütün İngiliz tutuklularınınkarşılıklı olarak serbest bırakılması
kararlaştırılmış ve bu karar uygulanmıştır.
Efendiler, Bekir Sami Bey , resmî
görüşmeler ve konuşmalar dışında, sırf şahsî olarak da Lloyd George ile bir
görüşme yapmış... Aralarında söylenen sözler steno ile yazılmış... Bu zabıt
imza daedilmiş... Fakat, ben Bekir Sami Bey'in elinde bulunan nüshahakkında
bana bilgi verildiğini hatırlamıyorum. Son zamanlarda Dışişleri Bakanlığı
vasıtasıyla Bekir Sami Bey'den bu nüshayı istettimise de, Bakanlığa gönderdiği
bir mektupta, o zaman bu nüsha tercümelerinin bana gösterildiğini, gcrek
aslının gerek tercümelerinin, DışişleriBakanlığı'ndan ayrılırken ilgili dosyada
bırakıldığını bildirmiştir. Dosyalarda bu belge bulunamamıştır. Dışişleri
Bakanlığı'nda da hiç kimseninbu belge metni hakkında bilgisi yoktur. Ben de,
arz ettiğim gibi, hiçbirvakit haberdar edildiğimi hatırlamıyorum.
Efendiler, Bekir Sami Bey ile
Fransız Başbakanı Mösyö Briand arasında da,11 Mart 1921 tarihli bir sözleşme
imza edilmiştir. Bu sözleşmeye göre, Fransa ile Millî Hükûmet arasındaki düşmanlığa
son verilecek. Fransızlar, silâhlı çetelere, biz de mücahitlerimize silâhlarını
bıraktıracağız. . . Zabıta kuvvetlerimize Fransız subayları alınacak. . .
Fransızlar tarafından kurulacak zabıta kuvvetleri olduğu gibi kalacak. ..
Fransa'nın boşaltacağı yerlerle, Elâzığ, Diyarbakır ve Sıvas illerinin ekonomik
gelişmesi için yapılacak teşebbüslerde üstünlük hakkı ve Ergani madenlerini
işletme imtiyazı da Fransızlara verilecek. . . v.b.
Hükûmetimizce, bu sözleşmenin de
kabul edilmemesinin sebeplerini sıralamaya gerek yoktur sanırım.
Bekir Sami Bey , İtalya Dışişleri
Bakanı bulunan KontSforza ile de 12 Mart 1921'de bir sözleşme imzalamış. . . Bu
sözleşmegereğince, İtalya'nın konferans sırasında, İzmir ve Trakya'nın bize
verilmesi konusıındaki isteklerimizi desteklemesine karşılık, biz de
İtalyanDevleti'ne Antalya, Burdur, Muğla, Isparta sancaklarıyla
Afyonkarahisar,Kütahya, Aydın ve Konya sancaklarını sonradan tayin edilecek
kısımlarında ekonomik teşebbüsler için üstünlük hakkı tanıyacaktık. Bundan başka,
bu bölgelerde, Türk hükûmeti veya Türk sermayesi tarafından yapılamayacak olan
ekonomik işlerin İtalyan sermayesine verilmesi ve Ereğlimadenlerinin bir
İtalyan - Türk şirketine devri kabul edilmekte idi.
Elbette bu sözleşme de,
hükûmetimizce redden başka bir işlem göremezdi.
Efendiler, İtzlâf Devletleri'nin,
Londra'ya barış yapmâk için gönderdiğimiz Delegeler Hey'etimiz Başkanı Bekir
Sami Bey'e imzaettirdikleri sözleşmelerdeki maddelerin, Sevres projesinden
sonra aralarında imıaladıkları Üçlü Anlaşma (Accord tripartite) adı verilen ve
Anadolu'yu nüfuz bölgelerine ayıran bir anlaşmayı millî hükûmetimize başka
adlar altında kabul ettirme maksadına dayandığı açıktır. İtilâf Devletleri'nin
politikacıları, bu maksatlarını, Bekir Sami Bey'e kabulettirmeyi de
başarmışlardır. Bekir Sami Bey'i, Londra'da konferansgörüşmelerinden çok, teker
teker yapılan konuşmalarla oyalamaya çalıştıkları anlaşılıyor. Millî Hükûmet'in
bağlı bulunduğu prensiplerle buprensiplere bağlı bir Dışişleri Bakanı'nın
tuttuğu yol arasındaki uyuşmazlığı açıklamak maalesef mümkün değildir.
Bekir Sami Bey, bu anlaşmalarla
Ankara'ya döndüğü zaman, tutumunun fevkalâde dikkatimi çekmiş ve hayretimi
uyandırmış olduğunu itiraf etmeliyim. Bekir Sami Bey, imzalamış olduğu
sözleşmelerdeki şartların, memleketin yüksek menfaatlerine uygun olduğu
kanaatını belirtiyor; bu kanaatını Meclis'te bile savunup ispat edebileceğini
iddia ediyordu. Kanaatında isabet, iddiasında mantık olmadığına şüphe yoktu.
Görüşlerinin Meclis'te benimsenemeyeceği bir yana, DışişleriBakanlığı'ndan
düşürüleceği de muhakkaktı. Fakat Meclis'i, sivasî meselelerin görüşme ve
tartışmalarına boğmayı ogünlerin şartlarına uygun görmediğimden, Bekir Sami
Bey'e görüşlerindeki isabetsizliği bizzat açıklayarak Dışişleri Bakanlığı'ndan
çekilmesini teklif ettim. Bekir Sami Bey bu teklifimi kabul ederek istifasını
verdi.
Ancak, Bekir Sami Bey, Delegeler
Hey'eti Başkanlığı göreviyle, Avrupa'daki gezisi sırasında yaptığı çeşitli
temasların kendisindebıraktığı intibalara dayanarak, İtilâf Devletleri'yle
kendi prensiplerimizeuygun olarak anlaşma imkânı bulunduğu görüşünde
direniyordu. Kendisinin bu anlaşmaları gerçekleştirme yolunda yardımcı
olabileceğini ilerisürüyordu. Bunun üzerine kendisine şu özel mektubu yazdım :
19.5.1911
Amasya Milletvekili Bekir Sami
Beyefendi'ye
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hükûmeti'nin şimdiye kadar çeşitli vesile vevasıtalarla bütün dünyaya ilân
edilmiş olan prensipleri yüksek malûmunuz olup,bu prensiplerin ana çizgileri şu
kısa cümle ile ifade edilebilir : "Bilinen millîsınırlarımız içinde
memleketimizin bütünlüğünü ve milletin bağımsızlığını tamolarak sağlamak."
Delegeler Hey'eti Başkanlığı göreviyle yaptığınız son gezi vetemaslarınızın
sizde bıraktığı etki ve intibalara göre, İtilâf Hükûmetleri'nin ortaya
koyduğumuz prensipleri bozmadan memleketimizle anlaşmaya eğilimli oldukları
görüşünde bulunduğunuz anlaşılıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi, İtilâf
Devletleri'nin bu eğilimlerini doğrulayacak ciddi ve samimî belirti ve
sonuçları henüz görememektedir. Bu konudaki tahminlerinizin doğru çıkmasına
imkânverecek bir ortam bulabildiğiniz takdirde, bu sonucun Türkiye Büyük Millet
Meclisi ve Hükumeti tarafından memnuniyetle kabul edilebileceğine inanmanızı
isterim, efendim. Mustafa
Kemal
Bekir Sami Bey, bundan sonra tekrar
Avrupa'ya gitti. Bu gidişinin de bir yararı olmadı. Yalnız, Ankara'da Mösyö
FranklinBouillon ile yapılan görüşmelerin Bekir Sami Bey'in Paris'teki bazı
teşebbüsleri yüzünden güçlüğe uğradığının anlaşılması üzerine, hükûmetçe, Bekir
Sami Bey'in resmî bir görevi olmadığuıın, duyurulması zarurî görülmüştür.
Bekir Sami Bey, ikinci defa
Avrupa'da bulunduğu sırada,bana bazı hususları bildirdiği gibi, dönüşünde de
bir rapor vermişti. Gerek bildirmiş olduğu hususlarda gerek raporunda yer alan
bazı düşünceler, ne yazık ki, Bekir Sami Bey'in, Türk milletinin
gerçekleştirmeye çalıştığımız amaç ve ülküsünü tam olarak kavramış ve o
çerçeveiçinde hareket etmekte olduğundan şüphe ettirmeyecek ve tereddüde
düşürmeyecek nitelikte değildi.
Bekir Sami Bey, Avrupa temaslarının,
üzerinde bıraktığı etkive intibalara göre görüş ileri sürüyordu.
12 Ağustos 192l tarihli bir şifreli
telgrafında, bizim politikamızı eleştirdikten sonra diyordu ki : "Daha
fırsat elde iken, akıllıca bir siyaset takip etmek, memleketi sürüklendiği
büyük çıkmazdan kurtarabilir. Olaylar bir bütün olarak incelenerek memleketi
selâmete çıkaracak bir tutumu benimsemek şarttır. Aksi takdirde, tarih ve
millet karşısında hiçbirimiz sorumluluktan kurtulamayız.
Milletin mutluluğu ve Müslümanlığın
selâmeti adına isabetli bir tutumun benimsenmesini ve bir an önce
bildirilmesini rica ederim. "
BEKİR SAMİ NE OLURSA OLSUN BARIş
YAPMAK İSTİYORDU
B e k i r S a m i B e y, her ne
pahasına olursa olsun barış yapma taraflısıydı. Bu görüşünü 24
Aralık 1921 güinlü raporunda şöyle
açıklıyordu: a... Savaşın sürüp gitmesinin, bu memleketi vebu milletin
varlığını tehlikeye koyacak kadaryykyp yokedece?ini ve katlanyIan
bütünfedakârlyklaryn bo?a gitmi? olaca?ynykesinlikle dü?ünmekteyim. Savaşın
devam ettirilmesinindy? ve iç dü?manlarymyzynekme?ine ya? sürece?ine,
korktu?umuz belâ vefelâketleri memleketin ba?yna kendili?inden çekece?inebütün
varly?ymla inanyyoyum.Zâtydevletlerinin üzerine dü?en görev,dünyada hemen
hiçbir siyaset adamynyn omuzlarynayûklenmeyen en a?yr bir yüktür. Tarihte,
be?alty asyrda de?il, belki on on be? asyrdabir kimseye ancak kysmet olabilen
bir görevi üstlenmi?bulunuyorsunuz. Her türlü a?ynlyktan sakynarak,bugünün
yararlary u?runa gelece?in gerçekyararlaryny feda etmeyerek, Türklük ile
beraberbütün Yslâm dünyasynyn gelece?inigüven altyna almak için, pek yakyn bir
zamandafazlasyyla gerçekle?tirilebilecek millî ve islâmîgayeyi kurtarmak ve güçlendirmek
için, hattâ geçiciolarak fedakârly?a bile katlanmak sayesinde,
zâtydevletlerinindüyyya tarihinde ölümsüz bir ad kazanmasyve Müslümanlyk
binasyna yeni bir ?ekil veren?ahsiyet olmasy mümkündür. Aksi halde,
Türkmilletinin ve bütün Müslümanlyk dünyasynynesaret ve a?a?yly?a mahkûm
olaca?ybendenizce ?üphesizdir. Adynyzy kyyametgününe kadar bütün Müslüman
nesiller içinkâinatyn ö?üncü olan Yüce
PeygamberEfendiyniz'den sonra en
kutsal bir ad ve yadigâr olmak üzerearkanyzda byrakmak ?erefini ve fyrsatynykaybetmemenizi,
vatanseverlik ve Müslümanlyk gere?iolarak arz etmeyi bir kutsal görev sayarym,
Efendim Hazretleri.rB e k i r S a m i B e y, bütün bu dü?üncelerle,özet olarak,
esaretten ve a?a?ylyktan kurtulmakiçin, kendisinin Londra'da yapty?y sözle?melerçerçevesinde
Millî Mücadele'ye son vermeyi teklifediyordu. Efendiler, B e k i r S a m i B e
y'in bu dü?ünceleribende olumlu bir etki yaratmamy?ty. Yleri sürdü?üdü?ünceler
ve bunlaryn dayandy?ymantyk, kendisiyle görü?me ve tarty?manynbile gereksiz ve
yararsyz oldu?u kanaatini uyandyrmy?ty.
MECLİSTE BELİRMEYE BAşLAYAN SİYASİ
GRUPLAR
Efendiler, yüce hey'etinizi biraz da
Büyük Millet Meclisi içinde kendini gösteren durumlarla temasa getirmek
istiyorum. Biliyorsunuz ki, Büyük Millet Meclisi'ne milletçe üye seçilirken,
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin yönetim kurulları da ikinci
seçmenler arasında bulundular. Buna göre, denilebilirdi ki, Büyük Millet
Meclisi, bütünüyle, aynı zamanda Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin
siyasî bir grubu niteliğinde idi. Gerçekten de, başlangıçta bu yolda hareket
edilmişti. Cemiyet'in temel ilkeleri, Meclis Genel Kurulu'nun da temel ilkeleri
durumundaydı. Biliyorsunuz ki, Erzurum ve Sıvas Kongresi'nde tespit edilen
ilkeler, İstanbul'daki son Meclis-i Meb'usan'ca da kabul edilip desteklenerek,
Misak-ı Milli adı altında özetlenmişti. Bu ilkeler, Birinci Büyük Millet
Meclisi tarafından da kabul edilerek, o çerçeve içinde memleketin bütünlüğünü
ve milletin istiklâlini sağlayacak barış ve güvenliğin elde edilmesine
çalışılıyordu. Fakat zaman geçtikçe, Meclis'te ortaklaşa bir çalışmanın
sağlanıp düzenlenmesinde güçlükler belirmeye başladı. En basit konularda oylar
dağılıyor. Meclis'ten iş çıkamıyordu. Bazı kimseler, bu duruma bir çare olmak
üzere 1920 yılının ortalarında birtakım gruplar meydana getirme teşebbüsüne
geçtiler. Bütün bu teşebbüsler, Meclis görüşmelerinin düzenli olarak
yürütülmesini sağlama ve görüşülen konular üzerinde oyları dağıtmadan olumlu iş
çıkarma gayesini güdüyordu.
Yeri geldiğinde arz etmiştim ki, ilk
Anayasa'mıza kaynaklık eden 13 Eylül 1920 tarihli bir programı Meclis'e
sunmuştum. Bu programın Meclis'te 18 Eylül'de okunan kısmından başka, buna da
csas olmak üzere, Büyük Millet Meclisi'nin temel niteliğini ve yönetim usulü
ile ilgili görüşleri tespit eden ve Meclis'in açılışından sonra okunup kabul
edilen önergemi de bu kısımla birlikte halkçılık programın adı altında bastır
mış ve yayınlatmıştım. Arz ettiğim gruplar, benlm bu programımdan iIham alarak,
birtakım ünvanlar takınmaya ve programlar tespit etmeye başladılar. Bir fikir
vermiş olmak içirı bu gruplardan bellibaşlılarının adlarını sayayım :
a)
Tesanüt Grubu
b)
İstiklâl Grubu
c)
Müdafaa-i Hukuk Zümresi
d)
Halk Zümresi
e)
Islahat Grubu
Bu gruplardan başka, isimsiz olarak
özel maksatlı bazı küçük grupların da faaliyet halinde oldukları
anlaşılıyordu.
Efendiler, bu isimlerini saydığım
gruplardan her biri, Meclis görüşmelerinde disiplini sağlamak ve oyları
birleştirmek maksadıyla kurulmuş oldukları halde, varlıkları aksine
gösteriyordu.
Gerçekten de, sayıları çok, üyeleri
sınırlı olan bu gruplar biribirleriyle yarışmaya kalkışmışlar ve biribirlerini
dinlememek yüzünden Meclis'te neredeyse bir kargaşa doğurmaya başlamışlardı.
Hele Teşkilât-ı Esasiye Kanunu Meclis'ten çıktıktan sonra, yani Ocak 1921
sonlarında Meclis üyelerinin ve ortaya çıkan grupların, genellikle her konuda
toplantıya katılmalarını ve birlikte çalışmalarını sağlamanın, bir kat daha
güçleşmeye başladığı görülüyordu. Çünkü, Misak-ı
Millî'nin tespit ettiği ilkelerde,
kayıtsız şartsız düşünce ve gaye birliği yer aldığı halde, Teş- kilât-ı Esasiye
Kanunu'nun ortaya koyduğu görüşlerde tam bir birlik sağlanmış görünmüyordu.
Mevcut grupları birleştirmek veyahut mevcut gruplardan birini destekleyerek iş
görmek için, dolaylı olarak çok çalıştım. Ancak, bu yolla elde edilen
sonuçların uzun ömürlü olamadıkları görüldü. İşe doğrudan doğruya benim el
atmam zarurî olmaya başladı. Nihayet, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu
adıyla bir grup kurulmasına karar verdim. Bu grup için yaptığım programın
başına bir ana madde koydum. Bu maddenin özü iki noktadan ibaretti. Birinci
nokta şuydu : Grup, Misak-ı Millî ilkeleri çerçevesinde memleketin bütünlüğünü
ve milletin istiklâlini sağlayacak barış ve güvenliğin elde edilmesi için,
milletin bütün maddî ve manevî kuvvetlerini gereken hedeflere yönelterek kullanacak,
memleketin resmî ve özel bütün kuruluş ve tesislerinin bu ana gayeye hizmet
etmelerine çalışacaktır.
ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFAA-İ HUKUK
GRUBU'NUN KURULMASI
İkinci nokta : Grup, devlet ve
milletin teşkilâtını , Teşkilat-ı Esasi e Kanununun koyduğu ilkeler
çerçevesinde, sırasıyla şimdiden tespite ve hazırlamaya çalışacaktır.
Efendiler, bütün grupları ve Meclis üyelerinin çoğunu davet ederek,bu iki esas
üzerinde birleşmelerini sağladım. İşaret ettiğim bu ana maddeve bundan sonra
Grup'un içtüzüğü ile ilgili olan maddeler,10 Mayıs 1921günü yapılan toplantıda
kabul edildi. Grup Genel Kurulu'nca seçildiğimiçin, grubun başkanlığını da
üzerime almıştım. Efendiler , memleket içinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
HukukCemiyeti var olduğu gibi, onun, aynı ad altında Meclis'te de bir
siyasîgrubu kurulmuş oldu. İstanbul'daki Meclisi Meb'usan'ın yapmaktan
çekindiği iş, ancak onların dağılmasından 14 ay sonra Ankara'da yapılmışoldu.
Bu grup, Birinci Büyük Millet Meclisi'nin devam ettiği sürece,hükûmetin görev
yapmasına yardımcı olabilmiştir. Fakat, grup tüzüğündeki ana maddenin ifade
ettiği ilcinci noktayı manidar bulanlar oIdu. Bugibiler duygularını
açıklamamakla birlikte, bu noktada toplanan anlamve gayenin gerçekleşmemesi
için derhal faaliyete geçmekte gecikmediler.Olamsuz faaliyet diye
vasıflandırabileceğimiz bu türlü teşebbüsler, ikişekilde ortaya çıkmaktaydı.
Birincisi, Grup'un içinde düşünceleri karıştırma ve görüşülecekkonularda
aleyhte bir durum yaratma şeklinde oluyordu.
HOCA RAİF EFENDİ "MUHAFAZA-İ
MUKADDESAT CEMİYETİ'Nİ KURUYOR
İkincisi, memleket içinde ve yine
teşkilâtımız içindeydi. Bu noktayı açıklayan en belirgin örnek,
Erzurum milletvekili Hoca Raif
Efendi'nin ve bazı arkadaşlarının, grubun kurulmasından önceve Teşkilât-ı
Esasiye Kanunu'nun çıkmasından hemen sonra giriştikleriteşebbüstür. Arzu
ederseniz bu konuda biraz bilgi vereyim:
Hoca Raif Efendi ve arkadaşları,
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i HukukCemiyeti Erzurum Merkez Hey'eti'nin adını
değiştirdiler.Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti dediler. Mevcut cemiyet
ilkelerininbaşına da, Hilâfet ve Saltanat makamının ve devlet şeklinin olduğu
gibibırakılmasını sağlayıcı birtakım eklemeler yapmışlar ve bu teşebbüslerini
öteki illere, özellikle doğu illerine de birtakım bildiriler göndererekyaymaya
kalkışmışlardı. Ben bu durumu öğrenir öğrenmez, Doğu Cephesi Komutanı Kâzım
Karabekir Paşa'nın dikkatini çektim.Hoca Raif Efendi'yi ve arkadaşlarını
uyararak bu türlü teşebbüslerden vazgeçirmesini rica ettim.
Sarıkamış'ta bulunan Kâzım Karabekir
Paşa ile Erzurum'da bulunan Hoca Raif Efendi arasında bazı yazışmalar olduktan
sonra Raif Hoca, bizzat Paşa'nın karargâhına gitmiş, oradaMuhafaza-i Mukaddesat
adının kullanılmasındaki sebepleri açıklarkendemiş ki : "Maksat halifelik
ve padişahlık haklarını korumak, memleketin ve İslâm dünyasının bugünkü ve
gelecekteki hayatı için büyük uyuşmazlık ve sakıncalar doğuracak olan
Cumhuriyet idaresinden kesinliklesakınmaktır." Hoca, Büyük Millet
Meclisi'nde kurulan Müdafaa-iHukuk Grubu'nun hilâfet ve saltanat idaresini
cumhuriyete dönüştürmemaksadı güttüğü hissedilmektedir görüşünde bulunduktan
sonra, bugibi teşebbüsleri tanımakta mazur olduklarını bildirmiş.
KAZIM KARABEKİR PAşA, DEVLET şEKLİNDE
TARİHİ DEĞİşİKLİKLER YAPILACAĞI
ZAMAN ASKERİ VE SİVİL DEVLET
ADAMLARININ GEREĞİ GİBİ GÖRÜşLERİ ALINMALIDIR
DİYOR
Kâzım Karabekir Paşa'nın bu
bilgileri veren 11 Temmuz 1921 tarihli şifreli telgrafında,kendisi de ileri
sürdügü görüşler arasında diğer hükumet şekli ile ilgili esasları, Büyük Millet
Meclisi'nce kabul edilen Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun tespit etmişolduğu
görülüyor. Halbuki bendeniz, bu kanun hükümlerinin olsa olsa birparti programı
halinde kalmasını, uygulamada ortaya çıkacağını tahmin ettiğim güçlüklere
karşıdaha yararlı buluyorum. Bu görüşümü, bölgenin çok yakından tanıyabildiğim
duygu ve düşüncelerine göre kısaca açıklamak isterim. Meclis'teTeşkilât-ı
Esasiye Kanunu'nu desteklemek üzere kurulan gruba girmişolanların çoğu, yeni
bir rejim değişikliğinde memleket mukadderatındasöz sahibi olmak hevesinde
görünenlerdir. Halk arasında, ancak küçükbir grup yeni nitelikte teşkilât
fikirlerini benimser. MilletvekillerininTeşkilât-ı Esasiye Kanunu'na
taraftarlıkları ancak şahsî görüşlerinden gelebilir. Devlet şeklinin bu büyük
ve tarihî değişiklik teşebbüslerinde,memleketin geleceğinden hep birlikte
sorumlu olan askerî ve sivil devlet adamlarıyla, Müdafaa-i Hukuk merkezlerinden
gereği gibi görüş alınması ve durumun olağanüstü bir Meclis'te incelendikten
sonra kararabağlanması gerekir, düşüncesindeyim. Efendiler, kesin zaferden sonra İkinci Büyük
Millet Meclisi, Cumhuriyet'i ilân ettiği zaman bile, Kâzım Karabekir Paşa,
İstanbulgazetelerine verdiği demeçte, öteden beri süregelen duygularını ve
şikâyetlerini "Cumhuriyet ilânını bize sormadılar" şeklinde
özetlemekteydi.
Kâzım Karabekir Paşa, bu
görüşleriyle, Türkiye BüyükMillet Meclisi'nin millet tarafından olağanüstü
yetkiler verilerek gönderilmiş üyelerden kurulu olağanüstü bir meclis olduğunu
unutmuş gibigörünüyor. Böyle bir meclisin koyduğu kanuna hem de
Teşkilât-ıEsasiye Kanunu'na karşı bulunduğunu îmâ ediyor. Daha garibi
devletteşkilâtının değişmesinde etkili olacak kararlar alabilmek için, askerîve
sivil devlet adamlarının ve Müdafaa-i Hukuk merkezlerinin görüşlerinin alınması
gerektiği inancında bulunduğunu söylüyor.
Kâzım Karabekir Paşa, benim Müdafa-i
Hukuk grubuyla olan ilgime de karşı çıkarak : "Bendeniz zâtıdevletlerinin
bu gibi siyasî partilere girmemesini özellikle uygun bulmaktayım" dedikten
sonra, benim tarafsız olarak kalmamı tavsiye ediyor.
Kâzım Karabekir Paşa'nın bu
telgrafına, 20 Temmuz1921'de cevap verdim. Biraz uzunca olan bu cevabın bazı
hususları aydınlatmaya yarayacak olan noktalarını belirtmekle yetineceğim.
Cevabımda demiştim ki : "Müdafaa-i Hukuk Grubu, memleketin istiklâlinitam
olarak sağlamak gibi kısa ve kesin bir maksatla kurulmuştur. Teşkilât-ı Esasiye
Kanunu'nun uygulanma durumu da gayesi içindedir. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, bütün
idare sistemini ve Türkiyc Hükûmeti'ninhukukî durumunu gösteren ayrıntılı ve
tam bir kanun olmayıp, memleketin mülkî ve idarî teşkilâtında zamanın
şartlarının gerektirdiği halkçılık ilkesini ifade eden bir kanundan ibarettir.
Bu kanunda cumhuriyeti ifade eden bir şey yoktur. Raif Efendi' nin, saltanat
şeklinin cumhuriyetçiliğe dönüştürülmek istendiği yolundaki düşüncesi,
kuruntudur."
"Meclis'teki Grup merkezinde
kendilerine önemli işler verilen kimseler arasında, kişilikleri ve geçmişteki
davranışlarıyla, eleştirilebileceklerin bulunduğu yolundaki iddia ise, daha
açık bir ifade ile, doğrulanmaya muhtaç bir durumdadır. Her işi, bütün idarî
kabiliyetleri ve şahsîfaziletleri ile mükemmel yetişmiş adamlara vermek, pek
değerli ve tatlıbir dilek olmakla birlikte, kendi toplumumuz için değil,
dünyanın enileri gitmiş milletleri için bile, her çevre, her bölge ve her
meslek sahibitarafından saygıya değer görülecek bu kadar çok adam bulmak
imkânsızdır. Hayalî ve gerçek dışı düşünce ve iddialarla, memleketin kendisinedayanabileceği
tek kuvveti ve teşkilâtı yıpratacak engellemelere başvurmak, eğer cahilce bir
çılgınlık değilse, herhalde bir hainlik olarak kabuledilmelidir.
Zâtıdevletlerince de bilinir ki, ilerleme yolunda girişilecekher önemli
teşebbüsün, kendine göre önemli sakıncaları vardır. Bu sakıncaların en alt
düzeye indirilebilmesi için alınacak tedbir ve yapılacakgirişimlerde kusur
etmemek gerekir."
Bundan sonra Efendiler, Teşkilât-ı
Esasiye Kanunu yapılırken, sivil ve askerî devlet adamlarıyla Müdafaa-i Hukuk
merkezlerinin düşüncelerini almak konusundaki görüşümü de şöyle açıkladım :
"Zâtıdevletlerince de bilindiği üzere, bir hükûmet şeklinde yaşıyoruz ve
onun bütün şartlarına uymak zorundayız. Kanunun, Meclis komisyonlarındansonra,
Genel Kurul'daki tartışmalarıyla ortaya çıkacak şekli üzerinde,uzaktan alınacak
düşüncelerle etki yapılamayacağı elbette kabul buyurulur."
Kâzım Karabekir Paşa, Teşkilât-ı
Esasiye Kanunu'nunyapılmasında niçin acele edildiğinin, bunun uygulanmasından
doğacakgüçlüklerin, nasıl giderileceğinin, hilâfet ve saltanat konusundaki
görüşümüzün ne olduğunun açıklanmasını da istemişti. Bu noktalarla
ilgilicevaplarımda demiştim ki : "Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun
yapılmasında acelecilik sayılan tutumun sebebi, bütün dünyada ve memleketimizde
belirmiş olan halkçılık akımını, sağlam bir şekilde tespit ederek, bukonuda
başka türlü katışmalara yer vermemek; aynı zaınanda yüzyıllardan beri yetersiz
kimseler elinde boyuna kötüye kullanılan millethaklarını korumak için, bu
hakların asıl sahibi olan millete de söz hakkı tanımak ve bu yüksek düşüncenin
gelişmesi için bugünkü olağanüstüşartlardan yararlanmaktır.
Kanunun ne dereceye kadar
uygulanabileceğini ölçmek için debu işle ugraşmaya fırsat bulacakların azim ve
irade yeteneğini hesabakatmak gerekir.
Ortada hilâfet ve saltanat meselesi
diye başlıbaşına bir mesele yoktur. Söz konusu olan Padişah'ın haklarıdır. Onun
belirlenmesi ile sınırlandırılması için son birkaç yüzyılın tecrübelerî ve
devlet kavramındakimillet haklarının gerçek anIamı gözönünde bulundurulmalıdır.
Bu konuda şimdilik tespit edilmiş kesin bir kuralımız yoktur."
Kâzım Karabekir Paşa'nın, grup
başkanı olmayıp tarafsız kalmaklığım konusundaki teklifine verdiğim cevapta da,
şu düşünceleri ileri sürmüştüm : "İstanbul'daki Meclis-i Meb'usan gibi
birmeclisin başlcanı değilim. Böyle bile olsa bir partiye bağlı olmak tabiîdir.
Halbuki, Büyük Millet Meclisi'nin yürütme yetkisi de bulunduğundan, bir bakıma,
hükûmet niteliğindeki bir meclisin başkanı bulunmaktayım. Yürütme yetkisi de
bulunan bir başkan için, çoğunluk partisinden olmak pek gereklidir. Buna göre,
geniş bir programla ortaya atılmış siyası bir partinin başkanı da olabilirim.
Bütün kimliğiınle karışmış bulunduğum Cemiyet'ten ayrılmaklığım mümkün olmadığı
gibi, o cemiyetten dogmuş olan grup içinde bulunmaklığırn da zarurîdir.Aslında
grup, hemen hemen Meclis Genel Kurulu'na lakın büyük birçoğunluğu içine
almaktadır. Dışarıda kalanlar, Erzurum milletvekillerinden Celâlettin Arif Bey
ve Hüseyin Avni Efendi ile birkaç benzeri davranışlarında serbest kalmak
isteyen birkaçkişiden ibarettir..."
İZZET VE SALİH PAşA'LARIN İSTANBUL'DA
SİYASİ GÖREV ALMAYACAKLARINA SÖZ
VERMELERİ ÜZERİNE, İSTANBUL'A
DÖNMELERİNE İZİN VERİLDİ
Efendiler, Ankara'da bulunan İzzet
ve SalihPaşa'lar bir türlü Ankara'ya ısınamadılar. İstanbul da ailelerinin
yanına gitmelerine izin vermemiz için doğrudan dogruya veya dolaylı yoldan
boyuna rica ediyorlar ve İstanbul'a dönüşlerinde, siyasî hiçbir görev
almayacaklarına söz veriyorlardı. 1921 yılının Mart ayı başlarında, İsmet
Paşa'nın bazı işler için Ankara'va gelmiş bulunduğu bir sırada, Paşa'lar
ricalarını yenilediler. Bir gün, İsmet Paşa'nın da katıldığı Bakanlar Kurulu,
toplantı halindeyken, Ahmet İzzet Paşa daireye gelerek haber göndermiş ve İsmet
Paşa kendisiyle görüşmüştür. İzzet Paşa, bizim teklifimiz üzerine, İstanbul'da
görev almayacağına, uzun uzadıya açıklamalarla söz ederek İstanbul'da ailesinin
yanına gönderilmesiiçin izin rica etmiş; Salih Paşa'nın da aynı şekilde söz
vererek serbest bırakılması ricasında bulunduğunu eklemiş. İsmet Paşa. bu
açıklamayı ve bu ricayı Bakanlar Kurulu'nagetirdi. Zaten varlıklarının millî
işlerimizde yararlı olmadığı, aksine Ankara'da bir yük bir ağırlık olarak
bulundulsları, üstelik bazı olumsuzakımlara da sebep oldukları anlaşılmış
bulunduğundan, Bakanlar Kurulu, bu paşaların İstanbul'a dönmelerinde bir
sakınca görmedi. Fakat,ben, Ahmet İzzet Paşa ve arkadaşının verdikleri sözde
ciddiyetve samimiyet olmadığını, İstanbul'a döndükten sonra, mutlaka İstanbulHükûmeti'nde
görev ularak bizi tedirgir. etmekte devam edecekleri kanaatinde olduğumu
söyledim. Namusları üzerine söz veriyorlar dendi.Bu sözlerini yazılı ve imzalı
olarak verirlerse müsaade edilebileceğinisöyledim. İsmet Paşa, ba teklifimi
yanımızdaki odada bekleyenİzzet Paşa'ya bildirdi. İzzet Paşa, derhal bir kâğıt
kalem alarak kabineden çekileceklerini, bir taahütnâme olarak yazmış ve
imzalamış; eğer yanılmıyorsam Salih Paşa'ya da imzalatmıştın.
Ben, bu kısa taahhütnâmeyi yeterli
görmedim. Paşa'nın sözlüanlattığı anlam ve genişlikte değildi. Hemen, bunun bir
aldatmaca olduğuna arkadaşların dikkatini çekerek, "İsmet Paşa'ya ağızdan
anlattıklarını yazarak imza etsin" dedim. İzzet Paşa'nın ağızdan bukadar
açıklama yapıp söz verdikten sonra, başka maksatla bir taahhütyazmış olacağı
tahmin edilmedi ve bu kısa taahhüdün yeterli görülmesiistendi. İşte İzzet ve
Salih Paşa'lar böyle aldatmaca bir belge ileİstanbul'a gitmenin yolunu
bulmuşlardır.
AHMET İZZET PAşA TÜRK MİLLETİNE HİZMET
ETMEYİ VAHDETTİN'İN HİZMETİNDE
OLMAYA TERCİH EDEMEDİ
Efendiler, Ahmet İzzet Paşa, ekmeği
ve nîmeti ile yetiştiği Türk milletinin içinde kalarak, ona en acı ve kara
günlerinde hizmet etmeyi, Vahdettin'in hizmetinde olmaya tercih edememişti.
Dürrîzâde Esseyit Abdullah'ın fetvasına bağlı kalıp,sultanın emri dışına
çıkmakla suçlanmaktan ve şeriatın hışmına uğramaktan çekindi. Ahmet İzzet
Paşa'nın daha başka marifetleri de olmuştur. Onları da bildireyim :
Savaş bütün hızıyla devam ederken ve
milletin maddî ve manevîkuwetlerini düşman karşısına toplamaya çalıştığımız
günlerde, Türkmilletinin büyük kuvvetleri ellerine verilmiş olan kimselere de,
yazdığıözel mektuplarla ümitsizlik ve bezginlik verecek karamsarlıklarını
aşılamakta devam ediyordu. Benim, "Düşman ordusunu mutlaka
yeneceğiz,vatanı mutlaka kurtaracağız" sözlerimle alay ederek, İkinci
İnönü'ndensonra yeniden doğuya Sakarya'ya doğru yürümekte olan Yunan ordusunun
hareketini bir gözdağı gibi kullanarak akıl ve anlayış dersi vermekten geri
kalmıyordu.
Efendiler, ne gariptir ki, kendisini
dev aynasında gören bu kafanın,tuttuğum yolun felâket doğuracağını bi1diren bir
mektubu, Sakarya'dadüşmana karşı taarruz ederek onu geri çekilmeye mecbur
ettiğimiz gün,görev icabı bana gösterilmişti. Bu mektup bizi şaşkınlık içinde
bırakmıştı.
Ahmet İzzet Paşa, Yunan ordusunun
Sakarya'dan en sonunda İzmir Körfezi'nden çekildiğini gördükten ve Lozan Barış
Antiaşmasımetnini okuduktan sonra, acaba bana yazdığı 6 Temmuz 192I tarihli
telgrafındaki şu cümleyi : "İddia buyurduğunuz gibi gaflet için,de
bulunduğunıu itiraf şöyledursun, şimdiki gibi siyasî olayları kılı kırk
yararcasına değerlendirmişolduğumu görmekle kendime, düşünce ve görüşlerime
güvenim artmıştır."cümlesini yeniden mırıldanmış mıdır?
Ben, buna da ihtimal veririm!
Efendiler, İzzet ve Salih Paşa'lar
aylarca Ankara'da oturdular.Millî ilkelerimizi kabul etmek şartıyla,
kendilerine millî hizmet ve görevvermeye hazırdık. Yanaşmadıar. Bir defa olsun
Millet Meclisi'nin kapısından içeri ayak atmadılar. Fakat herhalde Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin çıkardığı kanunlardan haberdar idiler. Bu kanunların
hükümlerini,MiIIet Meclisi'nin ve Hükûmeti'nin İstanbul'a karşı belirmiş olan
tutumunu pekâlâ biliyorlardı. Bu kanunlara ve bilinen duruma rağmen,
İstanbul'da yeniden işbaşına geçip millî varlığın ve Millî Mücadele'nin
değerini ve etkisini yok etmeye, düşmanların elinde oyuncak olan Vahdettin'in
hâkimiyetini sağlamaya bütün varlıklarıyla çalışmalarına verilecek gerçek
anlamın ne olduğunu ben söylemeyeceğim! Onu Türk milletine ve Türk milletinin
bugünkü ve yarınki kuşaklarına bırakın.
AZİZ MİLLETİME TAVSİYEM
Efendiler, sırası gelmişken, aziz
milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek basının üstünekadar
çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyitahlil etmek
dikkatinden bir an geri kalmasın!
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ
Saygıdeğer Efendiler, olayları
Sakaıya Meydan Muharebesi'ne getirmek istiyorum. Fakat, bunun içinmüsaade
buyurursanız, ufak bir giriş yapacağım. İkinci İnönü Muharebesi'nden sonra, üç
ay kadar bir zaman geçti. Ondan sonra 10 Tenzmuz 1921tarihinde, Yunan ordusu
yeniden cephemize genel taarruza. girişti. Butarihten önceki günlerde
tarafların durumu şöyleydi :
Bîzim ordumuz, başlıca Eskişehir ve
Eskişehir'in kuzeybatısındakiİnönü mevzileri ile Kütahya - Altıntaş
dolaylarında yığınak yapmıştı. Afyonkarahisar dolaylarında iki tümenimiz vardı.
Geyve ve Menderes dolaylarında da birer tümenimiz bulunuyordu.
Yunan ordusu da, Bursa'da bir, Uşak
doğusunda iki kolordusunutoplu olarak bulunduruyordu. Menderes'te de bir tümeni
vardı.
Yunanlılann bu taarruzu ile başlayan
ve Kütahya - Eskişehir Muharebeleri adıyla anılan bir sıra muharebeler vardır.
Bunlar on beş günsürmüştür. Ordumuz 25 Temmuz 1921 akşamı büyük
kısmıyla Sakarya'nın doğusuna
çekilmişti. Ordumuzun çekilmesini zarurî kılan sebeplerinbaşlıcasına işaret
edeyim :
İkinci İnönü Muharebesi'nden sonra
genel seferberlik yapmış olanYunan ordusu, insan, tüfek, makineli tüfek ve top
sayısı bakımından ordumuzdan önemli derecede üstündü. Temmuzda, Yunan ordusu
taarruzageçtiği zaman millî hükûmetin durumu ve Millî Mücadele'nin
gelişmesi,bizim genel seferberlik ilân ederek, milletin bütün kaynak ve
imkânlarını,başka bir şey düşünmeden düşman karşısında toplamaya daha elverişlive
yeterli görülmemişti. İki ordu arasındaki kuvvet, vasıta ve şartlar bakımından
kendini gösteren nispetsizliğin elle tutulur başlıca sebebi budur.Bunun sonucu
olarak, biz, daha tümenlerimizin taşıt araçlarını bile
tamamlayamadığımızdan, bunların hareket
güçleri yoktu. Yunan milletinin bütün kuwetiyle yaptığı bu taarruz karşısında,
bizim askerlik bakımından asıl görevimiz, Millî Mücadele'nin başından beri
yürütegeldiğimizgörev idi ki, o da, her Yunan taarruzu karşısında kaldıkça, bu
taarruzudirenerek ve uygun hareketler yaparak durdurup etkisiz bırakmak ve
yeniorduyu kurmak için zaman kazanmak şeklinde özetlenebilir. Son
düşmantaarruzu karşısında da, bu aslî görevi gözden uzak tutmamak şarttı.
Budüşünceyle, 18 Temmuz 1921 tarihinde, İsmet Paşa'nın
Eskişehir'ingünebatısında,
Karacahisar'da bulunan karargâhına giderek, durumuyakından inceledikten sonra,
İsmet Paşa'ya genel olarak şu direktifivermiştim :"Orduyu, Eskişehir'in
kuzey ve güneyinde topladıktan sonra,düşman ordusuyla aramızda büyük bir açıklık
bırakmak gerekir ki, orduyu derleyip toparlamak ve güçlendirmek mümkün
olabilsin. Bunun içinSakarya'nın doğusuna kadar çekilmek yerindedir. Düşman hiç
durmadantakip ederse, hareket üssünden uzaklaşacak ve yeniden menzil hatları
kurmaya mecbur olacak; herhalde bekleınediği birçok güçlüklerle karşılaşacak;
buna karşılık bizim ordumuz toplu bulunacak ve daha elverişli şartlara sahip
olacaktır. Bu şekildeki çekilişimizin en büyük sakıncası, Eskişehir gibi önemli
yerlerimizi ve birçok topraklarımızı düşmana bırakmaktan dolayı kamuoyunda
doğabilecek manevî sarsıntıdır. Fakat kısazamanda elde edebileceğimiz başarılı
sonuçlarla, bu sakıncalar kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Askerliğin
gereğini kararsızlığa düşmedenuygulayalım. Başka türden sakıncalara karşı koyabiliriz.
"
ORDUNUN BAşINA GEÇMEMİ İSTEYENLER
Efendiler, gerçekten de tahmin
ettiğim manevi sakıncalar hemen kendini gösterdi. İlk duyarlık
Meclis'te belirdi. Özellikle
muhalifler, kötüm'ser nutuklarla feryada başladılar : En sonunda, Mersin
Milletvekili Salâhattin Bey, kürsüden benim adımı söyleyerek : "Ordunun
başına geçsin!" dedi. Bu teklifekatılanlar çoğaLdı. Buna karşı olanlar da
vardı.
Efendiler, bu görüş ayrılıklarının
sebepleri üzerinde biraz açıklamada bulunmak uygun olur. Bir defa, benim
doğrudan doğruya ordununbaşına geçmem teklifinde bulunanların düşünce ve
maksatlarını ikiyeayırmak mümkündür. Benim ve benimle birlikte birçoklarının o
zamananladığımıza göre, birtakım kimseler, artık ordunun büsbütün yenildiğine,durumun
iadesine imkân kalmadığına, bundan dolayı da dâvânın, güttüğümüz millî dâvânın
kaybedildiği yargısına varmışlardı. Bu sebeplerleduydukları öfke ve hıncın
acısını benden almak istiyorlardı. İstiyorlardıki, kendi zanlarına göre bozguna
uğramış ve bozgunu devam edecek olanordunun başında benim de şahsiyetim bozguna
uğrasın! Diğer birtakımkimseler, diyebilirim ki çoğunluk, bana karşı duydukları
güven dolayısıyla, samimî olarak ordunun başına geçmemi arzu ediyorlardı.
İimdilik komutanlığı fiilî olarak
üzerime almamı sakıncalı görenlerin de düşüncesi şuydu : Ordunun bundan sonraki
herhangi bir savaşta başarı kazanamayıpyeniden geri çekilmesi, uzak bir ihtimal
değildir. Bu durumlarda ben,fiilen ordunun başında bulunursam, genel kanaate
göre son ümidin deyitirilmiş olduğu gibi bir inanç doğabilir. Oysa, genel
durum, daha sontedbir, son çare ve son kuvvetlerin feda edilmesini gerektirecek
bir nitelikte değildir. Bundan dolayı, kamuoyunda son ümidin korunabilmesiiçin
benim askerî harekâtı şahsen yürütme zamanım gelmemiştir.
BAşKOMUTANLIĞI KABUL EDİYORUM
Ben, görüşmeler ve tartışmalarla
ortaya çıkan bu görüşleri, gerektiği kadar gözönünde tutuyor ve inceliyordum.
Son görüşü savunanlar, mantığa dayanan kuvvetli sebepler ileri sürüyorlardı.
Samimiyetsiz isteklerde bulunanların yaygaraları, başkomutanlığı üzerime almamı
içtenlikle teklif edenlerde, derin ve kaygı verici etkiler yapmaya başladı.
Benim fiilen başkomutanlığı üzerime almam, bütün Meclis'te son çare ve son
tedbir olarak görüldü.
Meclis'in bu görüşü çabucak Meclis
dışında da yayıldı. Benim ses çıkarmayışım ve komutayı fiilen üzerime almaya
yanaşmayışım, adeta felâketin kesin ve yakın olacağı düşünce ve inancını yaygın
bir duruma getirdi. Bunu anlar anlamaz derhal kürsüye çıktım.
Efendiler,
bu anlattığım durum, 4 Ağustos 1921 günü bir gizli oturumda geçiyordu. Üyelerin
bana karşı gösterdikleri yakınlık ve güvene teşekkür ettikten sonra, Başkanlık
makamına şöyle bir önerge verdim :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüce
Başkanlığına
Meclisin pek sayın üyelerinin genel
olarak beliren istek ve talepleri üzerine, Başkomutanlığı kabul ediyorum. Bu
görevi şahsen üzerime almaktan doğacak yararları azamÎ çabuklukla elde
edebilmek, ordunun maddî ve manevî gücünü en kısa zamanda artırıp en yüksek
seviyeye çıkarmak, sevk ve idaresini bir kat daha kuvvetlendirmek için, Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin sahip olduğu yetkileri, fiilen kullanmak şartıyla
üzerime alıyorum. Ömrüm boyunca, millî hâkimiyetin en sadık bir kulu olduğumu
millete bir defa daha gösterebilmek için, bu yetkinin üç ay gibi kısa bir
süreyle sınırlandırılmasını ayrıca rica ederim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal
BAşKOMUTANLIĞIMA YAPILAN İTİRAZLAR
Efendiler, bu önergem, doğruluktan
yanaymış gibi görünerek tekliflerde bulunanların gizli düşüncelerini açığa
vurnıalarına yol açtı. Derhal itirazlar başladı. dediler. 0, Büyük Millet Meclisi'ninmanevî
şahsiyeti içindedir. Başkomutan Vekili denilmelidir.
İkinci olarak, "Meclis'in
yetkilerini kullanmak gibi bir imtiyazın verilmesi asla söz konusu olamaz"
düşüncesini ileri sürdüler. Ben, padişah ve halifeler tarafından verilegelmiş
eski bir ünvanı takınamayacağımı; yerine getireceğim görev, fiilen
başkomutanlık olduğuna göre, bu ünvanı olduğu gibi vermekten kaçınmanın
yersizliğini ilerisürerek görüşümde direndim. Durum, Meclis'in değerlendirdiği
ve belirttiği gibi olağanüstü olduğuna göre, benim de alacağım kararların ve
yapacağım işlerin olağanüstü olması gerekeceğine şüphe yoktu. Düşünceve
kararlarımı çabuk ve sert bir şekilde yürütmek ve uygulamak zarureti vardı.
Hükûmetten ve Meclis'ten izin istemekle doğacak gecikmeleredurum elverişli
olmayabilirdi. Bütün memleketi ve memleketin
bütünkaynaklarımı ilgilendiren emir
ve tebliğlerim için, her işin ilgili bakanından veya Bakanlar Kurulu'ndan olur
ve izin almak, benim yapacağımBaşkomutanlıktan beklenen yararları sağlayamazdı.
Onun için kayıtsız veşartsız emir verebilmeliydim. Bunun için de Büyük Millet
Meclisi'ninyetkisi benim kişiliğimde belirmeliydi. Bunu, başarı için zarurî
görüyordum. Onun için bu noktada ısrar ettim.
Salâhattin Bey, Hulûsi Bey
gibibirtakımmilletvekilleri, Meclis'in, kendi yetkisini bir başkasına vermekle
işleyemez duruma geleceğinden, milletten aldığı vekâleti başkasına devretme
hakkı bulunmadığını ve aslında orduya komuta edecek bir kimseye Meclis'e
aityetkilerin verilmesinin söz konusu olamayacağını, buna gerek de olmadığını
belirttiler. Meclis'in yetkisini kullanabilecek bir kimseye, milletvekillerinin
şahsen güvenemeyecekleri ihtimalinden söz edenler de oldu.
Ben bu düşüncelerin iıiçbirine karşı
çıkmadım. Hepsini doğru bulduğumu belirttim. Meclis'in bu noktayı çok dikkatle
ve önemle düşünüpincelemesini söyledim. Yalnız, şahıslarından korkanların,
telâşlarına yerolmadığını söyledim. 4 Ağustosta bu konu bir karara bağlanamadı.
Görüşme, 5 Ağustos 1921 günü de devam etti. Bugün bazı milletvekillerindeki
karar sızlığın iki noktada toplandığı anlaşıldı. Birincisi :
Meclis'invarlığının herhangi bir şekilde iş göremez duruma getirilmesi;
ikincisi deüyelerden herhangi biri için keyfî ve kanunsuz işlem
yapılması...
Bu şüphe ve kararsızlıkları
giderecek şekilde konuştuktan ve açıkIamalar yaptıktan sonra, yapılacak kanuna
da bu hususlarla ilgili bağlayıcı hükümler konmasının yerinde olduğunu
belirttim ve vermiş olduğum önergeyi buna göre bazı maddeler haline getirerek
bir tasarı şeklinde Meclis'e sundum. İşte bu tasarı maddeleri üzerinde yapılan
görüşmeler sonunda, bana Başkomutanlık ünvanının verilmesiyle ilgili, 5
Ağustos192l tarihli kanun çıktı. Bu kanunun ikinci maddesine göre bana
verilmişolan yetki şuydu : "Başkomutan, ordunun maddî ve manevî gücünü
büyük ölçüde artırmak, sevk ve idaresini bir kat daha sağlamlaştırmak için
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bununla ilgili yetkisini Meclis adına fiilen
kullanabilir."
Bu maddeye göre benim vereceğim
emirler kanun olacaktı. Efendiler, bu ünvanın verilişinden dolayı,
"Meclis'in bana karşı gösterdigi güvene layık oldugumu az zamanda
ispatlamayı başaracağım"dedikten sonra, Meclis'ten bazı ricalarda bulundum
: Örnek olarak, MillîSavunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı görevlerini
yapmakta olan
Fevzi Paşa Hazretleri'nin alnız
Genelkurmay ın işleri ileugraşabilmesi için, İçişleri Bakanlığı görevinde
bulunan Refet Paşa'nın Milli Savunma Bakanlığı'na getirilmesi ve onun yerine
bir başkasının seçilmesi gibi...
Özellikle, Meclis'in ve Bakanlar
Kurulu'nun içeriye ve dışarıya karşısükûnet içinde ve çok güçlü bir durum ve
göri.inüşte kalmasının önemliolduğunu, ufak tefek sebeplerle Bakanlar Kurulu'nu
sarsmanın doğru olmadığını arz ettim. Kanun teklifi, o gi.in açık oturumda
okundu. Öncelikle görüşüldü ve ad okunarak oylandı. Oy birliğiyle kabul edildi.
Bu münasebetle yaptığım kısa bir
konuşmanın bir iki cümlesini,tekrar etmeme müsaade buyurmanızı rica ederim. O
cümleler şunlardı : "Efendiler, zavallı ınilletimizi esir etmek isteyen
düşmanları mutlaka yeneceğimize olan güven ve inancım bir dakika olsun
sarsılmamıştır. İu dakikada, bu kesin iııancımı yüksek hey'etinize karşı, bütün
millete karşı bütüın dünyaya karşı ilân ederim."
BAşKOMUTANLIĞI FİİLİ OLARAK ÜZERİME
ALDIM
Saygıdeğer Efendiler, Başkomutanlığı
fiilî olarak üzerime aldıktan sonra birkaç gün Ankara'da çalıştım.
Genelkurmay Başkarılığı'nın ve Millî
Savunma Bakanlığı'nın bütünkadrosu ile Başkomutanlık karargâhını kurdum. Bu iki
makamın ortakçalışmalarını Başkomutanlıkta uyumlu bir şekilde birleştirmek;
bundanbaşka orduyu ilgilendiren ve Başkomutanlık yoluyla çözümü gerekenöteki
bakanlıklara ait işleri yürütebilmek için de yanımda küçük bir bürokurdum.
Ankara'daki
çalışmalarım, yalnız, ordunun insan ve taşıt araçlarıbakımından gücünün
artırılması, yiyecek ve giyeceğinin sağlanıp düzenekonmasıyla ilgili tedbirler
almak ve hazırlıklar yapmakla geçti.
Bu sözünü ettiğim hususları
gerçekleştirmek için ikigün içinde, 7, 8 Ağustos 1921 tarihlerinde, Tekâlif-i
Milliye Emri adıaltında yaptığım genel tebliğlerden her biri için kısaca bilgi
vereyim. Birsavaşın kazanılmasında en küçük şeylerin bile dikkate alınması
gerektiğini gösterebilmek için bunları bilginize sunmayı yararlı bulurum :
1
sayılı emrimle heT ilçede bir
Tekâlif-i Milliye Komisyonu kurdurdum. Bu komisyonlarca toplanan malzemenin,
ordunun çeşitlibölümlerine dağıtımı şeklini düzenledim.
2
sayılıp emrime göre, vatanın her
ailesi birer kat çamaşır, birerçift çorap ve çarık hazırlayıp Tekâlif-i Milliye
Komisyonu'na teslim edecekti.
3
sayılı emrimle, tüccarın ve halkın
elinde bulunan çamaşırlıkbez, amerikan, patiska, pamuk, yıkanmış ve yıkanmamış
yün ve tiftik,erkek elbisesi dikmeye yarayan her türlü kışlık ve yazlık kumaş,
kalınbez, kösele, vaketa, taban astarlığı sarı ve siyah meşin,
sahtiyan,dikilmiş ve dikilmemiş çarık, potin, demir kundura çivisi, tel çivi,
kundura ve saraç ipliği, nallık demir ve yapılmış nal, mıh, yem torbası,
yular,belleme, kolan, kaşağı, gebre, semer ve urgan stoklarından yüzde kırkına,
bedeli sonradan ödenmek üzere el koydum.
4
sayılı emrimle, eldeki buğday,
saman, un, arpa, fasulye, bulgur,nohut, mercimek, kasaplık hayvan, şeker, gaz,
pirinç, sabun, yağ, tuz, zeytinyağı, çay, mum stoklarından yine yüzde kırkına,
bedeli sonradan ödenmek üzere el koydum.
5
sayılı emrimle, ordu ihtiyacı için
alınan taşıt araçları dışında,halkın elinde kalan taşıt araçlarıyla, yüz
kilometrelik bir uzaklığa kadar,ayda bir defa olmak üzere, parasız askerî
ulaşım yapılmasını mecburtuttum.
6
Sayılı emrimle, ordunun giyimine ve
beslenmesine yarayan bütün sahipsiz mallara el koydum.
7
sayılı emrimle, halkın elinde
bulunan savaşta işe yarar bütünsilâh ve cephânenin üç gün içinde teslimini
istedim.
8
sayılı emirle, benzin, vakum, gres,
makine, don, saatçi ve tabanyağları, vazelin, otomobil ve kamyon lâstiği,
solisyon, buji, soğuk tutkal,Fransız tutkalı, telefon makinesi, kablo, pil,
çıplak tel, yalıtkan maddelerve bunlar türünden malzeme ve asit sülfi,irik
stoklarının yüzde kırkınael koydum.
9
sayılı emirle demirci, marangoz,
dökümcü, tesviyeci, saraç, ;arabacı esnafları ve imalâthaneleriyle, bu esnaf ve
imalâthanelerin iş çıkarabilme güçleri ve kasatura, kılıç, mızrak ve eyer
yapabilecek ustalarınadlarıyla birlikte sayılarını ve durumlarını tespit
ettirdim.
10
sayılı emirle, halkın elinde bulunan
dört tekerlekli yaylı araba,dört tekerlekli at ve öküz arabalarıyla, kağnı
arabalarının bütün takımve hayvanlarıyla birIikte binek ve topçeker
hayvanlarının, katır ve yükhayvanlarının, deve ve eşek sayısının yüzde
yirmisine el koydurdum.
Efendiler, emirlerimin ve
tebliğlerimin yerine getirilmesi için kurduğum İstiklâl Mahkemeleri'ni
Kastamonu, Samsun, Konya, Eskisehirbölgelerine gönderdim. Ankara'da da bir
mahkeme bulundurdum.
MİLLİ VERGİLER EMRİ
Ondan sonra Efendiler, 12 Ağustos
1921 günü, Ge nelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleriy'lebirlikte Polatlı'ya
cephe karargâhına gittim.
Düşman ordusunun cephemize
yüklenerek sol kanadımızdan kuşatacağı yargısına varmıştık. Bu görüşe dayanarak
tam bir cesaretle gerekliıtedbirleri aldırdım ve yapılacak hazırlıkları
yaptırdım. Olaylar görüşümüzü doğruladı. Düşman ordusu, 23 Ağustos 1921'de ciddî
olarak cephemizodoğru ilerlemeye başladı ve taaruza geçti. Birçok kanlı,
bunalımlı safhalarve dalgalar oldu. Düşman ordusunun üstün grupları, savunma
hattımızınbirçok parçalarını kırdılar. Bu ilerleyen düşman birliklerinin
karşısınakuvvetlerimizi yetiştirdik.
Meydan muharebesi yüz kilometrelik
eephe üzerinde oluyordu. Solkanadımız, Ankara'nın elli kilometre güneyine kadar
çekilmişti. Ordumuzun yönü batıya iken güneye döndü. Arkası Ankara'ya iken
kuzeye çevrildi. Cephenin yönü değiştirilmiş oldu. Bunda hiçbir sakınca
görmedik.Savunma hatlarımız kısım kısım kırılıyordu. Fakat kırılan her
kısmınyerine en yakın bir yerde hemen yeni bir savunma hattı kuruluyordu.
Savunma hattına çok ümit bağlamak ve onun kırılmasıyla, ordunun büyüklüğii
ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektiği teorisini çürütmek içinmemleket
savunmasını başka türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek şiddet göstermeyi
yararlı ve etkili buldum. Dedim ki :
CEPHE KARARGAHINA HARAEKET
Düşman ordusunun cephemize
yüklenerek sol kanadımızdan kuşatacağı yargısına varmıştık. Bu görüşe dayanarak
tam bir cesaretle gereklitedbirleri aldırdım yapılacak hazırlıkları yaptırdım.
Olaylar görüşümüzü doğruladı. Düşman ordusu, 23 Ağustos 1921'de ciddî olarak
cephemizedoğru ilerlemeye başladı ve taaruza geçti. Birçok kanlı, bunalımlı
safhalarve dalgalar oldu. Düşman ordusunun üstün grupları, savunma
hattımızınbirçok parçalarını kırdılar. Bu ilerleyen düşman birliklerinin
karşısınakuvvetlerimizi yetiştirdik.
Meydan muharebesi yüz kilometrelik
cephe üzerinde oluyordu. Solkanadımız, Ankara'nın elli kilometre güneyine kadar
çekilmişti. Ordumuzun yönü batıya iken güneye döndü. Arkası Ankara'ya iken
kuzeye çevrildi. Cephenin yönü değiştirilmiş oldu. Bunda hiçbir sakınca
görmedik.Savunma hatlarımız kısım kısım kırılıyordu. Fakat kırılan her
kısmınyerine en yakın bir yerde hemen yeni bir savunma hattı kuruluyordu.
Savunma hattına çok ümit bağlamak ve onun kırılmasıyla, ordunun büyüklüğü
ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektiği teorisini çürütmek içinmemleket
savunmasını başka türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek şiddet göstermeyi
yararlı ve etkili buldum. Dedim ki :
SAVUNMA HATTI YOKTUR, SAVUNMAZ HATTI
VARDIR
Savunma hattı yoktur, savunma sathı
vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı
Vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk
olunamaz.Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu msvziden atılabilir.
Fakatküçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephekurup
savaşa devam eder. Yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler
ona tâbi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karşı koymaya
mecburdur.
İşte ordumuzun her ferdi, bu sistem
içinde her adımda en büyükfedakârlığını göstererek ve düşmanın üstün
kuvvetlerini yıpratıp yokederek, sonunda onu, taarruzuna deıram güç ve
kudretinden yoksun birduruma getirdi.
Muharebe durumunun bu safhasını
sezer sezmez hemen özelliklesağ kanadımızla Sakarya ırmağı doğusunda düşman
ordusunun sol kanadına ve daha sonra cephenin önemli yerlerinde karşı taarruza
geçtik.Yunan ordusu yenildi ve geri çekilmeye mecbur oldu.13 Eylül 1921
günüSakarya ırmağının doğusunda düşman ordusundan eser kalmadı. Böylece23
Ağustos gününden 13 Eylül gününe kadar, bu günler de dahil olmaküzere, yirmi
iki gün yirmi iki gece aralıksız devam eden büyük ve kanlıSakarya Meydan
Muharebesi yeni Türk devletinin tarihine, dünyatarihinde pek az rastlanan büyük
bir meydan muharebesi örneği kaydetti.
Saygıdeğer Efendiler, Başkomutanlık
görevini fiilen üzerime aldığım zaman, Meclis'e ve millete mutlaka
başaracağımız yolundaki kesininancımı arz ve ilân etmekle ve bu inancımı,
varlığımın bütün haysiyetiniortaya atarak gerçekleştirmekle ilk manevî görevimi
yapmış olduğumusanırım. Ondan sonra, önemli maddî görevlerim de vardı. Onlardan
biri,savaş ve muharebe karşısında millete aldırmaya mecbur olduğum durum idi.
BÜTÜN TÜRK MİLLETİNİ CEPHEDE BULUNAN
ORDU KADAR, DUYGU,
Bildiğiniz gibi savaş ve muharebe
demek; iki milletin, yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün varlıklarıyla
bütün maddî ve manevî kuvvetleriyle, biri biriyle karşı karşıya gelmesi ve
biribiriyle vuruşması demektir. Bunun içindir ki,bütün Türk milletini cephede
bulunan ordu kadar duygu, düşünce ve hareket bakımından savaşla
ilgilendirmeliydim. Yalnız düşman karşısındabulunanlar değil köyünde, evinde,
tarlasında bulunan herkes, milletinher ferdi silâhla vuruşan savaşçı gibi
kendini görevli sayarak bütün varlığını yalnız mücadeleye verecekti. Bütün
maddî ve manevî varlığını vatan savunmasına vermekte ağır davranan ve titizlik
göstermeyen milletler, savaş ve muharebeyi gerçekten göze almış ve
başarabileceklerineinanmış sayılmazlar.
Gelecekteki harplerin tek başarı
şartı da en çok bu arz ettiğimnoktaya bağlı olacaktır. Avrupa'nın askerlik
bakımından ileri durumdaolan büyük milletleri, daha şimdiden bu tutumu kanun
haline getirmeyebaşlamışlardır. Biz, Başkomutan olduğumuz zaman, Meclis'ten bir
vatanısavunma kanunu istemedik. Fakat, Meclis'ten aldığımız yetkiye dayanarak
bu amacı kanun niteliğiıdeki belirli emirlerle sağlamaya çalıştık.Millet,
bundan sonra, bugüne kadar olan tecri.ibeleri de dikkatle gözdengeçirerek aziz
vatana taarruzu imkânsız kılan sebep ve şartlan daha açıkve daha kesin olarak
tespit eder.
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NCE BANA
"MAREşAL" RÜTBESİYLE "GAZİ" ÜNVANININ
VERİLMESİ
Efendiler, diğer bir görevim de,
ordu içinde, muharebe safları arasında bizzat muharebeye katılmak ve savaşı
bizzat yönetmekti. Bunu da gücümün yettiği ölçüde, hattâ bir kaza sonucu sol
kaburga kemiklerimden birinin kırılmış olmasına rağmen, bütün varlığımla en iyi
şekilde yapmaya çalıştığımı sanırım. Sakarya Muharebesi'nin sonuna kadar askerî
bir rütbem yoktu. Ondan sonra, Büyük Millet Meclisi'nce bana Mareşal rütbesiyle
Gazi ünvanı verildi.Osmanlı Devleti'nin rütbesinin, yine o devlet tarafından
geri alınmış olduğunu biliyorsunuz.
FRANSIZ HÜKÜMETİ İLE YAPILAN
GÖRÜşMELER VE ANKARA ANTLAşMASI
Efendiler, Sakarya Zaferinden sonra,
Batı ile yaptığımız olumlu ve verimli temas ve görüşmeler Ankara antlaşması ile
sonuçlanmıştır. Bu anlaşma Ankara'da, 20 Ekim 1921'de imza edilmiştir. Bu
konuda özet halinde bir bilgi vermek için, kısa bir açıklamada bulunayım :
Bekir Sami Bey'in başkanlığındaki
delegeler hey'etinin gittiği Londra Konferansı'ndan sonra, bildiğiniz üzere,
İkinci İnönü Zaferiyle sonuçlanan Yunan taarruzu geri püskürtülmüştü. Bir zaman
için, askerî durum sakinleşti. Rusya ile, Moskova Anlaşması imzalanmış ve
doğudaki durumumuz açıklık kazanmıştı. İtilâf Devletleri'nden de millî
ilkelerimize saygılı olabileceklerle anlaşmanın yararlı olacağı
düşünülmekteydi. Adana, Antep ve dolaylarını yabancı işgalinden kurtarmak,
bizce önemli görülmekteydi.
Çeşitli sebeplerle, Suriye'den
başka, bu adı geçen illeri işgalleri altında bulunduran Fransızların da,
bizimle anlaşma eğiliminde oldukları anlaşılıyordu. Gerçi, Bekir Sami Bey'in,
Mösyö Briand (Briyan)'la yaptığı fakat millî olmayan anlaşma reddedilmiş idiyse
de, ne Fransızlar ne de biz çarpışmaları sürdürmeye istekli değildik. Bu yüzden
her iki taraf biribiriyle görüşme yollarını aramaya başladı. Fransız hükûmeti,
eski bakanlardan Mösyö Franklin Bouillon (Franklen Buyon)'u önce gayri resmî
olarak Ankara'ya göndermişti. 9 Haziran 1921 tarihinde Ankara'ya gelen Mösyö
Franklin Bouillon ile Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey ve Fevzi Paşa
Hazretleri'nin de katılmasıyla, bizzat iki hafta süren görüşmeler yaptım.
Biribirimizi tanımakla geçen özel
bir buluşmadan sonra, 13 Haziran 1921 Pazartesi günü, Ankara istasyonundaki
bana ait dairede yaptığımız ilk toplantıda görüşmelerimizin hareket noktasını
belirtmek gerektiğinden söz ederek konuşmaya başladık. Ben, bizim için hareket
noktasının Misak-ı Millî'de tespit edilen ilkeler olduğunu ortaya attım.
Mösyö Franklin Bouillon, ilkeler
üzerindeki tartışmanın güçlüklerini ileri sürerek, Sevres
Antlaşması'nın bir oldubitti olarak
ortada bulunduğunu söyledikten sonra, Londra'da Bekir Sami Bey'le Mösyö
Briand'ın yaptıkları anlaşmayı temel almanın ve bu anlaşmanın Misak-ı Millî'ye
aykırı olan noktaları üzerinde tartışmanın yerinde olacağı görüşünü savundu. Bu
teklifinde haklı olduğunu göstermek için, Londra'ya giden delegelerimizin Misak-ı
Millî'den söz etmediklerini, Misak-ı Millî'nin ve Millî Mücadele'nin, değil
Avrupa'da, daha İstanbul'da bile değeri anlaşılamamış olduğunu söyledi.
Ben verdiğim cevaplarda dedim ki :
"Eski Osmanlı İmparatorluğu'ndan yeni bir Türk Devleti doğmuştu. Bunu
tanımak gerekir. Bu yeni Türkiye, her bağımsız devlet gibi haklarını
tanıtacaktır. Sevres Antlaşması Türk milleti için öylesine uğursuz bir idam
kararnâmesidir ki onun bir dost ağzından çıkmamasını dileriz. Bu konuşmamız
sırasında bile Sevres Antlaşmasını ağzıma almak istemem. Sevres Antlaşması'nı
kafasından çıkarmayan milletlerle güven temeline dayanan ilişkilere
girişemeyiz. Bize göre böyle bir antlaşma yoktur. Londra'ya giden delege
hey'etimizin başkanı eğer bundan bahsetmemişse, verdiğimiz talimat ve yetki
çerçevesinde hareket etmemiş demektir. Yanlış iş görmüştiir. Bu yanlışlık
yüzünden Avrupa ve özellikle Fransız kamuoyunda ters etkiler doğduğu görülüyor.
Bekir Sami Bey'in gittiği yoldan hareket dersek, biz de aynı yanlışlığı yapmış
oluruz. Avrupa'nın Misak-ı Millî'den haberdar olmamasına imkân yoktur. Avrupa
Misak-ı Millî deyimini öğrenmemiş olabilir. Fakat, yıllardan beri kan
döktüğümüzü gören Avrupa ve bütün dünya, şu kanlı mücadelelerin neden ileri
geldiğini elbette düşünmektedir. İstanbul'un Misak-ı Millî'den ve Millî
Mücadele'den haberi olmadığı yolundaki sözler doğru değildir. İstanbul halkı,
bütün Türk milleti gibi, Millî Mücadele'yi bilmektedir ve ondan yanadır. Bu
mücadeleyi bilmezlikten gelen ve ona karşı görünen kimselerle bunların yardakçıları
azdır ve milletçe de tanınmaktadır."
Franklin Bouillon, Bekir Sami Bey'in
kendisine verilen talimat ve yetki dışına çıkarak hareket etmiş olduğu
yolundaki sözlerim üzerine dediler ki, "bunu açıklayabilir miyim?"
Sözlerimi istediği yerlere bildirip anlatabileceğini söyledim. Mösyö Franklin
Bouillon, Bekir Sami Bey'le yapılan anlaşmadan ayrılmamak için mazeret ileri
sürerken, Bekir Sami Bey'in bir Misak-ı Millî olduğundan ve onun sınırları
dışına çıkamayacağından söz etmediğini, eğer bundan söz etmiş olsaydı, o zaman
ona böre görüşülüp gerektiği şekilde hareket edilebileceğini; ancak, şimdi
durumun güçleştiğini tekrarladı. Batıdaki kamuoyu, bu Türkler, delegeleri
vasıtasıyla bunu niçin dile getirmemişler de şimdi yeni veni meseleler
çıkarıyorlar" diyeceklerdir.
Nihayet, uzun görüşme ve
tartışmalardan sonra, Mösyö Franklin Bouillon, Misak-ı Millî'yi okuyup
anladıktan sonra yeniden görüşmek üzere, toplantının ertelenmesini teklif etti.
Ondan sonra Misak-ı Millî'nin maddeleri baştan sona kadar birer birer okunarak
görüşüldü ve tartışmaya devam edildi. Üzerinde en çok durulan nokta,
kapitülasyonların kaldırılması ve istiklâlimizin tam olarak sağlanmasını
isteyen madde oldu. Mösyö Franklin Bouillon, bu meselelerin incelenmesi ve
üzerinde durulması gerektiğini bildirdi. Ben bu noktaya cevap verdim.
Söylediklerimin özeti şuydu : "Tam istiklal, bizim bugün üzerimize
aldığımız görevin can damarıdır. Bu görev, bütün millete ve tarihe karşı
yüklenilmiştir. Bu görevi yüklenirken, ne ölçüde başarılabileceği üzerinde hiç
şüphe yok ki çok düşündük. Fakat sonunda vardığımız kanaat ve inanç, bunda
başarılı olabileceğimizdir. Biz, böyle işe başlamış adamlarız. Bizden
öncekilerin yaptıkları yanlışlıklar yüzünden, milletimiz sözde var sanılan
istiklâline gerçekte sahip değildi. İimdiye kadar Türkiye'yi medeniyet
dünyasında kusurlu gösteren neler düşünülebilirse, hep bu yanlışlıktan ve bu
yanlışlığa boyun eğmekten ileri gelmektedir. Bu yanlışlığa boyun eğmenin
sonucu, mutlaka, memleket ve milletin bütün haysiyetini ve bütün yaşama
kabiliyetini kaybetmesine ve ondan yoksun kalmasına yal açabiliriz. Biz,
yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz. Bir
yanlışlığa boyun eğme yüzünden bu vasıflardan yoksun kalmaya katlanamayız.
Aydın olsun cahil olsun, istisnasız milletimizin bütün fertleri, belki işin
içindeki güçlüğü iyice kavramamış olsalar bile, bugün yalnız tek bir nokta
etrafında toplanmış ve fakat sonuna kadar kanını akıtmaya karar vermiştir. O
nokta, istiklâlimizin tam olarak kazanılması ve devam ettirilmesidir.
Tam istiklâl demek, elbette, siyasî,
malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel v.b. her alanda tam bir bağımsızlığa ve
hürriyete kavuşmak demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklâlden
yoksun kalmak, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün istiklâlinden yoksun
kalması demektir.
Biz, bunu elde etmeden barış ve
huzura kavuşacağımız inancında değiliz. İekil ve usullere uyarak barış
yapabiliriz, anlaşma yapabiliriz. Ancak, istiklâlimizi tam olarak sağlamayacak
olan bu gibi barışlar, uyuşma ve anlaşmalarla, milletimiz hiçbir vakit
varlığına ve huzura kavuşamayacaktır. Belki de silâhlı mücadelesini bırakarak,
yıkıma sürüklenmeye razı olacaktır. Eğer milletimiz buna razı olsaydı, bunu
kabul edebilecek yaratılışta bulunsaydı, iki yıldan beri mücadele etmeye hiç de
gerek kalmazdı. Daha ateşkes anlaşmasının ertesinde har ekete geçmemek
olabilirdi.
Mösyö Franklin Bouillon, bu sözlerim
karşısında, ciddî ve samimî olarak bazı görüşler ileri sürdü ve en sonunda da
bunun zaman meselesi olduğu görüşünü belirtti.
Efendiler, Mösyö Franklin Bouillon
ile önemli ve ikinci derecede kalan sorunlar üzerinde günlerce ve günlerce
görüştük. Sonuç olarak biribirimizi, düşüncelerimizle, duygularımızla ve
tutumlarımızla anlayabildik sanırım. Fakat Fransız Hükûmetiyle Türk Millî
Hükûmeti arasında, kesin anlaşma noktalarının tespit edilebilmesi için biraz
daha zaman geçmesi zarurî oldu. Ne bekleniyordu? Belki de, Türk millî
varlığının Birinci ve İkinci İnönü Muharebesi'nden sonra daha büyücek bir
eserle ispatlanmış olması! . . Gerçekten de, Mösyö Franklin Bouillon'un kesin
karara vararak imza ettiği Ankara Anlaşması, büyük ve kanlı Sakarya Meydan
Muhabeı-esi'nden otuz yedi gün sonra, arz etmiş olduğum gibi, 20 Ekim 1921'de
doğmuş olan bir belgedir.
Bu anlaşma ile, siyasî, iktisadî,
askerî v.b. hiçbir alanda bağımsızlımızdan hiçbir şey feda etmeksizin, vatan
topraklarımızın değerli parçalarını işgalden kurtarmış olduk. Bu anlaşma ile
millî davamız ilk defa olarak Batı devletlerinden biri tarafından onaylanmış ve
açıklanmış oldu.
Mösyö Franklin Bouillon, bundan
sonrada birkaç kere Türkiye'ye gelmiş, Ankara'da ilk günlerde aramızda kurulan
dostluk duygularını belirtme yolları aramıştır.
PONTUS MESELESİ
Saygıdeğer Efendiler, genel
konuşmamın başında bir Pontus meselesinden söz etmiştim. Bu mesele belgeleriyle
herkesçe bilinmektedir. Ancak, bizi de çok uğraştırdığından, burada, onunla
ilgili bazı noktalara dokunacağım.
1840 yılından beri; yani üç çeyrek
yüzyıldan beri, Anadolu'nunRize'den İstanbul Boğazı'na kadar uzanan Karadeniz
bölgesinde, eskiYunanlılığın diriltilmesi için çalışan bir Rum topluluğu vardı.
AmerikalıRum göçmenlerden Rahip Klematios adında biri, ilk Pontustoplantı
yerini şimdi halkın Manastır dediği bir tepede İnebolu'da kurmuştu. Bu
teşkilâta bağlı olanlar, zaman zaman biribiriılden ayrı eşkıyaçeteleri kurarak
faaliyet gösteriyorlardı. Birinci Dünya Savaşı sırasındada, dışarıdan
gönderilip dağıtılan silâh, cephâne, bomba ve makineli tüfeklerle, Samsun,
Çarşamba, Bafra ve Erbaa Rum köyleri sanki bir silâhdeposu durumuna
gelmişti.
Ateşkes Anlaşmasından sonra, bütün
Rumlar Yunanlılık millî davası ile her tarafta şımardığı gibi, Ethniki Hetairia
(Etniki Eterya) Cemiyeti'nin propagandacıları ile Merzifon'daki Amerikan
kuruluşlarınınmanevî destekleri ile eğitüp yetiştirilen, maddî bakımdan da
yabancıhükûmetlerin silâhlarıyla güçlendirilip cesaret verilen bu bölgedeki
Rumlar da, bağımsız bir Pontus hükûmeti kurma emeline düştü. Bu maksatlagenel
bir ayaklanma hazırladılar. Dağlara çekildiler; Amasya, Samsun vedolayları Rum
Metropolit'i Yermanos' un idaresinde düzenli birprogramla çalışmaya başladılar.
Bir yandan da, Samsun'daki Rum komitecilerinin başkanı olan Reji Fabrikası
Müdürü Tokomanidis,İç Anadolu ile haberleşme sağlamaya çalışıyordu. Bazı
yabancı hükûmetler, Pontus hükûmetinin kurulması için yardımcı olacaklarına söz
verdiler. Samsun ve dolaylarındaki Rum nüfusunu arttırmak için de, Rusya'daki
Rum ve Ermenileri Batum'da topladılar. Onları, Türk Kafkas ordularından alınıp
Batum'da depo edilen silâhlarla donatarak, sahillerimizeçıkarmaya baİladılar.
Çetecilik etmek üzere, sahillerimize çıkarılabilecekbirkaç bin Rum'u Sohum'da
Haralambos adında bir adamın başına topladılar. Batum'da toplananların da
Haralambos'un etrafındatoplananlara katılmaları sağlanıyordu. Bunlar,
memleketimiz içinde,Samsun'daki bazı yabancı devlet temsilcileri tarafından
korunuyor vesilâhlandırılıyordu. Kıyılarımıza çıkan bu çeteler, göçmenleri
besleme maskesi altında, yabancı hükûmetler tarafından yedirilip
giydiriliyordu. Yabancıların Kızılhaç hey'etleri arasında gelen subayların da
örgüt kurnıak, çetelerin askerî öğretim ve eğitimi ile uğraşmak ve gelecekteki
Pontus hükûmetinin temelini atmakla görevlendirildikleri anlaşılıyordu.
4 Mart 1919 tarihinde, İstanbul'da
Ponius adıyla yayınlanmayabaşlayan bir gazetenin başmakalesinde Trabzon ilinde
Rum cumhuriyetinin kurulmasına çalışmak maksadıyla yayınlandığı ilân
adilmişti.
Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanma
gününe rastlayan 7 Nisan1919 günü, her yerde ve özellikle Samsun'da gösteriler
yapıldı. Yermanos'un küstahça davranışları Rumların düşünce ve emellerini
açığavurdu. Bafra ve Çarşamba dolaylarındaki yerli Rumlar, sık sık
kiliselerdetoplanıyor, örgütlenmelerini ve donatımlarını artırıyorlardı. 23
Ekim 1919tarihinde, Doğu Trakya ve Pontus için merkez olarak İstanbul kabul
edilmişti.
Venizelos, İstanbul'un merkez olarak
kabul edilme konusunun daha sonraki bir tarihe ertelenerek, bunun yerine Pontus
hükûmetikurulması düşüncesini ortaya atmış ve İstanbul Patrikhanesi'ne bunagöre
talimat vermişti. Aynı zamanda, İstanbul'da gizli bir Yunan polisteşkilâtı
kurmakla görevlendirilen Albay Alexandros Zimbrakakis tarafından Pontus
jandarma teşkilâtını düzene sokmak üzereEiffel (Eyfel) adlı Yunan torpidosuyla,
bir subaylar hey'eti de gönderilmişti. Türkiye'de bu türlü işler olurken
Batum'da da 18 Aralık 1919'daPontus Rum Hükûmeti adıyla bir hükûmet kurulmuş ve
teşkilâtlanmayabaşlamıştı.19 Temmuz 1920'de de Batıım'da, Karadeniz, Kafkas ve
GüneyRusya Rumları tarafından Pontus meselesi ile ilgili bir kongre toplandı.Bu
kongrenin raporu üyelerden biri vasıtasıyla İstanbul'da Rum Patrikliği'ne
gönderildi. Pontusçular 1920 yılının sanlarına doğru çalışmalarınıbüsbütün
artırarak iyiden iyiye or taya çıktılar. Bizi, ciddî tedbir almayamecbur
ettiler.
Dağlarda kurulan Pontus teşkilâtı
şöyleydi :
a)
Birtakım çetebaşlarırıın emrinde
silâhlı ve savaşçı kuvvetler,
b)
Buuların beslenmesine hizmet eden
üretici Pontus halkı,
c)
Yönetim ve güvenlik kuvvetleri ile
şehirlerden ve köylerden yiyecek sağlamakla görevli ulaştırma kolları.
Çetelerin çalışma bölgeleri
biribirinden ayrılmıştı. Pontus eşkıyasının kuvveti başlangıçta 6.000 - 7.000
silâhlı idi. Daha sonra her taraftan katılanlarla 25.000'e yaklaştı. Bu kuwet
yeterli küçük 'birliklere ayrılarakçeşitli yerlerde barınıyordu. Pontus
çetelerinin bütün işleri, İslâm köylerini yakmak, Müslüman halka karşı akıl ve
hayale sığmaz zulümleryapmak, cinayetler işlemek gibi kan içici bir sürünün
yaptıklarından başka bir şey değildi.
Biz, Anadolu'ya çıkar çıkmaz, Türk
halkını dikkat ve uyanıklığa davet ettik. Doğabilecek tehlikelere karşı
tedbirler almaya başladık. Merkezi Sıvas'ta bulunan 3' üncü Kolordu, yalnız,
çeşitli bölgelerdegözüken çeteleri takip ve ortadan kaldırmakla uğraştı.
Trabzon bölgesinde dolaşan Köroğlu adındaki Rum çetesiyle, Eftalidi çetesi ve
öteki çeteler, merkezi Erzurum'da bulunan 15' inci Kolordu tarafından takip
edilerek ortadan kaldırılıyordu. Bir taraftan da Pontus eşkıyasının
dönüpdolaştığı yerlerde, halk silâhlandırılarak millî teşkilât kuruldu.
BÖLÜMLER - LİNKLER
1. Kuva-i Milliye (Ulusal Güçler) Dönemi :
Atatürk'ün 19.Mayıs.1919 tarihinde Samsun'a çıkışından başlayan ve Anadolu'ya hareketi ile devam eden, kongreler, ön çalışmalar, ordu müfettişliği zamanı, geri çağrılması, idam fermanı, sivil yaşama geçişi, tarihi belge niteliğini taşılan telgraf teatileri, ortu kumandanları ile vilayet mutasarraflarının durumları, görüşleri, payitahtın ne pahasına olursa olsun yeni bir devlet kuruluşunu engelleme çalışmaları, meclisin toplanma aşamasına kadar geçen dönem.
Bölümleri :
1.Bölüm : Ata'mızın Samsun'a çıkışından itibaren, Kavak, Havza üzerinden Amasya, ardından Tokat üzerinden Sivas ve kongre için hazırlıklar. Sayfaya Git
2.Bölüm : Erzurum Kogresi hazırlıkları ve yapılması, arkasından önemli kararların alınacağı Sivas Kongresi. 1 ve 2 nci Bölümler Atamızın en tehlikeli günleridir, görevinden ayrılmış, her an yakalanma durumu, valiler ve askeri komutanların bazıları tereddüt içinde ve telgraflar-Mektuplar... Sayfaya Git
3.Bölüm : Sivas kogresi karşıtları, manda yönetimi tartışmaları, Ali Galip diye birisi ve telgraflar. Nutuk okunmaya devam edildikçe, özellikle TCDD da benim bulunduğum görev olduğu için değinmek isterim: Posta İdaresinin Telgraf sistemleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasında en önemli yeri işgal eden bu sistem aynen demiryollarında da mevcuttu ve sistemin devamlı faal durumda olması, Telgraf hatlarından alın, makina ve enerji kaynaklarına bakan teknik elemanları ile telgraf makina operatörlerine kadar tüm personelin gece-gündüz, bayram-tatil demeden fedakarlıkla görev başında bulunmasına bağlıdır. Sayfaya Git
4.Bölüm : İstanbul ile tamamen iplerin kopması, İst. hükümet değişiklikleri, Konya eski valisinin ihaneti ve telgraflar...Sayfaya Git
5.Bölüm : Milli teşkilak genişliyor, halk tarafından benimseniyor, Atamızın önemli paşalarla bizzat veya tlegrafla görüşmesi.Sayfaya Git
6.Bölüm : Yeni seçilen milletvekillerine verilen direktif, İst.Meclis-i mebusanın İst. dışında toplanması gerektiği, mevcut hükümetin resmen işgal kuvvetleri emrine girmesi ve telgraflar...Sayfaya Git
7.Bölüm : Sivas'dan Ankara'ya hareket, Bayburt'ta yalancı peygamber, Genç subaylara cephe alan Dahiliye Nazırı, Ankara'ya gelen yeni milletvekilleri, Misak-ı milli hazırlıkları ve telgraflar...
Sayfaya Git
8.Bölüm : Anadolu'daki yabancı subayların tutuklanma girişimi, İst. hükümetinin düşürülmesi gerektiği, Atamızın millete yayınladığı bildiri, Büyük Millet Meclisinin toplanması, Ankara Hükümetinin kurulma çalışmaları.Sayfaya Git
M.Kemal Paşa Samsun'da Bandırma Vapurundan inmiş, sandalda.
2. Türkiye Büyük millet Meclisi Dönemi :
23.Nisan.1920 Tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin resmen açılışı yapıldıktan sonra, ülke yönetim sistemi için yapılan çalışmalar, kanunlar, istiklal savaşlarının galibiyetle sonuçlanması, anlaşmalar ve Cumhuriyetin kurulma aşamalarına kadar geçen dönem.
Bölümleri :
1.Bölüm : Atamızın TBMM başkanlığına seçilmesi ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
2.Bölüm : Çerkez Etem olayları ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
3.Bölüm : Hilafet konusu, Londra konferansı ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
4.Bölüm : Anadolu'da çıkan isyanlar, Merkez Ordusu kurulması ve diğerleri İçindekilerde.
Sayfaya Git
5.Bölüm : Saltanatın kaldırılması kararı, Vahdettin'in kaçırılması ve diğerleri İçindekilerde.
Sayfaya Git
6.Bölüm : Lozan -Mondros, İsmet Paşa ile bazı paşaların anlaşmazlığı ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
TBMM nin açılış töreni
3. Cumhuriyet Dönemi :
29.Ekim.1923 Taürihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin resmen ilan edilmesinin ardından, Nutuk söylevinin mecliste okunduğu tarih olan 15.Ekim.1927 e kadar geçen dönemde yapılan köklü çalışmalar, alınan kararlar, çıkartılan kanunlar ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin geri dönülmez biçimde dünyaya duyurulması ile tanınması.
Bölümleri :
1.Bölüm : Atamızın C.Başkanı seçilmesi, Halifelik yorumları ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
2.Bölüm : Kazım Karabekir olayı, Rauf Bey ve Cumhuriyet ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
Ana Sayfaya Git
1. Kuva-i Milliye (Ulusal Güçler) Dönemi :
Atatürk'ün 19.Mayıs.1919 tarihinde Samsun'a çıkışından başlayan ve Anadolu'ya hareketi ile devam eden, kongreler, ön çalışmalar, ordu müfettişliği zamanı, geri çağrılması, idam fermanı, sivil yaşama geçişi, tarihi belge niteliğini taşılan telgraf teatileri, ortu kumandanları ile vilayet mutasarraflarının durumları, görüşleri, payitahtın ne pahasına olursa olsun yeni bir devlet kuruluşunu engelleme çalışmaları, meclisin toplanma aşamasına kadar geçen dönem.
Bölümleri :
1.Bölüm : Ata'mızın Samsun'a çıkışından itibaren, Kavak, Havza üzerinden Amasya, ardından Tokat üzerinden Sivas ve kongre için hazırlıklar. Sayfaya Git
2.Bölüm : Erzurum Kogresi hazırlıkları ve yapılması, arkasından önemli kararların alınacağı Sivas Kongresi. 1 ve 2 nci Bölümler Atamızın en tehlikeli günleridir, görevinden ayrılmış, her an yakalanma durumu, valiler ve askeri komutanların bazıları tereddüt içinde ve telgraflar-Mektuplar... Sayfaya Git
3.Bölüm : Sivas kogresi karşıtları, manda yönetimi tartışmaları, Ali Galip diye birisi ve telgraflar. Nutuk okunmaya devam edildikçe, özellikle TCDD da benim bulunduğum görev olduğu için değinmek isterim: Posta İdaresinin Telgraf sistemleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasında en önemli yeri işgal eden bu sistem aynen demiryollarında da mevcuttu ve sistemin devamlı faal durumda olması, Telgraf hatlarından alın, makina ve enerji kaynaklarına bakan teknik elemanları ile telgraf makina operatörlerine kadar tüm personelin gece-gündüz, bayram-tatil demeden fedakarlıkla görev başında bulunmasına bağlıdır. Sayfaya Git
4.Bölüm : İstanbul ile tamamen iplerin kopması, İst. hükümet değişiklikleri, Konya eski valisinin ihaneti ve telgraflar...Sayfaya Git
5.Bölüm : Milli teşkilak genişliyor, halk tarafından benimseniyor, Atamızın önemli paşalarla bizzat veya tlegrafla görüşmesi.Sayfaya Git
6.Bölüm : Yeni seçilen milletvekillerine verilen direktif, İst.Meclis-i mebusanın İst. dışında toplanması gerektiği, mevcut hükümetin resmen işgal kuvvetleri emrine girmesi ve telgraflar...Sayfaya Git
7.Bölüm : Sivas'dan Ankara'ya hareket, Bayburt'ta yalancı peygamber, Genç subaylara cephe alan Dahiliye Nazırı, Ankara'ya gelen yeni milletvekilleri, Misak-ı milli hazırlıkları ve telgraflar...
Sayfaya Git
8.Bölüm : Anadolu'daki yabancı subayların tutuklanma girişimi, İst. hükümetinin düşürülmesi gerektiği, Atamızın millete yayınladığı bildiri, Büyük Millet Meclisinin toplanması, Ankara Hükümetinin kurulma çalışmaları.Sayfaya Git
M.Kemal Paşa Samsun'da Bandırma Vapurundan inmiş, sandalda.
2. Türkiye Büyük millet Meclisi Dönemi :
23.Nisan.1920 Tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin resmen açılışı yapıldıktan sonra, ülke yönetim sistemi için yapılan çalışmalar, kanunlar, istiklal savaşlarının galibiyetle sonuçlanması, anlaşmalar ve Cumhuriyetin kurulma aşamalarına kadar geçen dönem.
Bölümleri :
1.Bölüm : Atamızın TBMM başkanlığına seçilmesi ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
2.Bölüm : Çerkez Etem olayları ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
3.Bölüm : Hilafet konusu, Londra konferansı ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
4.Bölüm : Anadolu'da çıkan isyanlar, Merkez Ordusu kurulması ve diğerleri İçindekilerde.
Sayfaya Git
5.Bölüm : Saltanatın kaldırılması kararı, Vahdettin'in kaçırılması ve diğerleri İçindekilerde.
Sayfaya Git
6.Bölüm : Lozan -Mondros, İsmet Paşa ile bazı paşaların anlaşmazlığı ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
TBMM nin açılış töreni
3. Cumhuriyet Dönemi :
29.Ekim.1923 Taürihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin resmen ilan edilmesinin ardından, Nutuk söylevinin mecliste okunduğu tarih olan 15.Ekim.1927 e kadar geçen dönemde yapılan köklü çalışmalar, alınan kararlar, çıkartılan kanunlar ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin geri dönülmez biçimde dünyaya duyurulması ile tanınması.
Bölümleri :
1.Bölüm : Atamızın C.Başkanı seçilmesi, Halifelik yorumları ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
2.Bölüm : Kazım Karabekir olayı, Rauf Bey ve Cumhuriyet ve diğerleri İçindekilerde.Sayfaya Git
Ana Sayfaya Git
Follow @AlpWebSite
Bizi Takip Edin
Tweetle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder